Washington’daki Kürt Konferansı’nın Ardından

Barış ve Demokrasi Partisi’nin ABD Temsilciliği tarafından Amerika’nın başkenti Washington’da düzenlenen “Yeni Ortadoğu’da Kürtlerin Rolü” konferansı Türkiye ve Amerika’dan seçkin konukları bir araya getirdi.
Washington'daki Kürt Konferansı'nın ardından

MUTLU ÇİVİROĞLU/ WASHINGTON

Ulusal Basın Merkezi’nde 28 Ekim Pazartesi günü yapılan konferansa Türkiye ’den BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve BDP Van Milletvekili Nazmi Gür’ün yansıra gazeteci Cengiz Çandar ve Amberin Zaman da konuşmacı olarak katıldılar. Konferansa katılımı büyük merakla beklenen Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanı Salih Müslim ise Avrupa’ya geçişi geciktiğinden, vize işlemlerini tamamlayamadığından konferansa ancak Skype yoluyla katılabildi.

Konferansın Amerikalı katılımcıları arasında ise Amerika’nın eski Türkiye ve Irak Büyükelçisi James Jeffrey, Columbia Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları, Barış Tesisi ve Hakları Programı Direktörü David L. Phillips, Amerikan İlerleme Merkezi’nden Michael Werz, Kürtler üzerine çalışmaları ile tanınan yazar Michael Gunter ve diğer birçok akademisyen ve gazeteci katıldı.

Radikal’e konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Washington temsilcilikleri tarafından düzenlenen bu konferansın çok başarılı geçtiğini ve gösterilen ilgiden oldukça memnun olduklarını dile getirdi. Böylesi etkinlikler sayesinde hem Amerikan kamuoyunun, hem de hükümet yetkililerinin Kürt sorununu bizzat muhataplarından duyma fırsatı yakaladıklarını söyledi. Bu konferansın bir ilk olduğunu hatırlatan Demirtaş, önümüzdeki yıllarda da böylesi çalışmalara devam edeceklerini belirtti.

Çözüm süreciyle ilgili konuşan Demirtaş, hükümete bir dizi eleştirilerde bulundu. Kürtlerin ortaya koyduğu çözüm önerilerinin Türkiye’yi zayıflatacak bir yaklaşım içermediğini kaydeden Demirtaş hükümetinin köklü bir değişime hazır olmadığını gördüklerini sözlerine ekledi.
“Hükümetin birkaç önemli adım atabilir. Örneğin Sayın Öcalan’ın dış dünya ile temasını kolaylaştıracak müzakerelere başlarsa, süreç bir kez daha hızlanabilir” diyen Demirtaş hükümetin Kürtlerle konuşuyor olmasını Kürtlere sunulmuş bir lütuf olarak gördüğünü ifade etti.

Başbakan Erdoğan’ın, Kürtlerden sadece kendileriyle konuştukları için mutlu olmalarını beklediğini söyleyen Demirtaş, aynı yaklaşımın Rojava için de sergilendiğini belirtti. “Hükümet Sayın Salih Müslim’den de Türkiye’ye davet edilip konuşulduğu için minnet duymasını beklemektedir” dedi.

PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ise Skype üzerinden görüntülü olarak yaptığı konuşmada Rojava’da birçok yabancı cihatçı El Kaide militanları ile savaştıklarını, bu kesimlerin sadece kendilerine değil, tüm insanlığa karşı olduklarını dile getirdi.

ABD hükümetine seslenen Müslim, özgürlük, barış ve demokrasi için yaptıkları mücadelede şu ana kadar yalnız bırakıldıklarını, Rojava halkına politik ve diplomatik desteğin verilmesi gerektiğini ifade etti. Rojava’da Araplar, Süryaniler ve diğer tüm azınlıklarla beraber, uyum içinde yaşadıklarını belirten Müslim, oluşturdukları sistemin tüm Ortadoğu için örnek bir model olduğunu, başta Amerika olmak üzere Batı dünyasının bu modele destek sunmaları gerektiğini vurguladı. Salonda bulunan hükümet yetkilileri ve gazetecilere seslenen Müslim, Rojava’ya gelerek durumu yerinde görmelerini istediklerini, bu tekliflerini kabul edecek herkese yardımcı olacaklarını ve güvenliklerini sağlayacaklarını sözlerine ekledi.

Gazeteci Cengiz Çandar ise konuşmasının başında BDP tarafından düzenlenen konferanstan övgüyle bahsederek, Washington’da böylesi başarılı bir konferansın düzenlenmesinin önemli bir adım olduğunu belirtti.

Konuşmasında ağırlıklı olarak çözüm süreci üzerine konuşan Çandar, sürecin birçok eksiği olduğunu, örneğin üzerinde anlaşılmış bir metinin bile olmadığını söyledi. ‘Süreç Başbakan Erdoğan’ın iki dudağından çıkan sözlere bağlı” diyen Çandar, Kürt halkının kendi kendini yönetme hakkı tanınmadan hiçbir sürecin sonuçlanmasının mümkün olmadığını vurguladı.

Gazeteci Amberin Zaman ise Rojava konulu panelde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin genelde Suriye, özelde ise Rojava politikasına değindi. Ceylanpınar ve Akçakale’ye yaptığı ziyaret sırasında görüştüğü insanların hükümetin radikal militanlara verdiği desteği anlattığını belirtti.

