Nuri El Maliki ve Irak

30 Aralık 2012 Pazar

Mutlu Çiviroğlu

Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin önderliğindeki Bağdat’taki merkezi hükümetin hem Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KRG), hem de Sünniler ile arasındaki ilişkiler son zamanlarda oldukça gergin. Kendisi Şii olan Başbakanı Nuri El Maliki’nin birçok çevre tarafından “diktatörel” olarak tanımlanan tavrı sadece Kürtleri değil, Sünnileri de epeyce rahatsız etmekte.

Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarik Haşimi’nin Maliki hükümeti tarafından 2005 ile 2011 yılları arasındaki yüzü askın terör eyleminden sorumlu tutulup, gıyabında ölüm cezasına çarptırılması ve de önce Irak Kürdistan’ına sığınıp, ordan da Türkiye’ye gitmesi kamuoyu tarafından yeterince bilinmekte.

Fakat Sünnilerin Maliki ile yaşadıkları tek sorun bu değil. Merkezi hükümetin 20 Aralık tarihinde Irak Maliye Bakanı Rafi El İsavi’nin evine ve çalışma ofisine baskın düzenleyip, korumalarını ve yardımcılarını gözaltına almaları da var olan rahatsızlığı iyice arttırmış vaziyette. Sünniler hafta boyunca Maliki hükümetine karşı yapıkları gösteriler ve kendisini “ülkeyi mezhep çatışmasına doğru götürüyor” şeklindeki eleştirileri gün geçtikçe daha yüksek sesle dile getirilmekte. Zaten İsavi de bu saldırılar sonrası yaptığı açıklamada Maliki’yi “kanunlara ve anayasaya saygı göstermeyen” birisi olarak sert bir şekilde eleştirmesi de gözlerden kaçmayan bir durum.

Irak’taki Sünnilerin en etkili isimlerinden biri olan Başbakan Yardımcısı ve Irak Ulusal Diyalog Cephesi lideri Salih El Mutlak da her ne kadar Tarik Haşimi olayında fazla ses çıkarmasa da, Rafi El İsavi’ye karşı yapılan operasyon sonrasındaki rahatsızlığını yüksek sesle dile getirdi. Maliki’yi uyaran Mutlak, El İsavi’nın tutuklanan koruma ve yardımcıları ile ilgili yasama ve tarafsız makamların soruşturmayı takip etmelerine izin verilmezse, kendi bloğunun siyasal süreçten tamamen çekileceği tehdinde bulundu.

Sünnilerin Şii Maliki hükümetine karşı olan tepkileri artarak devam etmekte. Dün yani 28 Aralık Cuma günü binlerce Sünni, günlerdir Anbar ilinde düzenlenen gösterilere destek olmak amacıyla Tikrit, Musul, Felluce, Ramadi ve Samarra da Maliki hükümetine karşı rahatsızlıklarını dile getirmek ve haksız yere tutuklandığını iddia ettikleri Rafi El İsavi’nin yardımcılarının serbest bırakılması için sokaklara döküldüler.

Sünnilerin bu gösterilerde İran bayrakları yakıp, Tahran aleyhine slogan atmaları ve Maliki’yi İran ’ın adamı diye suçlamaları da ayrıca vurgulanması gereken önemli ayrıntılar.

Maliki’nin ve Irak’ın geleceğinin ne olacağı elbette ki belli değil. Ama birçok çevre Irak’ta devam eden siyasi gerginliğin en büyük galibinin Mukteda El Sadr olduğuna inanmakta. Bu konuda kendisiyle görüştüğüm, Irak ve Kürdistan Bölgesi hakkında oldukça güvenilir bir kaynak olan gazeteci Balen Salih de böyle düşünen insanlardan bir tanesi. Salih’e göre Maliki iktidarda kaldıkça Mukteda El Sadr’in Bağdat’taki etkinliği her gecen daha da artmakta. Salih, geçtiğimiz aylarda Maliki’yi güvensizlik oyuyla düşürme planları yapan muhaliflerin başarısızlığının başlıca nedeninin yine Sadr olduğuna inanmakta. “Maliki’ye güvensizlik oyu vereceğini açıklayan Sadr, İran’da Maliki’nin de katılımıyla Hukuk Devleti İttifakı’yla yaptığı görüşmeler sonucunda güvensizlik oylaması için desteğini çekti ve grubundaki hiç bir milletvekili dilekçeyi imzalamadı” diyor, Salih. İleriki dönemlerde Maliki’ye karsı benzer girişimler olduğu takdirde en karlı çıkacak kişinin yine Mukteda El Sadr olacağına inanan Kürt gazeteci, Maliki muhaliflerinin Sadr’a ilerde kurulacak hükümetin başının kendi grubundan biri olacağı sözünü ve iki çok önemli bakanlık koltuğu verdiklerini iddia etmekte. Mukteda El Sadr’ın her iki tarafla da müthiş bir oyun oynadığını dile getiren Salih, bu sayede de Irak’lı siyasi grupların suçlu ve sabıkalı bir üne sahip Sadr’ı önemli, vatansever bir şahsiyet haline getirdiklerini öne sürmekte.

