BDP’nin Washington Ziyaretinin Ardından

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Mutlu Çiviroğlu

Washington, Başbakan Erdoğan’dan sonra Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş başkanı, Mardin Milletvekili Ahmet Türk ve Van milletvekili Nazmi Gür’den oluşan BDP heyetine ev sahipliği yaptı.

Dışişleri Bakanlığı, Avrupa ve Avrasya ile Türkiye ve Ortadoğu masalarından yetkilerle bir araya gelen heyet başta barış süreci olmak üzere ve BDP’nin tavrı, hükümetin atacağı adımlar, yeni anayasa, Suriye konuları da dahil olmak üzere çeşitli konuları Amerikalı muhatapları ile görüştü.

Ayrıca, Amerikan siyasetine yön veren ve dünya siyasetine de etki eden think-tank temsilcileri ile de bir araya gelen heyet, bu düşünce kuruluşlarının uzmanları ve araştırmacıları ile de görüşmeler gerçekleştirdi.

Muhafazakar olarak bilinen Amerikan Girişim Enstitüsü ile Demokrasileri Savunma Vakfı ile ilk görüşmesine başlayan heyet daha sonra bağımsız olarak nitelenen Ortadoğu Demokrasi Projesi adlı think-tank ile görüşme gerçekleştirdi.

45647BDP heyeti daha sonra iktidara yakınlığı ile bilinen ve Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğü hakkında bir rapor yayınlayan Amerikan İlerleme Merkezi ile bir araya geldi ve Türkiye uzmanı Michael Werz’in da yer aldığı uzmanlarla görüştü.

Son olarak Amerika’nın en saygın düşünce kuruluşlarından biri olan ve uluslararası alanda kabul gören Carnegie Uluslararası Barış Vakfı ile biraya gelen heyet, burada da kendi görüşünü muhatapları ile paylaşıp, uzmanlardan ve gazetecilerden gelen soruları yanıtladı. Kendisiyle toplantı üzerine görüştüğüm, Carnegie’de misafir araştırmacı olarak bulunan Dr. Bayram Balcı bu görüşmenin Carnegie ve özellikle de kendisi için oldukça faydalı bulduğunu dile getirmişti.

Bu yukarda saydığımız ‘think-tank’lar en az hükümet yetkilileri kadar önemliler çünkü hazırladıkları raporlar , yaptıkları araştırmalar ve yazdıkları makaleler çok geniş kitlelere ulaşmakta ve Washington’daki karar mekanizmaları üzerinde oldukça önemli etkide bulunmaktalar. O nedenle de BDP’nin bu düşünce kuruluşları ile bir araya gelmesi ve kendi düşüncelerini paylaşması ve onlardan gelen soruları cevaplaması derin anlam ifade etmekte.

Fakat görüştüğüm gazeteci ve araştırmacıların dile getirdiği bir konu vardı ki o da bu ziyareti düzenleyenlerin izleyicilere acık, herkesin gelip katılacağı şekilde bir etkinlik düzenlememiş olmaları. Yukarda bahsettiğim toplantıların hepsi dar çerçeveli, kuruluş temsilciler ve özel davetlilerin bulunduğu dışarıya acık olmayan toplantılardı. Özellikle BDP’nin görüşlerini merak eden birçok gazeteci, araştırmacı ve üniversite öğrencisi ne yazık ki heyetle bir araya gelip, Türkiye’deki son gelişmeleri öğrenme fırsatı bulamadı; heyet üyelerine soru sorma imkanını elde edemedi ki bu da bir eksiklik olarak göze çarptı.

Programla ilgili bir başka eksiklik ise Washington’da Kürt toplumu tarafından düzenlenen halk toplantısına gazetecilerin de davet edilmesiydi. Gazetecilerle toplantının farklı bir zamanda yapılması gerektiğini dile getiren toplum üyeleri, gazetecilere ayrılan zamandan dolayı programın geç başladığını dile getirdiler. Ayni rahatsızlık gazeteciler arasında de gözlendi. Bazı gazeteciler hazırlamış oldukları soruları zaman darlığı nedeniyle Ahmet Türk’e sorma fırsatı bulamadılar. Dileğimiz bu konuya da dikkat edilmesi ve gazetecilerle yapılacak toplantının mutlaka halk toplantısından ayrı bir zamanda yapılması.

Tekrar görüşmelere dönecek olursak, Amerikan Kongresi’nde bulunan Kürt-Amerikan Dostluk Grubu (Kürtish-American Congressional Caucus) ile yapılan görüşmede ayrı bir öneme sahip.  BDP ilk kez kongredeki tek Kürt-Amerikan oluşumu olan ve hem Demokrat Parti’den hem de Cumhuriyetçi Parti’den 53 üyesi bulunan Kürt-Amerikan Dostluk Grubu ile bir aya geldi. Kurdistan Bölgesel Yönetimi Washington Temsilciliği, Diplomatik İşler Direktörü Karwan Zebari’nin de hazır bulunduğu görüşmeye Demokrat Eş başkan Jared S. Polis’in ve grup üyesi Cumhuriyetçi Dana Rohrabacher katıldı. Bu görüşmeyle önemli bulduklarını ifade eden Türk, “Grup üyeleri Kürt ve Türk halklarını bir araya getirecek ve iki kesimin birlikteliğiyle Ortadoğu’yu demokratikleştirecek bir projeyi destekleyeceklerini belirttiler” derken memnuniyetini dile getiriyordu. Genelde Irak Kürtleri ekseninde çalışma yapan grubun, Türkiye’deki Kürtler ile de görüşme yapması ve barış surecine destek sunması elbette ki önemli.