PYD’nin bölgedeki en örgütlü grup olduğunu, seküler karakteriyle Batı değerlerini paylaştığını söyleyen Zaman, ABD’nin Türkiye’nin politikasına uyarak, PYD’yi dost olarak görmemesinin anlamsız olduğunu ifade etti. Bu politikanın Washington’a fayda getirmediği gibi, Ankara’ya da yarar sağlamadığını dile getiren Zaman, Amerika’nın bir an önce PYD ile ilişki geliştirmesi gerektiğini söyledi. Salonda bulunan Demirtaş’ı işaret eden Zaman, Müslim’in de farklı bir konumda olmadığını, o nedenle de kendisinin de Amerika’ya davet edilmesi gerektiğini söyledi.

Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne baskı yaparak Rojava’ya ambargo uyguladığını söyleyen Zaman, Mesut Barzani’nin de Salih Müslim’in bölgeye geçişine izin vermeyerek Ankara’yı desteklediğini iddia etti. Oğlunu kaybetmiş bir baba olarak, Müslim’e yapılan bu davranışın hem Kürt geleneklerine göre, hem de insani açıdan çok büyük bir hayal kırıklığına yol açtığını söyleyen Zaman, Kürdistan Bölgesinde de birçok kişinin bu durumdan rahatsız olduğunu belirtti.

BDP Washington Temsilcisi Mehmet Yüksel, konferans sonunda Radikal’e yaptığı açıklamada konferansa gösterilen yoğun ilgiden memnun olduklarını söyledi. İlkini gerçekleştirdikleri bu konferansı her yıl düzenleyeceklerini belirten Yüksel, önümüzdeki senelerde çok daha başarılı etkinlikler düzenleyeceklerini, tek günlük konferans yerine, iki ya da üç gün devam edecek etkinlikler düzenleyeceklerini sözlerine ekledi.

Konferanstan Önemli Notlar
“Yeni Ortadoğu’da Kürtlerin Rolü” konferansı Kürtler tarafından düzenlenen ve kendilerini tartıştıkları ilk konferans olması itibariyle önem taşımakta. Ulusal Basın Merkezi gibi prestijli bir yerde düzenlenen konferansa ilgi beklenenden fazla oldu ve birçok kişi konuşmaları ayakta takip etti. Amerikan Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin yanı sıra, başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerin büyükelçikleri, Kürdistan Bölge Hükümeti temsilciliği yetkilileri, düşünce kuruluşu temsilcileri ve gazeteciler de konferansı izleyenler arasındaydı.

http://www.radikal.com.tr/dunya/washingtondaki_kurt_konferansinin_ardindan-1158120

Rojava Panel at the First Kurdish Conference in Washington, DC

Rojava (Kurdistan of Syria) panel at the First Kurdish Conference organized by the BDP on October 28, 2013 in Washington, DC
Moderator: Mutlu Civiroglu

Speakers: Alan Semo, Amberin Zaman, Christian Sinclair, Saif Badrakhan

Rojava Panel at the Kurdish Conference in Washington, DC

Rojava (Kurdistan of Syria) Panel at the Kurdish Conference in Washington, DC

The Kurdish Role in the New Middle East

The Kurdish Role in the New Middle East

Organized by Peace and Democracy Party (BDP) Representative Office in the U.S.

Date: Monday, 28 October 2013, 09:00 a.m. – 05:00 p.m.
Place: The National Press Club, Holeman Lounge
529 14th St NW Washington, D.C., 20045

The Kurds have emerged as crucial regional actors out of the rapid political transformations that have been sweeping the Middle East over the last decade. This trend has accelerated with the Arab Spring. The “Kurdish problems” that have been compartmentalized across the four nation-states in the Middle East are now more interconnected and more globalized. This has been pressuring Turkey, Syria, Iraq and Iran as well as global powers to revise their conventional Kurdish policies.

The Kurds have been viewed as an element of regional instability throughout the twentieth century. Recent political developments, however, strongly suggest that while the provision of justice for Kurds is essential for the restoration and maintenance of order in the Middle East, the Kurds themselves command valuable political, economic, social and human resources to contribute to the advancement of peace and stability for the states and peoples of the region in the twenty first century.

With such vision, we invite you to this conference which brings together academics, experts and politicians from Turkey, Syria, Iraq, Iran and the US to discuss the changing situation and role of the Kurds in the Middle East, with a particular focus on the developments in Turkey and Syria and the Kurdish National Conference to be held in Erbil in November 2013, and foster constructive dialogue among conference participants as well as with public opinion leaders and policy makers in the United States.

Session I:

The Kurds in a Changing Middle East
09:00 – 10:45 a.m.

Moderator: Dr. Hisyar Ozsoy (Assistant Professor of Sociocultural Anthropology, University of Michigan-Flint)

Speakers:

  • Salih Muslim (Co-Chair of the Democratic Union Party (PYD); Member of the Kurdish Supreme Council in Syria)
  • Kejal Rahmani (Prof. of Anthropology and a scholar with special interests in Mesopotamia)
  • Kirmanj Gundi (Department of Educational Administration College of Education Tennessee State University)
  • Karwan Zebari ( Director of Congressional and academic affairs for Kurdistan Regional Government of Iraq representation to the USA)

Question/Answer Session

Session II:

The Kurds of Syria and their Vision for the Future
11:00 a.m. – 12:30 p.m.

Moderator: Mutlu Civiroglu (Journalist, Political Analyst on the Kurdish Issue)

Speakers:

  • Alan Shemo (Member of Democratic Union Party (PYD) foreign affairs  Committee)
  • Amberin Zaman (Turkey Correspondent, The Economist magazine)
  • Saif Badrakhan (Representative of the Kurdistan National Congress- KNK in the USA)
  • Christian Sinclair (Assistant Director, Center for Middle Eastern Studies, University of Arizona; President, Kurdish Studies Association)

Question/Answer Session

Session III:

The Imrali Peace Process: Can Turkish-Kurdish Relations be Remade?
01:30 – 03:00 p.m.