Biraz da Washington’un Irak’taki sorunlara bakışına değinirsek, devam eden gerginliğe yönelik Amerikan yönetimin pek de yüksek sesle bir tepki vermediği gözlenmekte. Bu duruma neden olan en büyük etkenlerden bir tanesi, 31 Aralık’a kadar anlaşma sağlanamaması halinde ülkeyi bekleyen “mali uçurum” tehlikesi. Obama yönetimi bütün yoğunluğunu bu konuya bağlamış durumda. Ayrıca, yılsonu oluşu, Senato ve Temsilciler Meclisi’nin birçok üyesinin seçilememe ve emeklilik nedeniyle değişecek olması da bu sessizliğe yol açan diğer nedenler. Şunu da hatırlatma da fayda var ki mevcut Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un görevini bırakacağını açıklaması ve yerine Senatör John Kerry’nin aday gösterilmesi nedeniyle de Obama yönetiminin Irak’taki gerginlik ve diğer bazı diş politika konularındaki sessizliğinin ana nedenlerinden bir tanesi.

Aslında bu saydığımız tüm etkenlere rağmen Washington’un Nuri El Maliki’ye karşı bir rahatsızlığı olduğu biliniyor. Irak Başbakanı’nın Kürtleri ve Sünnileri dışlayan, tek merkezci yaklaşımı hem hükümet çevreleri hem de think-tank’lar tarafından sürekli dile getirilmekte. Maliki’nin Tahran’a olan bağlılığı ve İran ‘ın mevcut hükümet üzerinden Irak’ta her geçen gün daha da etki sahibi olması burada da çok rahatça dillendiriliyor. Ayrıca, Maliki hükümetinin Washington’un isteğine rağmen Irak hava sahası üzerinden uçan İran uçaklarını denetlemeyi ret etmesi de Obama yönetimini rahatsız eden bir başka husus çünkü Amerikan yönetimi bu uçakların Suriye Devlet Başkanı Basar Esad’a silah götürdüğüne inanmakta.

Obama yönetimini rahatsız eden çok önemli bir başka neden de Maliki’nin Ekim ayında Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le imzaladığı 4,2 milyar dolarlık silah antlaşması. Her ne kadar bu antlaşma yolsuzluk iddiaları nedeniyle askıya alınsa da, Maliki’nin iptal kararının Washington’un baskısı sonucu aldığını düşünenler de az değil.

Başkan Obama’nın diş politika ve özellikle de Ortadoğu siyasetine yönelik eleştiriler gittikçe artmakta. Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ülkeyi hem Sünnilerle mezhep çatışmasına, hem de Kürtlerle etnik çatışmaya götürebilecek, kapsayıcı olmayan, tek taraflı politikalarına karşı daha etkin bir tutum almaması son zamanlarda önemli basın ve düşünce kuruluşları tarafından daha yüksek bir sesle dillendirilmekte. Obama yönetiminin “Maliki’ye baskı yapıp, onu İran’a muhtaç bırakabilecek bir yaklaşımdan ziyade, yaptıklarına mümkün olduğu kadar göz yumayım” şeklindeki siyasetinin daha ne kadar süreceği merak konusu.

Sırf istikrarı korumak adına, ülkedeki birçok etnik ve dinsel grupların tepkisi çeken, Irak’taki tüm güvenlik ve istihbarat kurumlarını elinde tutup, bu kurumları kendisi gibi düşlenmeyen muhaliflerine karşı çekinmekten sakınmayan, Nuri El Maliki’ye hak ettiğinden daha fazla destek sunan Obama yönetiminin daha ne kadar bu siyaseti sürdüreceğini kestirmek kolay değil. İyimser düşünenlerin dileği o ki yeni Başkan Obama’nın Ocak ayındaki yemin töreninden sonra resmen başlayacağı ikinci döneminde daha etkin bir Ortadoğu siyaseti izlemesi; Irak’ta Nuri El Maliki’ye, Suriye’de ise Basar Esad’a karşı daha sert bir tutum alması ve daha etkin bir politika yürütmesi.

http://www.ilkehaber.com/yazi/nuri-el-maliki-ve-irak-6365.htm

Amerika’daki Okul Saldırısının Yarattığı şok ve Silahlanma Sorunu

20 Aralık 2012 Perşembe

Mutlu Çiviroğlu

Amerika halen geçen Cuma günü meydana gelen silahlı saldırının şokunu yaşamakta.  Connecticut eyaletine bağlı Newtown kasabasındaki Sandy Hook İlkokulu’nda 28 kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan silahlı saldırı, halkın Kristmıs yani Noel heyecanını ve geleneksel hazırlıkları da büyük oranda dondurdu.