45645

Washington’da çözüm sureci ile Amerikalı akademisyenler, araştırmacılar ve gazeteciler tarafından sık sık dile getirilen “hükümet somut adımlar atmıyor ve üzerine düşeni yapmıyor” şeklindeki bazı kaygılar deneyimli siyasetçi Ahmet Türk’ün de dikkatinden kaçmadı. Kendisiyle Rudaw gazetesinin İngilizce baskısı için yaptığım özel söyleşide bu konuya değinen Türk, Amerika’daki aydınlar, siyaset bilimciler, demokratlar bu endişelerini dile getirmesini çok önemli bulduğunu söyledi ve bunun sadece Kürtlerin kaygısı olmadığının altını çizdi. Hükümet’in bu konudaki endişeleri ortadan kaldıracak yeni bir yol haritası ortaya çıkarmasını umut eden Türk, bunu da toplumla paylaşması gerektiğini belirtti.

Suriye’deki durum da BDP heyetinin Washington ziyaretinde sıkça öne çıkan bir başka konuydu. Hükümetin barış süreci ile ilgili kararının Suriye’deki gelişmelerle olan bağlantısı, PYD’nin durumu,  BDP’nin özelde Suriye’deki Kürtler, genelde ise tüm ülke hakkındaki düşünceleri merak edilen konulardı. Türkiye basınında iddia edilenin aksine “Kürtler Özgür Suriye Ordusu’na katılsın” seklindeki görüşlerin hiçbirini BDP heyetinin Washington ziyaretinde duymadık. Türk, birçok defa hem Ankara’nın hem de Batı’nın Suriye politikalarının yanlışlığına vurgu yapıp, Kürtlerin hesaba katılmadan hiçbir şeyin başarılamayacağını dile getirdi. Kendisiyle yaptığım röportajda “Suriye’de El Kaide ve El-Nusra’nın desteklediği bir muhalefet Suriye’ye ve Suriye Kürtlerine barış ve özgürlük getirmez” sözleri BDP’nin Suriye politikasını açıkça ifade ediyor aslında. Türk’ü memnun eden bir diğer husus da Amerika’da görüştükleri kesimlerin bu konudaki kaygı ve düşüncelerini çok iyi anladıkları idi.

45646

Washington’da son zamanlarda güçlenen kanı, Amerika’nın Suriye’deki Kürtlerin büyük çoğunluğu tarafından desteklenen PYD ile görüşmelere başlaması. Bu konuda yakın zamanda bir takım gelişmelerin olması ve PYD üst düzey yetkililerinin Washington’a davet edilmesi muhtemel. Bu tur görüşler son dönemlerde basında da sık sık dile getirilmekte. Ahmet Türk de Washington’da verdiği mesajlarda Suriye’deki Kürtlerin % 70’ini temsil eden PYD’nin mutlaka dikkate alınması gerektiğini, böyle bir gücün dışlanarak hiçbir sonuca varılamayacağını ifade ederken sadece Amerikalılara değil, PYD dışında kalan Kürt gruplarına da mesajlar veriyordu.

Sonuç olarak,  BDP’nin bu ziyaretinin başarılı geçtiği söylenebilir. Heyete ve özellikle de Ahmet Türk’e, Amerikalılar tarafından gösterilen ilgi bunun en iyi kanıtı. Kendisinin burada dile getirdiği görüşler muhtemelen önümüzdeki dönemde yayınlanacak bir takım makale, rapor ve araştırmalarda da kendini gösterecektir. Elbette bu sayede BDP’nin görüşlerinin Amerikan kamuoyuna ve daha geniş kitlelere yayılması mümkün olacaktır.

Burada görüştüğümüz birçok meslektaşımızın bir diğer dile getirdiği şey ise BDP’nin yılda bir kez yaptığı Amerika ziyaretini daha da sıklaştırması, en az üç, dört defa Washington’u ziyaret etmesi; hem basın, hem düşünce kuruluşları hem de hükümet yetkilileri ile ilişkilerini daha düzenli bir temele oturması.

Yine, Amerika’daki Kürt toplumu üyelerinin de benzer beklentileri olduğu da biliniyor. Heyeti görmek için Georgia eyaletinden Washington’a gelen Haymana’lı Ahmet Baran da BDP’nin daha sıklıkla Amerika’yı ziyaret etmesi gerektiğini, bu tür ziyaretlerin kitleye moral verdiğini dile getirmekte.Şunu da belirtelim ki Amerika’ya yapılan ziyaretlerde Türkiye’den gelen heyetleri yakında takip edenler sadece Türkiye Kürtleri değil. Washington çevresinde çoğunluğu oluşturan Iraklı ve İranlı Kürtler de BDP’ye büyük bir ilgi göstermekte. Zaten Amerikan Kongresi yakınlarındaki Marriott Otel’de düzenlenen halk toplantısına katılanların büyük çoğunluğu bu parçalardaki Kürtlerden oluşmaktaydı. Özellikle deneyimli siyasetçi Türk’e gösterdikleri büyük ilgi ve müthiş sevgi de dikkate değerdi.

BDP yöneticilerinin Amerika’daki Kürt toplumunun partiye gösterdikleri bu sahiplenmeyi de gözönüne alarak, bu ülkeye yönelik yeni bir program geliştirip, daha fazla ziyaretlerde bulunmaları kendileri için faydalı olacaktır. BDP bu şekilde hem kendi kitlesiyle daha sıcak ilişkiler kurma imkanı bulacak, hem de buradaki düşünce kuruluşları ve hükümet çevreleri ile de daha yakın görüş alışverişinde bulunma imkanını yakalayacaktır.

http://www.ilkehaber.com/yazi/bdpnin-washington-ziyaretinin-ardindan-7619.htm

Ahmet Türk: Amerikalılar da Kürt’süz bir Ortadoğu’nun Olamayacağını Görüyorlar

Amerika gezisini tamamlayan BDP heyeti, Washington’da yoğun ve oldukça kapsamlı bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Türkiye’de Kürt Sorunu “Çözüm Süreci” ve Kürdistan’ın diğer parçalarına ilişkin konuların ele alındığı temaslarda, Kürtlerin beklentilerini aktaran BDP heyeti, Amerikalı muhataplarına da, Kürtleri doğru anlamaları ve çözüme katkıda bulunmalarını beklediklerini iletti.