Moderator: Prof. Mehmet Gurses (Associate Professor of Political Science, Florida Atlantic University)

Speakers:

  • Cengiz Candar (Journalist, Columnist)
  • Nazmi Gur (MP From Peace and Democracy Party – BDP)
  • Prof. Michael Gunter (Professor of Political Science, Tennessee Tech University)
  • David L. Phillips  (Director, Peace-Building and Rights Program Institute for the Study of Human Rights, Columbia University)

Question/Answer Session

Session IV:

The US, Turkey and the Kurds: Towards a New Vision
03:15 p.m. – 5:00 p.m.

Moderator: Michael Werz (Senior Fellow at the Center for American Progress)

Speakers

• Selahattin Demirtas (Co-chair of BDP)
Lincoln Davis (Former US Congressman, 2003-2011)
James Jeffrey (Former US Ambassador to Turkey)

Question/Answer Session

 

Rojava’ya Geri Dönüş!

Rojava’ya Geri Dönüş!
Ağustos ayı sonlarında Rojava’dan Irak Kürdistan Bölgesi’ne yapılan kitlesel göçten sonra birçok insanın kendi topraklarına dönmeye başladığı bildiriliyor. Biz de durumu yerinde görmek ve yetkililerden bilgi almak için Sêmalka Sınır Kapısı’nı ziyaret ettik ve kapı sorumlularından Mustafa Abdulaziz ile konuştuk.
Rojava'ya geri dönüş!
Abdulaziz (sağda), sınır kapısındaki gelişmeleri Radikal’e anlattı.

Haber: MUTLU ÇİVİROĞLU

Suriye ‘de iç savaşın başlaması ile birlikte Kürtlerin en yoğun olduğu bölgelerden Rojava’da da göç başlamıştı. Özellikle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sınırlarına doğru yoğun bir nüfus kayması oldu. Ancak bir süredir durumun tersine döndüğü ve gidenlerin geri dönmeye başladığı yönünde haberler geliyordu. Bu haberleri yerinde doğrulama fırsatı bulduğumuz Sêmalka Sınır Kapısı’nda sorumlu Mustafa Abdulaziz ile görüştük. YPG’ye bağlı güçler tarafından kontrol edilen sınır kapısındaki geri dönüşlere ilişkin bilgi veren Abdulaziz’in anlattıkları bölgede YPG ile Barzani yönetimi arasındaki gerilime dair de ilginç izlenimler içeriyor.

– Sayın Mustafa Abdulaziz Sêmalka Sınır Kapısı’nın son durumu nedir?
– Son durumu şu an için ‘geriye dönüş’ olarak değerlendirebiliriz. Her geçen gün kamplardan Rojava’ya dönenlerin sayısı giderek artıyor. Dün Kürdistan Bölgesi’nden Rojava’ya geri dönenlerin sayısı bin 300 kişiydi ve bu rakam gün geçtikçe artıyor. Son iki hafta içerisinde 10 bine yakın insanımız Rojava’ya geri döndü. Kamplarda kalan insanlarımız dönüyor çoğunlukla. Bölge insanı üzerinde bir siyaset yürütüldüğünü söyleyebiliriz. Açlık ve savaş politikasını bölgede yürüterek insanların topraklarından kaçmalarına neden oldular. Bu politikada bir yere kadar başarılı olabildiler ama geçen zaman bize gösterdi ki bu politikalar da boş çıktı. Ve insanlarımıza bu sevinçli haberi verebiliriz. Rojava’dan kaçan insanların çoğu topraklarına, evlerine dönmeye başladı.

– Peki, neden gittiler ve şimdi ne için dönüyorlar? Yani beklentileri, umutları gerçekleşemedi diye mi geri dönüyorlar?
– Belirtmek gerekir ki insanların buradan kaçırtılması da yürütülen bir politikanın sonucuydu. Bir taraftan insanlara saldırılar gerçekleşiyordu, diğer taraftan Türkiye ’nin sınır kapılarını kapamasıyla halkımız üzerinde çok sıkı bir ekonomik ambargo uygulandı. Aynı zamanda Kürdistan Bölgesi de Sêmalka Sınır Kapısı’nı kapattı. Bütün bunlara çeteci güçlerin saldırıları da eklenince insanlar canlarını kurtarmak için kaçmak zorunda bırakıldı. Sêmalka sınır kapısı da o dönem insanlar buradan kaçsın diye açıldı. Ama şimdi durum değişti. Rojava üzerine yapılan bütün saldırılar püskürtüldü. Öncelikle anlaşıldı ki çete güçleri Kürtlerin bir tek mıntıkasını bile ele geçiremeyecekler. Ayrıca insanlarımız, topraklarını savunan YPG’nin gücünün farkına varmaya başladı. Halk anladı ki artık savunmasız değiller. Bu yüzden kendi topraklarına dönmeye başladılar.

Bunun yanında içerde sosyal yaşama dair bütün alanlarla ilgili kurumsallaşmaya, örgütlenmeye gidildiği görüldü. Bunların içinde Rojava’nın Ekonomik Gelişimi Merkezi kuruldu. Bunun yanında yükseköğrenim görmüş genç kız ve erkekler görevlendirilerek maaşa bağlandı. Yani Rojava’nın eksik kaldığı bir yanı kalmadı. Bunun yanında insanlar gerçekleri görmeye başladı. Buradan kaçıp çadırlarda hayatını sürdüren kişiler oradaki koşulların kötü olduğunu, su, yemek, elektrik gibi temel gereksinimler konusunda orada da birçok eksikliğin olduğunu gördüler. Bir rüya peşinden gittiler ama şu an bunun tam aksi koşullarda yaşıyorlar şimdi gerçekleri gördükten sonra da geri dönüşler başladı.