Bilindiği gibi, bu korkunç saldırıyı gerçekleştiren Adam Lanza, okula gitmeden önce kendi annesini öldürmüş, daha sonra da saldırıyı gerçekleştirmiş ve en sonunda da intihar etmişti.

Amerika’da 21 yaşını dolduran herkes kendini savunmak için, yaşadığı eyalette federal hükümet tarafından ruhsatlı bir yetkili satıcıdan yasal olarak ateşli silah kullanma ve taşıma hakkına sahip.

Bu durumun yasal kaynağı ise Amerikan Anayasası’na 15 Aralık 1791 tarihinde eklenen “Second Amendment” yani II. Değişiklik maddesi. Bu madde şu şekilde: “Özgür bir eyaletin güvenliği için düzenli bir milis gücü zorunlu olduğundan, halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı ihlal edilemez.”

Bu değişik, yorumlara açık, muğlak madde, başını Ulusal Silah Derneği’nin (NRA) çektiği ve silah hakkını ateşli bir şekilde savunan, muhafazakâr gruplar tarafından anayasanın bireysel silah bulundurma ve taşıma hakkını garanti altına aldığı şeklinde yorumlanmakta. Ulusal Silah Derneği’nin milyonlarca üyesiyle, çok güçlü siyasal ve ekonomik nüfusa sahip olduğunu ve Washington’da çok etkin olduğunu belirtmekte fayda var.

Buna karşılık, silah kontrolünü savunan, liberal gruplar ise, bu maddenin, yazıldığı 1791 tarihi göz önüne alınarak yorumlanması gerektiğini, bu nedenle de bireysel anlamda değil de kolektif anlamda eyaletlere kendi güvenliklerini sağlamaları için düzenli bir milis gücü oluşturmak amacıyla halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı olduğunu dile getirmekteler. O dönemlerde düzenli bir ordunun varlığından pek de söz edilemeyeceği için, yapılan bu değişikliğin düzenli bir milis gücü’nü kastettiği, bu gruplar ve daha birçok tarihçi ve anayasa uzmanı tarafından dile getirilmekte.

Ancak, 70’li ve 80’li yıllarda yükselen modern muhafazakâr hareketin etkisiyle ve güçlü silah lobisi RNA gibi örgütlerin çalışmalarıyla, II. Değişiklik Maddesi’nin geleneksel yorumu bir kenara bırakılıp, “bireylere silah bulundurma ve taşıma hakkı” tanıdığı şeklindeki yorum güç kazandı ve ülkedeki hâkim görüş olmayı başardı.

Muhafazakar ağırlıklı, Amerika Yüksek Mahkemesi’nin 2008 yılındaki tarihi “District of Columbia v.Heller” kararı da II. Değişiklik maddesi’nin daha önceki mahkeme yorumlarının aksine “bireylere silah bulundurma ve taşıma hakkı” verir şeklinde yorumlaması da silah savunucularını iyice güçlendirdi.

Amerika’da artık sıradan bir hale gelen bu tür silahlı saldırıların son kurbanlarının 20’sinin küçük çocuklar oluşu kamuyoundaki tepkiyi ve üzüntüyü iyice arttırmış durumda.

Bu nedenle de silah edinmenin ve kullanılmasının kontrol edilmesinin gerekliği üzerine tartışmalar da artmış durumda. CBS Televizyonun 14-16 Aralık tarihleri arasinda yaptığı bir kamuoyu araştırmasında silah kontrolü yasasına desteğin, geçen ilkbahardan bu yana % 18’lik bir artış göstererek, son 10 yıldaki en yüksek seviyesine çıktığı görülmekte. 18 Aralık günü açıklanan bu anketin sonuçlarına göre Amerikan toplumunun % 57’si mevcut silah kontrolü yasalarının daha da katılaştırılması konusunda hemfikir.

Başkan Barack Obama’nın bireysel silahlanmaya karşı olduğu biliniyor. Ancak Obama şimdiye kadar çok güçlü olan silah lobisine karşı pek de ses çıkartamadı. Fakat Newton kasabasındaki saldırının yarattığı kamuoyu tepkisi ve gittikçe büyüyen  silah kontrolünün güçlenmesi konusundaki halk desteğini kullanmak isteyen Başkan Obama sesini oldukça yükseltmekte. Pazar günü saldırının olduğu Connecticut eyaletinde yaşamını yitirenlerin ailelerini ziyaret ettiği sırada yaptığı konuşmada, Başkan Obama “benzer bir trajedinin tekrar yaşanmaması için elindeki tüm yetkileri kullanacağını” belirtti.