Heyete başkanlık eden Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Mardin Milletvekili Ahmet Türk, Türkiye’ye dönüşünden önce, Washington’da bulunan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’na verdiği mülakatta, Amerika’daki temaslarına ilişkin ve Suriye’deki durumla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

ABD’li yetkililerin, giderek Kürtlerin tezlerini anlamaya ve Ortadoğu’daki önemini kabul etmeye başladıklarını büyük bir memnuniyetle gördüklerini anlatan deneyimli siyasetçi Ahmet Türk’ün verdiği yanıtlar şöyle:

Sayın Türk, öncelikle ziyaretiniz hakkında biraz bilgi verir misiniz? Bu ziyareti önceki ziyaretlerle karşılaştırdığınızda, özellikle de “çözüm süreci” denilen böyle bir süreçten geçerken, Amerikalı yetkililerden ve düşünce kuruluşları temsilcilerinin yaklaşımlarında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

Tabii ki, Sayın Öcalan’ın başlattığı ve hükümetin de yer aldığı süreç herkes tarafından çok önemseniyor. Kalıcı bir barışa dönüşmesi konusunda herkeste bir umut var. Bir de yıllardan beri devam eden çatışmalı sürecin, hem Kürtlere, hem de Türkiye’ye birçok şey öğrettiğine inanıyorum.

Yine, Ortadoğu’da Kürtsüz bir demokratikleşmenin olmayacağı düşüncesi güçlenmeye başladı. Avrupa gibi, ABD de artık Kürtler demokratik haklarına ulaşmadan demokratik bir Ortadoğu’nun olamayacağını anlamaya başladı. Bu nedenle, Amerika’da yaptığımız görüşmelerde artık Kürtlerin bir aktör olduğunu, Kürtler olmadan sorunların çözülemeyeceğini dile getirdik. Kürtler dikkate alınmadan demokratik bir Ortadoğu’nun oluşamayacağı düşüncesinin Amerikalılar arasında da güçlendiğini hissettim ve gözlemledim.

45599

Kürtler bu konuda süreç ile ilgili, barışla ilgili ne kadar samimi olduklarını ortaya koydu. Ama süreçle ilgili bazı kaygılarımız da ortadan kalkmış değil. Elbette ki, Kürtler olumlu adımları atarken, hükümetin de güven verici adımları atması gerektiği beklentisi içinde. Biz, özellikle bu görüşmelerde ABD’ye bu sürecin çok önemli olduğunu, Türk ve Kürt halklarının bu süreci birlikte çözmesinin en doğru yol olduğunu söyledik. Ama Türkiye’de ya da Ortadoğu’da bir sorun varsa, sadece o ülkenin sorunu olarak kalmıyor, globalleşen bir dünyada böyle bir sorun tüm dünyanın sorunu haline dönüşüyor.

Bu nedenle de en son gelişmelerin gerçek şeklini anlatma, hem beklentileri ortaya koyma amacını taşıyoruz. Bir de, bu süreçte bir olumsuzluk geliştiğinde, çözümsüzlüğün sebebi kim, bunun çok doğru izlenmesi gerektiğini ve çözümsüzlüğe neden olacak duruşa karşı bir tepkinin veya en azından bu konuda bir uyarıcı, yol açıcı ve kolaylaştırıcı bir rol oynanması gerektiğini dile getirdik.

Bu sürecin başarısı diğer parçalardaki Kürtler ve Ortadoğu’nun genelini nasıl etkileyebilir?

Sizin de bildiğiniz gibi Suriye’de bir takım sıkıntılar var. Yine Ortadoğu’da benzer sıkıntılar var. Türkiye’nin barışı, Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli. Bütün bunlar,  ancak Türkiye Kürtlerle barıştığı zaman, Kürt Halkı ile Türk Halkı adil, eşit ve özgür bir ortaklığı geliştirdiği zaman mümkün. Zaten Türkiye bu durumun hem Ortadoğu’da kendine biçtiği rolünü oynaması, hem de diğer parçadaki Kürtlerle dostane ilişkileri sürdürmesi ve daha da geliştirmesi açısından büyük bir öneme sahip olduğunu görüyor. Kürt Sorunu çözülmeyen Türkiye Ortadoğu’da etkin bir rol oynayamaz. Başbakan Erdoğan da bunun farkında. Ama Kürtlerin haklarını ne kadar içselleştirmiş o önemli. Kürt Sorunu çözülmediği takdirde, Türkiye Ortadoğu’da öncülük yapamaz ve önemli bir aktör olamaz. Bugün Ortadoğu’nun dört parçasında Kürtler yaşıyor ve onların da yüzü Türkiye’ye dönük, çünkü bin yıllık ortak geçmişimiz var. Ankara’nın bu noktayı iyi anlayıp, ona göre politikalar belirlemesi gereklidir.

Demin de söylediğim gibi, içinden geçtiğimiz süreç oldukça önemli ve biz bu süreci destekliyoruz. Ama bu süreçte gerçekten çözümsüzlüğün nedeni Kürtler midir, devlet midir bunun da artık ortaya çıkması gerekli ve biz bunun çok iyi bir şekilde izlenmesini istiyoruz. Bu noktaları dile getirme ve bu konuda kolaylaştırıcı rol almaları konusunda Amerikalı yetkililerden taleplerimiz oldu. Türkler ile Kürtler arasında devam edecek olan bu süreçte Amerika’nın cesaret verici bir rol oynaması oldukça önemli.