– Gidişler medyada çok yer aldı, şimdi geri dönüşler yeterince yer bulmuyor sizce?

– Buradan gidişlere medyanın bu kadar fazla yer vermiş olması da aslında bilinçli yapılmıştı. Çünkü kitlesel bir gidişin olacağı öngörülüyordu! Bu kaçışı göstermek adına medya hazırlıklıydı, planlanmış bir durum vardı ortada. İnsanlarımızın mağduriyeti üzerine siyasi bir istismar söz konusuydu. Amaçları Rojava’daki güçlerin kendi insanlarını koruyamayacağı, topraklarını savunamayacağı anlayışın yaygınlaştırmaktı. Bu yüzden de insanlar yerini, yurdunu terk ediyor düşüncesini yaygınlaştırmak istediler. Bilinçli bir siyaset yürütüldü. Biz halkımızın üzerinden böylesi bir siyaset yürütmek istemiyoruz.

Eğer birileri insanların neden dönmek istediğini öğrenmek istiyorlarsa, başta da gazeteciler, gelip buradan Rojava’ya geçmek isteyen halkımızla görüşebilir. Biz de bazen onlarla sohbet ediyoruz neden dönmek istiyorlar diye. Bazıları kampta günde bir öğün yemek verildiğini söylüyor. Bazıları 15-20 ailenin aynı tuvaleti kullanmak zorunda kaldığını söylüyor. Bunların dışında da birçok zorluk çekiyor insanlarımız. Biz halkımızın mağduriyeti üzerinden siyaset yapmak istemiyoruz. Gerçekleri öğrenmek isteyenler gelip burada insanlarla görüşebilirler.

– Peki, sınırın iki tarafındaki güçlerin birbiriyle iletişimi nasıl? Örneğin insani yardım geldiği zaman sıkıntı oluyor mu?

– İki tarafın ilişkilerinde olumlu yönde bir gelişme var, günlük olarak iletişim halindeyiz. Biz bu ilişkileri daha da ileriye götürmek istiyoruz. Bu ilişkileri de Kürt halkının menfaati doğrultusunda ilerletmek istiyoruz. Bu bizim siyasi stratejimiz. Ama öbür taraftaki kardeşlerimiz farklı güçlükler yaratıyorlar. Yaşanan bu zorluklarla ilgili elimizde bazı kanıtlar var. Mesela, İnsani Yardım Komitesi adlı bir sivil kuruluş yaklaşık 70 ton gıda yardımı toplamış, toplanan bu yardımı Rojava’ya göndermek istediler fakat Kürdistan tarafındaki kardeşlerimiz bu geçişe izin vermedi. Hem de farklı bahaneler öne sürdüdüler. ‘Naylon alın getirin ve toplanan yardımların üzerine sarın’ demişler amaçları galiba kış boyu o yardımı bekletmek!

– Peki, Pêşhabur yöneticileri hangi sebeplerle izin vermiyorlar, güvenlik nedeniyle mi?

– Aslında çok kesin bir sebep yok. Sözünü ettiğimiz yardım için köprünün uygun olmadığını söylediler ama köprüde problem yok. Eğer gerekçe köprüyse bir süre önce Haseke Hastanesi’nden bazı doktorlar bir kalp cihazını kendi imkânlarıyla satın alıp getirmek istediler ama cihazın geçişine izin verilmedi. Önce yerel makamlardan izin alınmasını istediler, daha sonra onunla yetinmeyip Kürdistan hükümetinin onayını istediler. Cihaz bir dizüstü bilgisayarı kadar küçük, yani elle bile taşınabilecek bir şey ama izin vermediler. Bunun dışında Avrupa’dan insanlar jeneratör gönderdiler. Ama yaklaşık iki aydır o jeneratörler de sınırın diğer tarafında bekletiliyor.

– Türkiye’nin bazı sınır kapılarını açması ihtimali son günlerde dile getiriliyor. Eğer Türkiye kapıları açarsa durum ne olur?
– Eğer Türkiye kapıyı açar ve Kürdistan hükümeti kapıyı kapatmayı sürdürürse elbette bu bizi üzer. Rojava halkı hiçbir halkın, hiçbir devletin düşmanı değil. Biz sadece en doğal haklarımıza özgür bir şekilde sahip olmak istiyoruz. Eğer Türkiye kapısı açılırsa elbette bu çok olumlu ve güzel bir gelişme olur. Ama Kürdistan kapısı kapalı kalmaya devam ederse, maalesef hem çok çelişkili, hem de çok üzücü bir durum ortaya çıkmış olur. Rojava’da Kürtlerin temel stratejisi bütün sınır komşularıyla ilişkileri iyi düzeyde tutmak ve biz bunun için çaba sarf etmeye devam edeceğiz. Buradaki yönetimimizin temel stratejisi de budur.

http://www.radikal.com.tr/dunya/rojavaya_geri_donus-1156234

Büyük Güçler Suriye’deki Savaş Bu Şekilde Sürsün İstiyor

GAZETECİ MUTLU ÇİVİROĞLU’YLA SURİYE’Yİ KONUŞTUK
Erdal İmrek
  • Uçaklarla bombalanan kentler, kafa kesen cihadçı çeteler, kim tarafından kullanıldığı meçhul kimyasal silahlar, ‘büyük devletlerin’ hesapları… Suriye’de ardından binlerce ölü bırakan çatışmalar devam ediyor. Bir yanda Rojava’da insanca bir yaşam için mücadele eden Kürtler, ve onlara dönük hem Esad güçlerinin hem el Nusra’nın saldırıları, diğer yanda ittifak halinde Esad’a karşı savaşan, el Kaide bağlantılı örgütler ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında yaşanan çatışmalar… Kaderi Rusya ve ABD başta olmak üzere büyük güçlerin ekseninde belirlenmeye çalışılan Suriye dünya kamuoyunun ve özellikle de Türkiye’nin son yıllardaki en önemli gündemlerinden biri.
    Suriye’de gelinen noktayı, bundan sonraki olası gelişmeleri, Türkiye’nin tutumunu, Esad ve karşısındaki güçlerin durumunu bölgeyi yakından takip eden Gazeteci Mutlu Çiviroğlu ile konuştuk.