Kamuoyunda popüler bir kişiliğe sahip, New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg de bireysel silahlanmanın sınırlandırılmasına ilişkin tartışmalara katılarak, Başkan Obama ve Kongre’ye bu tür saldırıları önlemek için acil bir eylem planı ortaya koyma çağrısında bulundu. Kongredeki Demokratlar da bireysel silah kullanımının sınırlandırılması için çalışmalara başlamış durumdular. Bu amaçla Kaliforniya eyaleti Senatörü Dianne Feinstein önderliğinde yeni bir tasarı hazırlandığı bilinmekte. Bununla birlikte Cumhuriyetçi Parti saflarından Demokratların tasarısına destek konusunda fazla bir ses çıkmasa da, eskisi gibi ateşli bir savunuculuk da gözlenmiyor.

Elbette ki bu konunun yakın zamanda bir çözüme kavuşması pek de kolay değil. Çünkü RNA ve silah lobisi o kadar güçlü ki, birçok Temsilciler Meclisi ve Senato üyesi onlara karşı bir tavır takınmaktan sakınıyorlar. Her silahlı toplu öldürme  olayından sonra bireysel silahlanmanın sınırlandırılması tartışmaları yapılmakta ama bu tartışmalar ne yazık ki sonradan unutulup gitmekte. Şimdiye kadar 28 kişinin ölümüne sebep olan Sandy Hook İlkokulu saldırısı  konusunda bir açıklama yapmayan ve eleştirilerin odak noktası haline gelen Ulusal Silah Derneği, NRA’nin tavrı da merakla beklenmekte.

Fakat görünen o ki silah savunucuları, bireysel silahlanmanın sınırlandırılması yerine, daha fazla silahlanıp, herkesin kendisini silahla savunması gerektiğini söylemekteler. Hatta o derece ileri gidiyorlar ki okuldaki öğretmenlerin bu tür saldırıları önlemek için silah bile taşıması gerektiğini savunanlar televizyonlarda boy göstermekteler. Öbür taraftan ise silah karşıtlarının sesi de gün geçtikçe yükselmekte ve yeni ölümlerin olmaması için yoğun bir çalışma devam etmekte. Bugün yani Çarşamba günü kamuoyuna yansıdığı gibi Başkan Obama yardımcısı Joe Biden’ı ki kendisi silah kullanımının sınırlandırılması cabalarının en etkin isimlerinde bir tanesi, bu konuda yürütülecek cabaları yürütmesi için görevlendirdi.

http://www.ilkehaber.com/yazi/amerikadaki-okul-saldirisinin-yarattigi-sok-ve-silahlanma-sorunu-6293.htm

Amerika’daki Okul Saldırısının Yarattığı Şok ve Silahlanma Sorunu

Amerika halen geçen Cuma günü meydana gelen silahlı saldırının şokunu yaşamakta. Connecticut eyaletine bağlı Newtown kasabasındaki Sandy Hook İlkokulu’nda 28 kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan silahlı saldırı, halkın Kristmıs yani Noel heyecanını ve geleneksel hazırlıkları da büyük oranda dondurdu.

Bilindiği gibi, bu korkunç saldırıyı gerçekleştiren Adam Lanza, okula gitmeden önce kendi annesini öldürmüş, daha sonra da saldırıyı gerçekleştirmiş ve en sonunda da intihar etmişti.

Amerika’da 21 yaşını dolduran herkes kendini savunmak için, yaşadığı eyalette federal hükümet tarafından ruhsatlı bir yetkili satıcıdan yasal olarak ateşli silah kullanma ve taşıma hakkına sahip.

Bu durumun yasal kaynağı ise Amerikan Anayasası’na 15 Aralık 1791 tarihinde eklenen “Second Amendment” yani II. Değişiklik maddesi. Bu madde şu şekilde: “Özgür bir eyaletin güvenliği için düzenli bir milis gücü zorunlu olduğundan, halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı ihlal edilemez.”

Bu değişik, yorumlara açık, muğlak madde, başını Ulusal Silah Derneği’nin (NRA) çektiği ve silah hakkını ateşli bir şekilde savunan, muhafazakâr gruplar tarafından anayasanın bireysel silah bulundurma ve taşıma hakkını garanti altına aldığı şeklinde yorumlanmakta. Ulusal Silah Derneği’nin milyonlarca üyesiyle, çok güçlü siyasal ve ekonomik nüfusa sahip olduğunu ve Washington’da çok etkin olduğunu belirtmekte fayda var.