Peki Sayın Türk, tam da bu konuda geçenlerde Huffington Post’da çıkan, David Phillips imzalı bir yazıya dikkatinizi çekmek istiyorum. Phillips, “ABD süreci cesaretlendirmeli, PKK’yi ‘Terörist Örgütler Listesi’nden çıkarmalı” diyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bildiğiniz gibi, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler çok farklı. Yani, Amerika kolay kolay Türkiye’nin tepkisini alacak bir şeyin içinde olmaz bu aşamada. Ama çözümsüzlüğün nedeninin devletin olduğunu biz çok doğru bir şekilde ortaya koyabilirsek, bu durum elbette değişecektir. Ben aslında Avrupa’dayken bu konudaki düşüncemi söyledim. Dedim ki, “Bu barışçıl çözümü gerçekleştiren Kürtlerin halen terörist listesinde olması çözmek istemeyenleri cesaretlendirir.”

45600

Kürtler eşitlik, adalet, özgürlük, barış mücadelesi verirken, Türkiye dünyaya hep şu mesajı verdi: “Benim ülkemde terörizm var ve ben bu terörizmle uğraşıyorum.” Kürtlerin hak, hukuk, adalet ve özgürlük taleplerini saklamaya çalıştı ve dünya da bu hak ve özgürlükler konusunda Türkiye’yi uyaran ciddi bir yaklaşım göstermedi. Bu nedenle Kürtlere karşı bu tutumun mutlaka değişmesi gerekir. Kürtleri bugün bu şekilde terörize ederek anlatanlar yarın öbür gün dünyaya ne diyecek?

Elbette ki, önümüzdeki günlerde dünya bu konuyu daha çok tartışacak. Çözümsüzlüğün nedeni kim, kim çözmek istemiyor bunlar tartışılacak. Şimdi bizim burada hiç bir endişemiz yok, çünkü Kürtler örgütlü ve kendi güçlerine güveniyorlar. Ancak, bu barışçıl sürecin önünde Kürtlerin olmadığını da artık dünyanın görmesi lazım. Biz, bu nedenle çok rahatız. Barış olursa elbette çok mutlu oluruz. Ama barışı istemeyenlerin gerçek yüzünü ortaya çıkarmak da önemlidir.

Bu arada Kongre’deki Kürt-Amerikan Dostluk Grubu ile bir görüşmeniz oldu ki ilk defa bir BDP heyeti bu grupla bir görüşme gerçekleştirdi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kürt-Amerikan Dostluk Grubu önemli bir oluşum ve her iki partiden 50’den fazla üyeden oluşmakta. Bu görüşme bizim açımızdan oldukça önemliydi. Grup üyeleri Kürt ve Türk halklarını bir araya getirecek, iki kesimin hukukunu oluşturacak ve iki kesimin birlikteliğiyle Ortadoğu’yu demokratikleştirecek bir projeyi destekleyeceklerini belirttiler.

Pazartesi günü yaptığınız açıklamada, “Türklük” üzerine demeciniz farklı aksettirilmişti çeşitli basın kuruluşlarında. Bu konuda ve yeni anayasa konusunda neler söylemek istersiniz?

Burada çok iyi anlaşılması gerekir. Sayın Kılıçdaroğlu, “Biz Türklükten vazgeçmeyiz” diyor. Ben de ona atıfta bulundum. Biz, halkların kardeşliğini istiyoruz. Türk halkının da özgürlüğünü istiyoruz, daha da özgürleşmesini istiyoruz. Biz bu inkar siyasetine karşı çıktığımızda “Efendim biz Türklükten vazgeçmeyiz” demek, aslında Kürtlerin ve farklı grupların özgürleşmesine karşı çıkmaktır. Biz burada inkar edilen halkların, grupların ve inançların haklarının anayasal güvence altına alınması lazım. Biz diyoruz, bu güvenceyi anayasa koyun, isterseniz Anayasa’da her sayfasında “Türk” yazın. Bizim için önemli olan bugün inkar ettiğiniz kimliklerin, kültürlerin güvence altına alınması ve örgütlenme hakkının tanınmasıdır. Biz bunu söylüyoruz!

Anayasa’ya “Türk” yazıyorsanız yazın, ona itirazımız yok. Ama “Türk” yazıyorsanız diğer gruplar, kimlikler ve kültürler de güvence altına alınmalıdır; yaşam hakkı, anadil hakkı, eğitim hakkı, tüm bunların güvenceye alınmasını istiyoruz. Bizim derdimiz Türkiye halkının kimliği ile ilgili değil ki. Bizim derdimiz inkar edilenlerin kimliğinin kabulü üzerinedir.

ABD’deki akademik çevrelerin ve Türkiye ve Kürtler üzerine çalışma yapan araştırmacıların üzerine yoğunlaştığı bir konu da hükümetin halen somut adımlar atmadığı ve bu süreçte üzerine düşeni yapmadığı ve var olan beklentilerin karşılanmadığı şeklinde görüşler var…

Bakınız, bu bahsettiğiniz konu çok önemli bir konu. Ben daha önce hiç üzerinde durmadım ve hiçbir yerde de dile getirmedim. Biz toplumun bir hayal kırıklığı yaşamasını istemiyoruz. Hükümet’in yarın atacağı adımların, topluma bir an önce yansımasını istiyoruz. Güven verici bir ortam olmalı. İnanın ki, eskiden bize “Bunlar ne yaptı, ne yapacak?” diye soruluyordu. Ama bugün Amerika’da aydınlar, siyaset bilimciler, demokratlar bu endişelerini dile getiriyor. Bu çok önemlidir. Bu, sadece Kürtlerin kaygısı değil, başkalarının da kaygısı. Ben bunu gözlemledim. Bu önemli bir tespit. Umut ediyorum ki, bu konudaki endişeleri ortadan kaldıracak yeni bir yol haritası ortaya çıkar ve hükümet bu yol haritasını halkla, Kürtlerle, toplumla paylaşır.