 

  • Önce Suriye’de 2 yılın ardından nereye geldiğimizi konuşalım. Uluslararası bir sorun halini de alan Suriye savaşında durum nedir şimdi?
    Suriye’de iki yılın ardından ortaya çıkan durum kesin bir galibin olmadığıdır. Birçok çevrenin beklentisinin aksine Esad hâlâ güçlü, hâlâ iktidarda ve kolay kolay da gidecek gibi görünmüyor. Birçok çevre, Suriye’deki olayı; Libya, Mısır ve diğer yerlerdeki olaylar gibi düşündü. Esad’ın bir an önce gideceği hesaplandı. Çatışmalar ilk başladığında Rojavalı bir parti lideriyle görüşmüştüm ve o bana; “Esad hiçbir yere gitmeyecek. Onun gideceğini düşünenler yanılıyor” demişti. Böyle de oldu.
  • İki taraf da savaşı sürdürüyor. Hep böyle mi devam edecek yani?
    Benim kişisel görüşüm; büyük güçler Suriye’deki olayın uzamasından yana. Bu işin uzamasında birçok çevrenin çıkarı var. Zayıflatılmış, kolu kanadı kırılmış Esad birçok çevre için yararlıdır. Muhalifler silahlandırıldı, her türlü destek sunuldu ama buna rağmen Esad’ı zorlayacak bir başarı yakalayamadı. Hatta son dönemlerde Esad birçok yeri geri almış durumda. Yani şu an için galip yok. Çözüm görünmüyor ufukta. Bir süre daha bu şekilde devam edecek. Ve bunun da istenilen şey olduğunu düşünüyorum. Uluslararası büyük güçlerin öncelikli kaygısının çözüm olduğu kanısında değilim. Son zamanlardaki gelişmeler, özellikle kimyasal silah saldırısı, onun akabinde Rusya’nın öne sürdüğü diplomatik çözüm Amerika’nın da istediği bir şeydi.
  • Türkiye başta olmak üzere kimi ülkeler bir Amerikan müdahalesi için çabaladı, ancak bu olmadı. Neden Suriye’ye saldırmadı Amerika?
    Amerikan Başkanı Obama, “Ben savaş bitiren Başkanım” diyor ve yeni savaşlara başlamak istemiyor. Zaten Amerika’nın ekonomisi Bush döneminde yapılan savaşlardan dolayı çok kötü durumda. Yani hem Obama’nın kişisel dünya görüşü, hem Amerika’nın mevcut ekonomik durumu buna engel. Ayrıca, Amerikan toplumunda olası bir Suriye operasyonuna destek en alt düzeyde. Vietnam’dan tutalım, Irak, Afganistan, Kosova, Bosna bütün savaşlarla kıyaslandığında kamuoyunun böylesi bir operasyona desteği en alt boyutta. Böyle olunca Amerika da başkası istiyor diye tutup savaşa girmez. Obama en başından sıcak değildi ciddi bir müdahale fikrine. İstemeden de olsa kimyasal kullanılıyor diye ‘namus belasına’ böyle bir işe girişti. Deyim yerindeyse, Rusya’nın diplomatik manevrası Obama’yı bu zor seçimden kurtardı.
  • Peki bundan sonra tutumu ne olur Amerika’nın?
    Şu anda Amerika’da 2. Cenevre Konferansı sıkça dillendiriliyor. 2. Cenevre’den önce tarafları iyice yıpratarak, görüşme masasına getirip anlaşmaya zorlamak, tarafları buna ikna etmek yaklaşımı görünüyor.

    Siz Suriye’de çatışmalı ama Esad’la sürüp gidecek bir gelecek mi görüyorsunuz?
    Biliyorsunuz Ortadoğu siyasetinde bir saat sonrasını kestirmek bile zordur. Ama mevcut durumda öyle görünüyor. Benim görüşüm bu iş uzayacak. Çok fazla insan ölüyor ama ne yazık ki devletler için ölen insanlardan çok daha önemli şeyler var. Savaşın uzaması birçok çevrenin işine geliyor. Muhalefet ve onları destekleyenler yeni bir politika geliştirmediği sürece başarılı olma şansları yok. Bu durumda Esad’ın mevcut durumunun sürmesi büyük bir ihtimal olarak görülüyor.

    Birlikte Esad’a karşı savaşan ÖSO ile el Kaide bağlantılı Irak Şam İslam Devleti’nin çatışması da son zamanlarda çok tartışıldı. O cephede neler oluyor?
    Orada ÖSO’yla çatışan Irak Şam İslam Devleti, el Kaide’nin Irak kolu. Bunlar Irak’taki tüm faaliyetlerini durdurup, güçlerini tamamen Suriye’ye taşıdı. Bir de Türkiye kamuoyunun yakından bildiği el Nusra var. Bunlar özellikle Rojava’da Kürtlerin kazanımlarını engellemek, sınır boyunda denetimi sağlamak, oradan yayılıp diğer bölgelerde de kontrolü ele geçirmek istediler. Mesela Rakka’da şu anda bunların ilan ettiği bir İslam devleti var. Aynı şeyi Serêkaniyê’de yapmak istediler. Ama YPG izin vermedi ve onları bölgeden çıkardı. Ama Kürt kasabalarına saldırılar devam ediyor. Ayrıca bazı bölge devletleri de radikal grupları lojistik destek sağlayarak, geçişlerini kolaylaştırarak; kullanmak, yönlendirmek istiyor. Azaz kasabasında el Kaide bağlantılı grupların ÖSO’yla çatışıp sınır kapısını almalarıyla bu meseleler gündeme geldi ama aslında oralarda el Kaide’ye bağlı grupların varlığı çok önceden beri var. Dünya basını ‘el Kaide Türkiye sınırını ele geçirdi’ gibi bir argüman kullandı. Batı’nın gönderdiği silahlar, lojistik o kapıdan gidiyor. Ondan panik oldular biraz da.