Buna karşılık, silah kontrolünü savunan, liberal gruplar ise, bu maddenin, yazıldığı 1791 tarihi göz önüne alınarak yorumlanması gerektiğini, bu nedenle de bireysel anlamda değil de kolektif anlamda eyaletlere kendi güvenliklerini sağlamaları için düzenli bir milis gücü oluşturmak amacıyla halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı olduğunu dile getirmekteler. O dönemlerde düzenli bir ordunun varlığından pek de söz edilemeyeceği için, yapılan bu değişikliğin düzenli bir milis gücü’nü kastettiği, bu gruplar ve daha birçok tarihçi ve anayasa uzmanı tarafından dile getirilmekte.

Ancak, 70’li ve 80’li yıllarda yükselen modern muhafazakâr hareketin etkisiyle ve güçlü silah lobisi RNA gibi örgütlerin çalışmalarıyla, II. Değişiklik Maddesi’nin geleneksel yorumu bir kenara bırakılıp, “bireylere silah bulundurma ve taşıma hakkı” tanıdığı şeklindeki yorum güç kazandı ve ülkedeki hâkim görüş olmayı başardı.

Muhafazakar ağırlıklı, Amerika Yüksek Mahkemesi’nin 2008 yılındaki tarihi “District of Columbia v.Heller” kararı da II. Değişiklik Maddesi’nin daha önceki mahkeme yorumlarının aksine “bireylere silah bulundurma ve taşıma hakkı” verir şeklinde yorumlaması da silah savunucularını iyice güçlendirdi.

Amerika’da artık sıradan bir hale gelen bu tür silahlı saldırıların son kurbanlarının 20’sinin küçük çocuklar oluşu kamuoyundaki tepkiyi ve üzüntüyü iyice arttırmış durumda.

Bu nedenle de silah edinmenin ve kullanılmasının kontrol edilmesinin gerekliği üzerine tartışmalar da artmış durumda. CBS Televizyonun 14-16 Aralık tarihleri arasında yaptığı bir kamuoyu araştırmasında silah kontrolü yasasına desteğin, geçen ilkbahardan bu yana % 18’lik bir artış göstererek, son 10 yıldaki en yüksek seviyesine çıktığı görülmekte. 18 Aralık günü açıklanan bu anketin sonuçlarına göre Amerikan toplumunun % 57’si mevcut silah kontrolü yasalarının daha da katılaştırılması konusunda hemfikir.

Başkan Barack Obama’nın bireysel silahlanmaya karşı olduğu biliniyor. Ancak Obama şimdiye kadar çok güçlü olan silah lobisine karşı pek de ses çıkartamadı. Fakat Newton kasabasındaki saldırının yarattığı kamuoyu tepkisi ve gittikçe büyüyen  silah kontrolünün güçlenmesi konusundaki halk desteğini kullanmak isteyen Başkan Obama sesini oldukça yükseltmekte. Pazar günü saldırının olduğu Connecticut eyaletinde yaşamını yitirenlerin ailelerini ziyaret ettiği sırada yaptığı konuşmada, Başkan Obama “benzer bir trajedinin tekrar yaşanmaması için elindeki tüm yetkileri kullanacağını” belirtti.

Kamuoyunda popüler bir kişiliğe sahip, New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg de bireysel silahlanmanın sınırlandırılmasına ilişkin tartışmalara katılarak, Başkan Obama ve Kongre’ye bu tür saldırıları önlemek için acil bir eylem planı ortaya koyma çağrısında bulundu. Kongredeki Demokratlar da bireysel silah kullanımının sınırlandırılması için çalışmalara başlamış durumdular. Bu amaçla Kaliforniya eyaleti Senatörü Dianne Feinstein önderliğinde yeni bir tasarı hazırlandığı bilinmekte. Bununla birlikte Cumhuriyetçi Parti saflarından Demokratların tasarısına destek konusunda fazla bir ses çıkmasa da, eskisi gibi ateşli bir savunuculuk da gözlenmiyor.

Elbette ki bu konunun yakın zamanda bir çözüme kavuşması pek de kolay değil. Çünkü RNA ve silah lobisi o kadar güçlü ki, birçok Temsilciler Meclisi ve Senato üyesi onlara karşı bir tavır takınmaktan sakınıyorlar. Her silahlı toplu öldürme  olayından sonra bireysel silahlanmanın sınırlandırılması tartışmaları yapılmakta ama bu tartışmalar ne yazık ki sonradan unutulup gitmekte. Şimdiye kadar 28 kişinin ölümüne sebep olan Sandy Hook İlkokulu saldırısı  konusunda bir açıklama yapmayan ve eleştirilerin odak noktası haline gelen Ulusal Silah Derneği, NRA’nin tavrı da merakla beklenmekte.