Peki, öyle bir işaret görüyor musunuz Hükümet’ten?

Tabi ki olmasını istiyoruz. Bizim de endişelerimiz var, bizim de hükümete güvenmeye, tatmin olmaya ihtiyacımız var.

Biraz da Suriye konusuna değinmenizi istiyorum. Suriye’deki durum hakkında neler söylemek isterseniz? Son günlerde bazı Kürt partileri arasında bir sertleşme var…

Biz, Kürtler arasında bir ihtilaf çıkmasını asla istemeyiz. Umut ediyorum ki, bu sorun da diyalogla, uzlaşıyla çözülür. Ama şöyle bir gerçek de var ki, bugün halkın yüzde 70’ini temsil eden PYD’yi bazı gruplar yok sayıyor ve görmezlikten geliyor ki, bu yaklaşım doğru değil. Bunu yapanlar var. Böyle bir gücü bu süreçte ciddiye alıp, tartışıp, onlarla birlikte ortak bir demokratik birliği, ortak bir mücadele sürecini başlatmasanız başarılı olmazsınız. Kürtlerin ismini kullanarak, üç, beş kişilik gruplarla Avrupa’ya, Amerika’ya gelip, “Bunlar Kürtlerin temsilcisi derseniz, PYD Kürtleri temsil etmiyor” derseniz tabi ki sıkıntılar ortaya çıkar.

Siz görüşmelerinizde Suriye ili ilgili, özellikle de oradaki Kürtlerle ilgili ne tür tavsiyelerde bulundunuz?

Ben, bu söylediklerimi Amerikalılara da açıkça ifade ettim. Kürtlerin yüzde 70’ni temsil eden PYD’yi muhalefetle uzlaştırmazsanız, arkasında üç beş kişinin bile olmadığı bir grubu, muhalefet de Kürtleri temsil ediyor diyerek muhalefetin yanında göstererek Kürtleri kazanmış olmazsınız. Buna benzer sıkıntılar var Suriye’de. Biz bunu başından beri biliyoruz.

Bazıları “Biz de partiyiz, bizi esas alın” diyerek, PYD’yi aşarak kendisine bir rol bir misyon biçmeye çalışıyor ki, bu doğru bir mantık değildir. Kürtlerin lehine değildir. Tabi ki, PYD de kucaklayıcı ve kapsayıcı olmalı, diğer partilerle daha iyi diyalog kurmalıdır. PYD de dikkatli olmalı, Kürtlerin kendi aralarındaki çelişkilerin büyümesini isteyen gruplara mahal vermemelidir.

Amerika’nın Suriye’ye yönelik en önemli kaygılarından birisi de El Kaide gibi radikal İslami örgütlerin varlığı. Bu durum Kürtler açısından bu ne ifade ediyor?

Ortadoğu’da demokrasiyi içselleştiren en önemli halk Kürtlerdir. Kürtler çok acılar çektiği için demokrasi mücadelesinin ne olduğunu, diğer farklı kimliklerin, kültürlerin ve özgürlüğün değerini biliyor. Suriye’de nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Kürtleri bu demokrasi mücadelesinin içine katmazsanız, dışarıdan getirdiğiniz güçlerle Esat’ı devirseniz nasıl bile nasıl bir demokrasi kuracaksınız? El Kaide’nin, Nusra’ın desteklediği muhalefet demokrasiyi getirebilir mi? Burada, Amerika’da bu konuyu görüştüğümüz kesimler bu kaygı ve düşüncelerimizi çok iyi anlıyorlar ve bu konuda gerçekten bizim haklı olduğumuzu açıkça ifade ettiler.

Peki, Sayın Türk, son olarak da Kürt Ulusal Konferansı hakkındaki görüşlerinizi de öğrenmek istiyorum. Konferansın ne zaman gerçekleşmesi öngörülüyor?

Konferansın hazırlığına yönelik çalışmaların hızlandığını biliyorum. Ama Suriye’deki partiler arasındaki çelişki ister istemez bizi düşündürüyor. Olağanüstü bir durum gelişmezse inanıyorum ki Kürt Ulusal Konferansı yakın tarihte gerçekleşecektir.

http://www.ilkehaber.com/haber/ahmet-turk-amerikalilar-da-kurtsuz-bir-ortadogunun-olamayacagini-goruyorlar-26276.htm

Başbakan Erdoğan’ın Washington Ziyareti ve Suriye

21 Mayıs 2013 Salı

Mutlu Çiviroğlu

Başbakan Erdoğan’ın Washington ziyareti oldukça önemliydi. Hem Erdoğan’ın üst seviyede karşılanması, hem de bakanlar ve işadamlarından oluşan geniş bir heyetle Washington’a gelmesi dikkat çeken noktalardı.

Başbakan Erdoğan’ın bu kadar önemli bir protokolle ağırlanmasına rağmen, ziyaretin en önemli gündem maddesini oluşturan Suriye konusunda istediklerini alamadığı da bir gerçek. Özellikle “uçuşa yasak bölge” konusunda beklentilerine Başkan Barack Obama destek sunmadı.