    Peki neden çatıştı bu gruplar kendi aralarında?
    Amerika’nın Suriye’ye yapması beklenen operasyon gerçekleşmeyince bu güçlerin planları suya düşmüş oldu. Büyük bir hazırlıkları vardı; Amerika Esad’a saldıracak. Rejimin hava hakimiyeti yok edilecek, silah depoları vurulacak. Yolumuz açılacak… Obama’nın çizdiğinden daha geniş bir müdahale bekliyorlardı. Bu olmayınca hayalleri, planları boşa çıktı, moralleri bozuldu. Şu anda çok moralsizler ve birbirleriyle çatışmaya başladılar. Çatışmaları tetikleyen biraz da buydu. İnsanlar bu işin bu kadar uzamasını beklemiyordu. Savaş uzadıkça motivasyon kalmadı, moraller bozuldu.

    Bu moral bozukluğu Türkiye için de geçerli heralde…
    Evet, çünkü Türkiye de birçok kez Obama’nın çizdiğinden bile daha geniş bir operasyon yapılması gerektiğini vurguladı. Türkiye de bu rejimin gitmesini istiyordu. Bütün planlamasını 6 ayda gidecek diye yapıyordu. Bütün kozlarını Müslüman Kardeşlere göre, Sünnilere göre sürmüştü. Amerika müdahalesinin olmaması Türkiye’de büyük bir rahatsızlık yarattı. Diplomatik çözümün konuşulması rejimin ömrünü uzatıyor. Bu Türkiye’nin olası istemlerinin gerçekleşmemesi anlamına geliyor ve elbette ki bu da Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanan bir durum değil.


    ‘SURİYE IRAK’A BENZEMEZ’

    Muhalifler bunca desteğe rağmen neden Esad karşısında başarı sağlayamadı sizce?
    Bakın Suriye bir Irak değil. Irak’ın muhalefet geleneği var. Şiiler, Kürtler, Sünniler… Dışarıda kurulmuş muhalefet örgütleri de vardı. Bunlar hem Avrupa başkentlerinde hem ABD’de düzenli olarak toplanıyorlardı. Kürtleri katmadan bile vardı Irak’ta bir muhalefet. Ama Suriye’de durum farklı çünkü muhalefet diye bir şey yok. 1982’deki Hama Olayları ile doruk noktaya ulaşan muhalefetin bastırılması hep devam etti. Ülkede Kürtlerden başka gerçek anlamda bir muhalefet yok. Kürt muhalefeti de 12 Mart 2004’teki olaylara rejimin verdiği acımasız cevapla çok sert şekilde bastırıldı. Yüzlerce insan öldürüldü. Cezaevine konuldu. Esat rejimi muhalefet diye bir şey bırakmamıştı. Suriye meselesinin bu kadar uzamasının nedenlerinden biri de bu durumdur. Esad’ın yerine kim konacak, kimi getireceksiniz? Öyle bir alternatif yok. Özgür Suriye Ordusundan bahsediliyor, İstanbul merkezli Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Milli Koalisyonundan bahsediliyor. Sizin de bildiğiniz gibi bunların şu ana kadar tek yaptıkları şey çatışma, yeni bir lider seçme. Bir icraat yok, bir plan yok. Zaten sokakta çatışanlar da sıkça ‘biz bunları tanımıyoruz, temsilcimiz olarak kabul etmiyoruz’ diyor. Öyle olunca dışarıdan ithal aydın ya da lider getirmekle olmuyor bu işler. Suudi parası, Katar parası, şuradan buradan destek var. Ama toplumsal ayağı yok. Savaşanlar gittikçe radikalleşiyor ve el Kaide eksenine giriyor. Birçok bölgede ÖSO büyük oranda el Kaide ve ona bağlı grupların kontrolüne geçti. Yani Suriye’de zaten en başta da az olan demokrat, hümanist, insan haklarına saygılı, seküler muhalefetin günbegün eridiği bir durum var.