Fakat görünen o ki silah savunucuları, bireysel silahlanmanın sınırlandırılması yerine, daha fazla silahlanıp, herkesin kendisini silahla savunması gerektiğini söylemekteler. Hatta o derece ileri gidiyorlar ki okuldaki öğretmenlerin bu tür saldırıları önlemek için silah bile taşıması gerektiğini savunanlar televizyonlarda boy göstermekteler. Öbür taraftan ise silah karşıtlarının sesi de gün geçtikçe yükselmekte ve yeni ölümlerin olmaması için yoğun bir çalışma devam etmekte. Bugün yani Çarşamba günü kamuoyuna yansıdığı gibi Başkan Obama yardımcısı Joe Biden’ı ki kendisi silah kullanımının sınırlandırılması cabalarının en etkin isimlerinde bir tanesi, bu konuda yürütülecek cabaları yürütmesi için görevlendirdi.

http://www.ilkehaber.com/yazi/amerikadaki-okul-saldirisinin-yarattigi-sok-ve-silahlanma-sorunu-6293.htm

Amerika’nın Olası Suriye Politikası ve Kürtler

12 Aralık 2012 Çarşamba

Mutlu Çiviroğlu

Obama yönetimi, Suriye politikasında bir takım değişiklikler olacağını son zamanlarda sıkça dillendirmekte. Suriye’deki durum karşısında hem iç kamuoyundan, hem de dışardan sert bir şekilde eleştirilen Başkan Barack Obama’nın seçimi kazandıktan sonra biraz daha rahatladığını düşünürsek bu konuda değişiklikler beklemek pek de hayalci olmaz.

Ancak meydana gelebilecek politika değişikliklerinin pek de radikal olacağı düşünülmemeli. Çünkü, Obama’nın dış politikasının temelinde pasifist bir yaklaşım söz konusu, yani olaylara askeri müdahale ile değil de diplomasi ve diyalog ile çözüm arayışı içinde. Bu durum aslında Demokratlarla Cumhuriyetçilerin dış politikadaki en keskin farklılıklarından bir tanesi. Zaten Barack Obama’nın seçim dönemindeki en büyük argümanlarından bir tanesi de Irak’taki askeri varlığı sona erdirmek, yani ülkeyi bir savaştan kurtarmak ve askeri birlikleri Afganistan’dan 2014 yılı sonunda tamamen çekmeyi takvime bağlamak.

Tekrar Suriye konusuna dönersek, bu ülkeye bir askeri müdahale beklemek, Esad rejiminin kimyasal silah kullanması dışında şu an için pek de mümkün görünmüyor. Başkan Obama geçen hafta yaptığı konuşmada bu durumu kendi hükümeti için “kırmızı nokta” olarak sert bir şekilde vurguladı.

Peki, askeri müdahale gündemde değilse Amerikan yönetimin politika değişikliği ne temelde olacak?

Bu soruya Dışişleri Bakanlığı’nın 10 Aralık tarihinde yayınladığı bildirgede ulaşmak mümkün. Buna göre ABD’nin Suriye politikası, Washington’dan ve Avrupa’dan gelen baskılar sonucu yeniden düzenlenen ve daha katılımcı olduğu öne sürülen, yeni bir yönetim oluşturan Suriye Ulusal Konseyi (SNC)’nın desteklenmesi anlamına geliyor. SNC desteklenirken de Suriye’nin barışçı, demokratik, tüm etnik ve dinsel azınlıkları kapsayıcı bir netlikte olması gerektiği özellikle vurgulanıyor.

Bu temelde Amerikan yönetimi Başkan Barack Obama’nın 11 Aralık’ta yaptığı açıklamayla Suriye Ulusal Konseyi’ni resmen tanıdı. Obama, Suriye Muhalif Ulusal Konseyi’nin yeterince kapsayıcı olduğunu dile getirerek, yeni yapılanmanın “Suriye halkının meşru temsilcisi” olduğunu belirtti.

Zaten devam etmekte olan ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla yürütülen insani yardımın dışında en göze çarpan şey, silah kullanmayan Suriye muhalefetine silah içermeyen, muhalefet, yerel meclisler ve kitle örgütleri de dâhil olmak üzere, sivil toplum örgütlerini desteklemek için kullanılmak üzere yaklaşık 50 milyon dolarlık yardım yapılması öngörülüyor.

Barack Obama yönetimi bu yardımı, Suriye’deki şiddet kullanmayan (non-violent) muhalefete, içinde ülke genelinde etnik ve dinsel azınlıklarından oluşacak aktivistlerin yer alacağı ve Suriye halkları arasında birliği pekiştirecek ve ülkenin demokratik sisteme geçişini hızlandıracak bir ağ kurulması amacıyla yapacağını dile getirmekte.

Peki, Amerika’nın Suriye politikasında Kürtler nerede yer alıyor?