Ortak basın toplantısında dillendirildiği gibi Obama da “Esed gitmeli” diyor ama nasıl gideceği hakkında net bir şeyler söylemediği de bir gerçek. Obama‘ın baştan beri Suriye’ye askeri bir müdahaleye karşı olduğu kamuoyunca biliniyor. Hatta kendi yönetiminde bile bu konuda bir rahatsızlık olduğu, Amerika’nın Suriye’de akan kan konusunda bu kadar sessiz kalmasından rahatsız olan üst düzey yöneticilerin olduğu basına da yansıdı. Zaten yönetimin, Eylül ayında istifa eden eski Suriye politikası uzmanlarından Fred Hof’un da Başkan Obama ile düştüğü fikir anlaşmazlığı basına da yansımıştı.

Washington ziyaretinde ortaya çıkan durum, Obama’nın ısrarı sonucu, Erdoğan’ın İkinci Cenevre Görüşmeleri diye adlandırılan, Amerika ve Rusya’nın ev sahipliği yaptığı uluslararası konferansı desteklemeye karar vermesi. Washington’da hakim olan kanı o ki Erdoğan en azından bu konferansın sonuçlarını bekleyecek ve çıkacak sonuçlara göre Suriye politikasında değişikliğe gidecek. Muhtemelen konferansın başarısız olması durumunda ki, bu çok güçlü bir olasılık, Ankara’nın Washington’u kendi argümanlarına ikna etmesi daha kolay olabilir.

45456Ama yine de, Obama’nın askeri operasyon ve uçuşa yasak bölge gibi alternatiflere sıcak bakmadığının altını çizmekte fayda var. Bu aslında biraz da Obama‘nın ana siyaseti; yeni savaşa girişme, Irak ve Afganistan’daki askerleri geri çek ve savunma harcamalarını en aza indirip, o kaynakları yeni iş istihdamında kullan. Başkan Bush döneminde devralınan bütçe açığı ve ekonomik kriz zaten tam olarak da atlatılmış değil. O nedenle de Obama’nın askeri bir seçeneği devreye sokması “kırmızı çizgi” olarak adlandırdığı kimyasal silah kullanımı dışında çok zor. İngiltere, Fransa ve Avrupa’nın aksine Obama kimyasal silahların Esed rejimi tarafından kullanıldığı konusuna ikna olmuş değil. Tam tersine, kimyasal silah kullanan kesimin muhalifler olduğu düşüncesi burada daha yaygın. Ayrıca, daha önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz gibi, Amerikan yönetimi El Nusra Cephesi ve Guraba El-Şam gibi, El Kaide’ye bağlantısı olan radikal örgütlerin Suriye’deki varlığına ve Ankara’nın da bu gruplara olan desteğinden oldukça rahatsız. Muhalifleri silahlandırmanın önündeki en büyük engellerden bir tanesi de bu silahların radikal grupların eline geçip, Amerika’ya karşı kullanılma riski ki bu da açıkça dillendiriliyor.

Başbakan Erdoğan’ın gündemindeki bir başka konu ise pek öne çıkmasa da, Ankara’nın Erbil ile artarak devam eden ticari ve ekonomik ilişkileriydi. Washington’a hareket etmeden önce Esenboğa Havaalanı’nda yaptığı basın toplantısında bu konuda önemli açıklama yapan Başbakan Erdoğan, “Kuzey Irak yerel yönetimiyle petrol aramaya yönelik Exxon Mobil ile bir adım attık, ABD seyahatinde adımlarımızı olgunlaştıracağız” dedi. Erdoğan’ın bu açıklaması ile Washinton’u da Erbil ile olan ilişkilerine katmaya çalıştığı şeklinde yorumlandı. Bilindiği gibi, Obama yönetimi her iki taraf arasındaki doğrudan ilişkilerden Türkiye ile Kurdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkilerin, Bağdat’taki Maliki hükümetini İran’a daha da fazla yaklaştıracağı kaygısı taşımakta ve ekonomik olarak merkezi hükümete bağlı olmayacak Kürtlerim ilerde bağımsızlık ilan edebileceklerini düşünmekte. Bu tür telkinlere rağmen, Ankara’nın Erbil ile olan ilişkilerinde bir değişikliğin söz konusu olmadığı Enerji Bakanı Taner Yıldız tarafından burada düzenlenen basın toplantısında dile getirildi.

45454

“Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimle enerji anlaşmaları yapan 19 ülke ve 39 firma var, o yüzden Irak Anayasası onların yaptığı işlerde ihlal edilmiyor da Türkiye’nin yaptığı işlerde mi ihlal ediliyor. Bu doğru bir yaklaşım değil” diyen Bakan Yıldız, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle ilişkilerinin devam edeceğini belirtti.

Başbakan Erdoğan Washington gezisi sırasında, beklentilerin aksine, pek de “Barış Süreci” üzerine konuşmadı. Hem Brookings Enstitüsü’ndeki panelde, hem de Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)’nın Washington temsilciliğince düzenlenen “21. Yüzyılda Adalet ve Küresel Düzen” adli panelde bu konuya hiç değinmedi. Fakat Başkan Obama, Beyaz Saray’daki ortak basın toplantısında Erdoğan’ın bu konudaki cabalarından övgüyle bahsetti. “Türkiye’yi çok uzun süredir rahatsız eden PKK şiddetine yönelik tarihi ve barışçıl çözüm arayışları konusunda siz ve Türk halkının cesaretine yönelik takdirlerimi iletmek istiyorum. ABD, Türkiye’nin uzun süredir güvenliği sağlama noktasındaki arayışında yanında durmaktadır.”

Elbette ki Başkan Obama’nın bu sözleri, sürece bir destek anlamına gelmekte. Zaten Obama konuşmasının sonunda “Türkiye’nin hukukun üstünlüğü, iyi yönetim ve insan haklarını muhafazasına yönelik çabalarını destekleyecekleyiz” diyerek sürece desteklerinin devam edeceğine işaret etti.