    TÜRKİYE’NİN SURİYE PLANLARI ALT ÜST OLDU

    Yeni durumda Türkiye’nin Suriye politikası değişecek mi sizce?
    Kesinlikle değişmesi lazım. Türkiye, Müslüman Kardeşler eksenindeki muhalefeti destekledi, bazı Türkmen grupları ve İstanbul merkezli muhalefeti öne çıkardı. Kürtleri tamamen dışladı. En sonunda baktı Kürtler var. O zaman da ‘PYD’yi dışlayayım’ mantığıyla hareket etti. Ama PYD bölgenin en büyük askeri ve toplumsal gücü. Onu dışlayınca da olmadı. Yani bütünlüklü bir Suriye politikası oluşturamadı Türkiye. Bütün planlaması alt üst oldu. Gelinen noktada Türkiye’nin politikası çok başarısız. Türkiye daha gerçekçi politikalar üretmek zorunda. Mesela PYD Eş Başkanı Salih Müslim’le görüşmesi iyi bir adımdı ama Rojava’daki  tutumu değişmedi. Görüştüğüm Rojavalılar Türkiye’nin Cihadçı militanlara aktif desteğinin sürdüğünü söylüyor. PYD Eş Başkanı Asya Abdullah’ın da geçtiğimiz haftalarda Türkiye sınırında bekletilmesi de olumsuz bir durumdu. Böyle olunca bir paradigma değişikliğinden söz etmek mümkün değil. Mevcut durumda Türkiye’nin, Suriye siyasetinde başarılı olma şansı yok sayılır. Hükümet istemezse Türkiye’den Suriye’ye radikal militan geçiş olması mümkün değil. Afganistan’dan,  Pakistan’dan, Sudan’dan, Cezayir’den insanlar İstanbul’a geliyor. Buradan Ceylanpınar’a, Akçakale’ye oradan Suriye’ye geçiyor. Bu militanlar Türkiye’nin hastanelerinde tedavi ediliyor. Eğer bu insanlar teröristse; ki dünya bunların terörist olduğunu kabul ediyor, o zaman ona göre davranması lazım Türkiye’nin.


    ‘EL KAİDE BAĞLANTILI ÖRGÜTLER ÖSO’YU PASİF BULUYOR’

    ÖSO’nun yanı sıra birçok güçten söz ediliyor; el Nusra, Tevhid Tugayı, Irak ve Şam İslam Emirliği… Bu örgütlerle ÖSO arasındaki temel farklar neler?
    ÖSO batının, Türkiye’nin, Körfez ülkelerinin desteğiyle Suriye devriminin askeri gücü olarak kuruldu. Bunlar Suriyeli muhaliflerdi. İçinde ordudan kopmuş insanlar da sıradan insanlar da var. Ordudan kaçan albaylar bunlara komuta ediyor. ÖSO rejimden kopmuş, değişik katmanlardan Suriyelilerden oluştu. Diğer örgütler de ÖSO bünyesine dahil oldu. El Tevhid Tugayı ÖSO içindeki büyük, belli başlı güçlerden biri. El Nusra Cephesi, el Kaide’ye sempati duyan bir örgüt. Irak Şam İslam Devleti de Irak’taki el Kaide. Bunlar ÖSO’yu yumuşak, pasif buluyorlar. İslami bakış açısıyla hareket ediyorlar ve Suriye’de İslami emirlikler kurmak istiyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenleri kâfir olarak görüyor ve cezalandırıyorlar.

    ‘RADİKAL İSLAMCILARA DIŞARDAN BÜYÜK DESTEK VAR’

    Bu grupların ÖSO’yla çatışmaları artar mı?
    Tabii ki muhtemel çünkü aralarında ideolojik farklılıklar var. Ayrıca,  radikal grupların ÖSO gibi cephane ve mühimmat sorunu yok çünkü silah durumu, maddi olanakları çok daha fazla. Bu silahlı gruplara çeşitli ülkelerden destek veriliyor. Bu yüzden ÖSO içindeki birçok kişi de bu radikallere kaymış durumda. Yani ÖSO’nun gün geçtikçe radikal İslamcı grupların kontrolü altına girmesi durumu var. Bir diğer farklılıkları da bu radikal militanların dünyanın değişik bölgelerinden cihat için gelen ve ölüme hazır olan insanlar olmaları. ÖSO savaşçıları ise sıradan asker veya halk ve çoğu çoluk çocuk, aile sahibi insanlar. Bunlar bezginlik içerisinde moralleri bozuk durumda.


    ‘CİHATÇILAR KÜRTLERİ KURMAK İSTEDİKLERİ SİSTEME TEHDİT OLARAK GÖRÜYOR’

    El Nusra başta olmak üzere, Cihadçı gruplar Rojava’ya saldırıyor aylardır? Kürtlerden ne istiyorlar?
    Bunlar Kürtleri kendileri için ciddi bir tehdit olarak görüyor. Çünkü Kürtler laik Suriye için de bir teminat görevi üstleniyor. Kürtler malumunuz açık görüşlü, modern ve dinsel ve etnik azınlıkları kucaklayan bir toplum. Zaten birçok azınlık grubu da bu radikal gruplardan kaçıp Rojava’ya sığınmış durumda. Bu durum cihatçıların sistemine ters. Mesela YPG içindeki kadın savaşçılar bunlar için olacak şey değil! Kadının statüsü yüksek Kürtler içinde. Bunlar bunu kendi varlıkları için tehdit olarak görüyor. Kürtlerin kazanımlarını yok etmek istiyorlar. Kürtleri, kurmaya çalıştıkları sistem için tehdit olarak görüyorlar. Aslında aynı durum Kürtler için de geçerli. Kürtler de bu grupları kendileri için tehdit olarak görüyor.


    ‘SURİYE SİYASETİNDE EN BAŞARILI RUSYA’

    Rusya da bu tartışmaların aktif bir tarafı oldu. Oraya ilişkin ne söylersiniz?
    Suriye siyaseti, Rusya’nın çizdiği doğrultuda gidiyor. Rusya diplomatik başarısını her zaman gösteriyor. Obama’nın istemeden de olsa yapacağı operasyonu Rusya diplomatik manevrasıyla engellemiş oldu. Yani Rusya Suriye krizinde çok başarılı. Suriye de Rusya’nın siyasetini uygulayarak kendisine yönelen okları başka yöne çevirmiş oldu. Kimyasal silah ve müdahale tartışmalarında Rusya’nın diplomatik manevrasını uygulayan Esad rahat bir nefes almış oldu.