İngiltere ve Fransa gibi, Washington da Kürtlerin içinde yer almadığı bir Suriye muhalefetinin eksik olacağı konusunda hemfikir. Bu nedenle de Obama yönetiminin Kürtlerin muhalefete aktif olarak katılması konusunda birçok açıklaması oldu.

Aslında Washington Kürtlere önem de veriyor. Geçen Mayıs ayında Dr. Abdulhakim Beşar Başkanlığındaki Kürt Ulusal Konseyi (KNC) heyeti resmi davetli olarak Washington’a gelmiş, Dışişleri ve Beyaz saray yetkilileri ile görüşmeler yapmıştı. Yine, basına pek yansımasa da, Demokratik Birlik Partisi (PYD)’nin Dış İlişkiler Sorumlusu Dr. Alan Şemo da birkaç hafta önce, Amerika’nın en saygın düşünce kuruluşlarından biri olan Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın (Carnegie Endowment for International Peace) davetlisi olarak Washington’a gelmiş ve partisinin görüşlerini Amerikan kamuoyu ile paylaşma fırsatı bulmuştu. Washington’daki think-tank’larda PYD’ye karşı bir merak olduğu pek de gizli bir durum değil.

Abdulbasit Seyda ve diğer bazı şahsiyetlerin içinde yer aldığı SNC’de temsil edilen Kürtler, Kürt Ulusal Konseyi (KNC) içinde yer alan irili, ufaklı on beşe yakın parti ve de PYD’nin başını çektiği Batı Kürdistan Halk Meclisi olmak üzere üç ayrı grupta temsil edilen Kürtlerin bu parçalı duruşu, birçok çevrenin kabul ettiği gibi kendileri için en büyük dezavantaj.

Son ulaşan haberlere göre, KNC Suriye Ulusal Konseyi’ne katılma kararı almış. Bu Kürtler için yarar mı getirir, zarar mı şimdiden kestirmek güç. Ama Kürtlerin, parçalı olarak değil de daha bütünlüklü bir şekilde, örneğin Yüksek Kürt Konseyi adı altında katılmalarının kendileri için en kadar faydalı olacağını görüştüğümüz birçok Kürt aydını ve siyasetçisi açıkça dile getirmekte.

Ayrıca son dönemlerde Suriye’de artan radikal İslamcı örgütlere karşı Kürtlerin bir duvar rolü üstlenmesi hem Washington Post gibi gazetelerce, hem de Obama yönetimi tarafından vurgulanmakta.

ABD’nin Suriye Büyükelçisi Robert Ford da 29 Kasım’da Middle East Institute (Ortadoğu Enstitüsü)’de yapılan Suriye ili ilgili bir konferansta bu duruma dikkat çekti ve Suriye muhalefetinin silahlandırılması konusu görüşülürken, yükselen radikal İslam’ın mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğinin altını çizdi. Ford konuşmasında bir El Qaide örgütlenmesi olan Jabhat al-Nusra’nın artan eylemlerine vurgu yapıp, Kürtlerin bu radikal gruplarla olan çatışmalarına dikkat çekti.

Büyükelçi Robert Ford’un da dile getirdiği gibi Amerikan yönetimi bu tür unsurların varlığını, Suriye’deki krize barışçıl çözüm bulma umutlarına engel olarak görmekte.

Şurası bir gerçek ki kendi birliklerini sağlayabilen Kürtler, bu konu üzerinden de Amerika ve daha birçok ülkeden destek alabilirler. Ama bu da Kürtlerin kendi iç çekişmelerini bir kenara bırakıp, ortak paydalarda buluşup, akılcı politikalar üretmesine bağlı ki bu da Washington’dan göründüğü kadarıyla pek de kolay görünmemekte…

Not: Her ne kadar basında Kürt Ulusal Konseyi (KNC)’nin Suriye Ulusal Konseyi’ne katılma kararı alması yazılsa da, bugün (12 Aralık çarşamba) Türkiye saatiyle 16’da görüştüğüm, KNC’nin en etkili ismi olan Dr. Abdulhakim Beşar bu haberi yalanladı. Beşar böyle bir durumun söz konusu olmadığını ve kendilerinin Fas’ta yapılan “Suriye’nin Dostları” toplantısına davet edilmediklerini belirtip, bu yaklaşımı şiddetle eleştirdi.

http://www.ilkehaber.com/yazi/amerikanin-olasi-suriye-politikasi-ve-kurtler-6226.htm

Amerika’daki Mali Krize Bakış

 

Mutlu Çiviroğlu

08 Aralık 2012 Cumartesi

Bilindiği gibi Amerika, seçimlerin hemen ardından “mali uçurum” tartışmalarıyla meşgul durumda. Eğer 31 Aralık 2012’ye kadar Demokratlar’la Cumhuriyetçiler uzlaşmaya varamazlarsa “fiscal cliff” yani “mali uçurum” gerçekleşecek ki bu durumda eski başkan George W. Bush döneminde getirilen gelir ve istihdam vergi indirimlerinin vadesi dolacak.