Başbakan Erdoğan Türkiye’ye dönerken, Ahmet Türk ve Nazmi Gür’den oluşan BDP heyeti de bir takım temaslarda bulunmak üzere Pazar akşamı Washington’a ulaştı. Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve çeşitli düşünce kuruluşları ile bir araya gelecek olan BDP’nin temaslarını takip edecek ve önümüzdaki günlerde siz değerli İlke Haber okuyucularına aktaracağız.

http://www.ilkehaber.com/yazi/basbakan-erdoganin-washington-ziyareti-ve-suriye-7566.htm

Washington‘da ‘Barış Süreci’ Toplantıları ve Suriye’deki Son Durum

08 Mayıs 2013 Çarşamba

Mutlu Çiviroğlu

Türkiye’deki Barış Süreci ya da resmi adıyla Çözüm Süreci Washington’da da artan bir ilgiyle takip edilmekte. Birçok think-tank kuruluşu bu konu üzerine etkinlikler düzenlemekte, Kürt Sorunu ve Türkiye üzerine uzman konuşmacıları kamuoyu ile buluşturmakta. Geçen hafta içerisinde böylesine iki önemli panel gerçekleştirildi ki bahsetmeye değer.

Bunlardan ilki Çarşamba günü Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA)’nın Washington temsilciliğinde düzenlenen “Türkiye’nin Barış Süreci” konulu paneldi. Panele konuşmacı olarak katılan Pennsylvania eyaletindeki Lehigh Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve “Türkiye’nin Kürt Sorunu”adlı ünlü kitabın yazarı, Henri Barkey Türkiye’deki çözüm sürecinde beklentilerin yüksek olduğunu ve sürecin başarıyla ilerlemesi için yılsonuna kadar vatandaşlık gibi konularda yeni anayasal düzenlemelerin yapılmasının önemini vurguladı.

Barkey buradaki birçok uzmanın aksine Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorununu başkanlık sistemini getirmek için çözmek istediği fikrine de katılmadığını ifade etti. Ayrıca Kürtlerin kültürel ve siyasi haklarını kazanmasını ve de PKK’nın silahsızlanması gerektiğini belirtti.

Cuma günü gerçekleştirilen ve Ortadoğu Demokrasi Projesi (POMED) isimli düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen diğer bir panelde ise yine Kürt Sorunu tartışıldı. New York’taki St. Lawrence Üniversitesi’nde profesör olan Howard Eissenstat ile Christian Science Monitor gazetesinin eski Türkiye muhabiri, gazeteci Yigal Schleifer’in konuşmacı olarak katıldıkları etkinlikte ilginç tespitler dikkat çekiciydi.

Rudaw gazetesinin İngilizce baskısı adına kendisiyle görüstüğüm, Profesör Eissenstat hükümet ile PKK arasındaki görüşmeleri çok önemli bulduğunu ve desteklenmesi gerektiğini belirtmekle birlikte sürecin başarıya ulaşacağı konusunda pek de iyimser olmadığını vurguladı.

45214

“Kürtler önemli adımlar atıp, güçlerini sınır dışına çekmelerine rağmen, Türk hükümetinden bu adımlara cevaben henüz gözle görülür bir cevap gelmedi.”

Görüşmelerin yeni anayasa hazırlanmadan önce tamamlanmaması halinde Başbakan Erdoğan’ın Kürtlere sırtını dönüp, hiçbir hak vermeyeceği kaygısını taşıdığını ifade etti.

Hükümetle yapılan görüşmelerde BDP değil de, İmralı Adasında izole bir şekilde tutulan Abdullah Öcalan’ın başrol oynaması konusunda da kaygılarını dile getiren Eissenstat, Kürt toplumu içindeki geniş ve farklı kitleleri temsil ettiği için BDP’nin bu süreçte daha aktif rol oynaması gerektiğini söyledi.

Uzun süre İstanbul’da yasayan ve Türkiye’yi yakından tanıyan gazeteci Yigal Schleifer ise Murat Karayılan’ın 8 Mayıs’ta başlayacağını açıkladığı çekilme kararını güven inşası açısından olumlu bulduğunu dile getirdi.

Schleifer, Türkiye’nin “sıfır düşman” politikasının iflas ettiği, Avrupa Birliği üyelik sürecinin sönük olduğu ve de Amerika ile ilişkilerin kötüleştiği bir dönemde, Başbakan Erdoğan’ın yaratıcılığı sayesinde Kürt açılımına gelindiğini söyledi.

“Erdoğan böyle bir ortamda, yeni anayasa yapmanın da moraliyle Kürtlerin gücünü arkasına alarak bu süreci başlatmaya karar verdi.”

Kürtler arasında anadilde eğitim, anayasal reformlar ve Kürt kimliğinin tanınması gibi güçlü siyasi, sosyal ve ekonomik reform talepleri olduğunu hatırlatan Schleifer, hükümetin yakın zamanda bir takım adımları atması gerektiğini ifade etti.

“Hükümetin önündeki en önemli güçlüklerden bir tanesi süreç hakkında net bir bilgiye sahip olmayan Türk kamuoyunu Kürt Sorunu konusunda ne gibi fedakarlıklar yapılacağı konusuna hazırlaması gerekliliğidir.”

Birkaç hafta önceki yazımızda ABD Başkanı Barack Obama ve Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bölge gezilerinde detayları çizilen ve tüm bölgeyi ilgilendiren yeni düzenlemelere değinmiş, Kürtlerin de bu oluşumdaki olası aktif rolüne dikkat çekmiştik.