“Suriyeli Kürtler’in Bir Kısmı Rusya’nın Politikasını İyi Değerlendiremedi”

“Suriyeli Kürtler’in bir kısmı Rusya’nın politikasını iyi değerlendiremedi”

 

Gazeteci Mutlu Çiviroğlu, Suriye’de muhalefetin Kürt grupları dışlamasının nedenlerini ve Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ndeki son seçimleri RS FM için değerlendirdi. Çiviroğlu, Suriye muhalefetinin Kürtlerin bir çok talebine soğuk baktığını, dolayısıyla da Kürtlerin muhalefetten uzak durduğuna vurgu yaptı.

Ali Topuz ile Dünya Hali’ne katılan Mutlu Çiviroğlu, Suriye’deki Kürtlerle muhaliflerin ilişkisini anlattı.

Muhalefetin, Kürtlerin birçok talebine soğuk baktığını belirten Çiviroğlu, “Esad sonrası ülkenin adının “Suriye Cumhuriyeti” olmasını bile kabul etmiyorlar, “Suriye Arap Cumhuriyeti” olmasını istiyorlar. Böyle olunca Kürtler muhalefetten uzak duruyor” dedi.

Mutlu Çiviroğlu: Karar onaylandı. Ama aynı gün karar onaylanmasından sonra bir başka madde daha kabul edildi. Bu madde de “alınan kararların Esad sonrası Suriye’yi temsil edecek ilk meclis tarafından onaylanması gerekmektedir” gibi bir ifade. Kürtlerin var olan itirazları, memnuniyetsizliği iyice dibe vurdu. Ben bugün Radikal’de de yazdım. Bu, alınan kararın boşa çıkması demek.

Mutlu Çiviroğlu, ABD’nin müdahale ihtimali doğunca bazı Kürt grupların, alelacele muhalefete girmeye çalıştığını vurguladı. Çiviroğlu, İstanbul’da yapılan toplantıda bir anlaşma çıkar gibi oldu. Fakat anlaşmadaki ‘Bu anlaşma, Esad sonrası kurulacak meclisin onayına tabiidir.’ Dolayısıyla bu bir anlaşma değildir” maddesi her şeyi bozdu” dedi.

“Rusya açıkça Kürtlerin temsilcisini Yüksek Konsey olarak gördüğünü belirtmişti. Amerika’nın olası bir müdahalesi bazı Kürtleri yanlış hesaplara yöneltti. “Madem müdahale olacak bari biz muhalefet içinde yer alalım. En azından rejime zarar verecek bir şey olacak. Biz muhalefetten ayrı durmayalım” gibi bir algı oluştu. Biraz aceleye getirildi. Zaten bunu birçok kişi anlamaya çalışıyordu. Bunun aslında açıklanmayan perde arkasındaki nedeni bu. Tabi operasyon olmayınca, askeri operasyon askıya alınınca evdeki hesap çarşıya uymadı durumu ortaya çıktı. Bir de zaten mevcut olan rahatsızlık iyice Kürtlere kazanım bırakmadı.”

“KÜRTLERİN BİR KISMI RUSYA’NIN POLİTİKASINI İYİ DEĞERLENDİREMEDİ”

Mutlu Çiviroğlu, Suriye’de Rusya’nın politikasını iyi izleyen Kürtlerin ise muhalefetten bundan uzak durduğunu söyledi. Çiviroğlu, “Müdahale ihtimali kalkınca PYD yeniden merkezi bir pozisyona yöneldi. Kürtlerin bir kısmı ve diğer muhalefet, Rusya’nın politikalarını iyi değerlendiremedi” diye konuştu.

“Bir Ulusal Konsey içerisinde daha önce anlaşmaya kerhen imza veren ya da umutla imza verip değişiklik bekleyenler şimdi PYD’yle yakınlaşma içerisindeler. PYD’ye yakın durmaya çalışıyorlar, PYD’yle ilişki kurmaya çalışıyorlar. Tabi bunda da Cenevre Konferansı’nın gittikçe daha çok bir olasılık haline dönüşmesi, buradaki çözüm olasılıklarının belirmesi PYD’yi tekrar öne çıkardı.”

GORAN’I YÜKSELTEN TALABANİ’NİN YOKLUĞU

Mutlu Çiviroğlu, Kuzey Irak’taki seçimleri de anlattı. Çiviroğlu, “Goran hareketinin yükselişini sağlayan şey, Talabani’nin durumu. Öldüğüne dair söylentiler yine dolaşıyor. Gerçek olansa artık Talabani siyasete dönemeyecek. Bu da KYB’yi hayli zorladı ve böldü” ifadesini kullandı. Gazeteci Çiviroğlu, Goran hareketinin tepki olarak doğduğunu da kaydetti.

“Kürdistan Yurtseverler Birliği şu anda 3 başlı. Liderlik sorunu var. Her 3 grup birbiriyle anlaşamıyor, çekişme halindeler. Bunları birleştiren insan Celal Talabani’ydi. Zaten Kürdistan Yurtseverler Birliği değişik grupların birleşiminden oluşmuş bir parti. Celal Talabani karizması, siyasi kişiliği, onlarca sene mücadele etmesi bu insanları birada tutuyordu. Ama Celal Talabani’nin olmaması, KYB’de şuanda 3 başlı bir yapılanma var. O nedenle Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin tabanı seçime katılmadı. Çok moralsiz, hiçbir şevki yok.

Goran Hareketi’ne gelince. Goran Süleymaniye’de bu KYB’nin başarısızlığına, bölünmüşlüğüne bir tepki. Sonuçta büyük iktidar partisi iktidarın küçük ortağı. Mevcut durumda bir takım rahatsızlıklar var.”

http://turkish.ruvr.ru/2013_09_25/Suriyeli-Kurtlerin-bir-kismi-Rusyanin-politikasini-iyi-degerlendiremedi/