Bu indirimler istihdam vergisi kesintileri ve orta sınıfı koruyucu vergiler ile bir takım geçici vergi kesintilerini içermekte. Eğer bir anlaşma sağlanamazsa vergiler otomatikman artmış olacak ve hangi sınıftan olursa olsun bütün vatandaşlar devlete daha fazla vergi ödemeye başlayacak. Ancak, bu vergi artışından en fazla etkilenecek olanlar dar gelirli ve orta sınıf Amerikalılar olacak. Her aile ortalama 2000 dolar daha fazla vergi ödeyecek ki bu da zaten zor durumda olan vatandaşları daha da olumsuz etkileyecek. Vatandaşların ödemek zorunda kalacakları bu ek miktar normal zamanda alışverişe ya da tatil gibi şeylere harcanacak paranın ekonomiye dönmemesi anlamına gelecek.

Mali Uçurum’un ikinci bir etkisi de kamu harcamalarında otomatik kesintilerin başlaması. Buna göre, yeni yılın başlamasıyla birlikte kamu harcamalarında kesintiler başlayacak, dar gelirli ve orta sınıfın yararlandığı sosyal programlarda küçülmeye gidilecek, işsizlik yardımı gibi bir takım sosyal programlar sona erecek.

Mali uçurum tehlikesi karşısında yani vergi politikası ve harcamalar konusunda iktidardaki Demokratlarla muhalefetteki Cumhuriyetçiler arasında tam zıtlık söz konusu. Demokratlar geliri 250 bin dolardan fazla olan, varlıklı kesimden daha fazla vergi alınması gerektiğini söylerken, Cumhuriyetçiler de vergilerin arttırılmasına kesinlikle karşı çıkıp, kamu harcamalarının azaltılması, yani devletin iyice küçülmesi gerektiği noktasında tavır sergiliyorlar.

Gelinen noktada Demokratlarla, Cumhuriyetçiler arasında bir mutabakat mümkün görünmüyor ama Başkan Barack Obama son dönemlerdeki açıklamalarıyla zenginlerin ödeyeceği vergilerin arttırılması konusunda taviz vermeyeceğini çok net bir şekilde dile getiriyor. Son günlerde yapılan kamuoyu anketleri bu halin bu konuda Başkan Obama’ya güçlü bir destek sunduğunu gösteriyor. İki gün önce yapılan güvenilir bir kuruluş olan Pew Research Center kamuoyu araştırmasına göre Amerikalıların % 53’u mali uçurumun gerçekleşmesi durumunda Cumhuriyetçileri bu olaydan sorumlu tutacağını gösterirken, halkın sadece % 27’si Başkan Obama’yı sorumlu tutacaklarını belirtmişlerdir.

Zaten Obama seçim kampanyasını da bu temelde yani “ülkenin zor dönemden geçtiği bu zamanda varlıklı insanlar daha fedakârlık yapması gerektiği” fikri üzerine kurmuştu ki bu da seçimi kazanmasında önemli bir rol oynamıştı. Obama kamuoyu desteğini arttırmak için çeşitli eyaletlerde halk toplantıları yaparken, özellikle de sosyal medya aracılığıyla Amerikan toplumu ile sürekli irtibat halinde olmaya özen göstermekte. Başkan Obama Twitter’da oluşturduğu, mali Uçurum’un meydana gelmesi durumunda sıradan vatandaşların ödemek zorunda kalacakları 2 bin dolara vurgu yapan, “#my2k” hesabi da çok aktif olarak çalışmakta. Bu nedenle de Obama’nın bu kriz karşısında eli her gecen gün daha da güçlenmekte ve Cumhuriyetçi Parti’nin Temsilciler Meclisindeki Başkanı John Boehner üzerindeki (Obama’nın zenginlere vergi artırımı önerisini kabul etmesi için oluşturulan) baskı ise her geçen gün artmakta.

Şu an için görülen o ki Obama seçimlerden elde ettiği başarı ve kamuoyu yoklamalarında kendisine artan derecedeki destekten dolayı toplumun % 2’sini oluşturan zenginlere vergi artırımı konusunda ısrarcı olacak. Bu durumda Cumhuriyetçiler ya Obama’nın planını kabul etmek zorunda kalıp, mali uçurumu engelleyecekler ya da uzlaşmaz tutumlarını sürdürüp mali krize sebep olacaklar ki o durumda ise toplumun sert tepkisiyle karışılacaklar.

http://www.ilkehaber.com/yazi/amerikadaki-mali-krize-bakis-6225.htm