ABD, Avrupa Birliği ve Türkiye’nin karşı cephesinde yer alan İran merkezli Suriye, Hizbullah ve bir anlamda Irak’ın merkezi hükümetinin yer aldığı ve Rusya’nın da aktif destek verdiği Şii/Nusayri cephesinin Suriye’yi kaybetmemek için verdikleri mücadele dikkate değer. Geleneksel olarak ikinci gruba daha yakın olan PKK’nin, son Barış Süreci ile birlikte Irak ve Suriye Kürtleri ile birlikte Batı Cephesi’nde yer alacaklarını vurgulamıştık ki bu da Kürtler açısından ilk kez yaşanan bir durum.İran’ın devam eden sürece ilişkin rahatsızlığı şu günlerde basında sıkça işlenmekte. Zaten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan da Kandil’de Türkiye’den giden bir grup gazeteciye bu konuda önemli açıklamalarda bulunmuştu.

“Türkiye’deki süreç gelişmeseydi, olanaklarımız vardı ve savaşı daha ileri düzeye taşıyabilirdik” diyen Karayılan Türkiye’ye karşı olan birçok ülkeden destek sağlayabilme olanakları olduğunu açıkça ilan etmişti. Karayılan her ne kadar isim vermese de bu isimlerin en başında İran’ın geldiği herkes tarafından bilinmekte.

Suriye, NATO füze kalkanları ve Türkiye’nin Maliki hükümeti ile gergin ilişkileri nedeniyle Ankara ile arası oldukça kötü olan Tahran’ın hükümet ile PKK’nin görüşmeleri konusunda rahatsız olması pek de şaşırtıcı bir durum değil.

İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Kuvvetleri’nin komutanı Kasım Süleymani’nin Kandil’i çözüm sürecinden vazgeçirmek için daha fazla destek ve ağır silah sözü verdiği iddiaları zaten basında fazlasıyla yer almakta. İran’ın barış görüşmelerine olan rahatsızlığı sadece basın yoluyla süreci ve PKK’yi hedef alan açıklamalarıyla sınırlı kalmayıp, değişik biçimlerde kendini göstermesi de muhtemel.

Yine basında sıkça dile getirilen, Başbakan Erdoğan’ın bu süreci başlatarak risk aldığı fikri burada görüştüğüm yerli ve yabancı meslektaşlarımız tarafından da dillendirilmekte. Fakat gözlerden kaçan bir başka husus var ki, o da PKK’nin de böylesi bir riski taşıdığı. Hem İran’dan, hem Suriye’den, hem de Maliki hükümetinden ve diğer bazı güçlerden önemli derecede silah ve maddi destek alma imkanı bulunan bir örgütün kendisini çok güçlü hissettiği bir anda liderinin kararına uyarak, silahlı mücadelesini durdurması ve sınır dışına çekilme kararı alması üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir konu. Karayılan, devam eden süreci “bir devlet kararının sonucudur” diye isimlendirerek iyimserliğini ortaya koymakta ki bu iyimserlik birçok Kürt tarafından paylaşılmakta. Fakat Türkler arasında olduğu gibi, Kürt toplumu içeresinde de süreçten rahatsız olan çevrelerin olduğu da bir gerçek. Özellikle başın ve sosyal medya üzerinden PKK’yi ağır bir şekilde suçlayan çevrelerin tutumları göz önüne alındığında hem Abdullah Öcalan’ın hem de PKK’nin aldığı riskler daha iyi görülmekte.

Tekrar İran’ın sürece olan rahatsızlığına dönecek olursak, bu durumun Suriye’deki yansıması olarak, Esed güçleri son zamanlarda Kürtlere çok sert bir şekilde saldırdığı görülmekte. Başta Halep’in Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahalleleri olmak üzere, Efrin’e bağlı köy ve kasabalara ve Tirbespi’nin Hedade köyüne yapılan saldırılarda onlarca kişi yaşamını yitirirken, on binlerce kişi de evlerini terk edip daha güvenli bölgelere sığınmak zorunda bırakıldılar.

Birkac gün önce kendisiyle görüştüğüm Demokratik Birlik Partisi (PYD) Avrupa Temsilcisi Abdulselam Mustafa, Esed rejiminin İran ve Hizbullah’ın yardımıyla atağa geçtiğini ve daha önce muhaliflerin elinde olan bazı bölgeleri yeniden kontrolü altına almaya başladığını dile getirdi.

Esed rejimin son Kürtlere çok zamanlarda vahşice saldırarak onları bulundukları bölgelerden çıkarıp, Kürt mahallelerini insansızlaştırmayı hedeflediğini ifade eden Mustafa, 250 bini aşkın Kürdün Halep’ten çıkarak Efrin ve çevresine yerleştiğini dile getirdi.

Rejim güçlerinin son dönemlerde Qamışlo’ya yüklendiğini belirten Mustafa, hem Türkiye ile sınır bölgesi olması, hem de en büyük Kürt şehri olmasından dolay bu şehrin kontrolü altında kalması için caba Sart ettiğini ifade etti. “Rejim kendisi için stratejik öneme sahip ve şu an ilçe merkezi olan Qamışlo’yu vilayet merkezi yaparak şehrin Kürtlerin eline geçmesine engel olmaya çalışmakta.”

Türkiye’deki barış surecine de değinen PYD Avrupa Sorumlusu Mustafa, Kürtlerin artık statüsüzlüğü kabul etmeyeceğini ve Türk devletinin de artık PKK’yi silahla yenemeyeceğinin görüldüğünü iddia etti. “Biz PYD olarak bu süreci destekliyoruz çünkü sürecin başarılı olması hem dört parçadaki Kürtlere, hem de tüm Orta Doğu’ya büyük etkide bulunacaktır” diyen Mustafa iyimserliğini de ifade ediyordu.

http://www.ilkehaber.com/yazi/washingtonda-baris-sureci-toplantilari-ve-suriyedeki-son-durum-7482.htm