Ömer Osê: Şam, Kürtlere Haklar Tanımaya Hazırlanıyor

Ömer Osê: Şam, Kürtlere Haklar Tanımaya Hazırlanıyor

Suriyeli Kürt parlamenter ve Suriye Kürt İnisiyatifi Başkanı Ömer Osê, Rojava’daki geçici yönetimle ilgili son durumu Radikal’den Mutlu Çiviroğlu’ya anlattı.

'Şam, Kürtlere haklar tanımaya hazırlanıyor'

Suriye meclisinde yer alan bir Kürt olarak Rojava’daki geçici yönetim hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kürt kardeşlerimizin Cizire, Kobanê ve Afrin’de üç kantonda geçici bir yönetim kurmuş olmalarını olumlu buluyorum. Bu de facto yönetimin hem Kürtlerin hem Suriye’nin yararına olacağı kanısındayım. Biliyorsunuz ordu, Kürtlerin yaşadığı birçok bölgeden çekildi. 1.5 yılı aşkındır Dirbesîyê, Afrîn ve Kobanê, Amûdê, Çilaxa, Remelan, Dêrik gibi yerlerdeki yönetim boşluğunu YPG ve PYD doldurmuş oldu. Bölge halkına hem lojistik hem de temel gıda maddelerinin sağlanması yönünde yardım ettiklerini görüyoruz.

Ayrıca Nusra Cephesi, Irak Şam İslam Devleti ve Özgür Suriye Ordusu gibi gruplara karşı bölgenin savunmasını da yapıyorlar. Bu de facto yönetim 6 ay sürecek ve sonra seçime gidilecek. Seçim, idari, insani ve bölgedeki tüm halkların temsili açısından önemli.

Yani olumlu buluyorsunuz bu kararı?

Ben de bir Kürt siyasetçi olarak, Kürtlerin kendi bölgelerinde geçici bir yönetim kurmaları gerektiğini düşünüyorum. Bölgenin temel insani ve idari hizmetlerinin bir şekilde karşılanması gerekiyor. 

Suriye lideri Beşar Esad ile sık görüşüyorsunuz? Kendisinin bu geçici yönetim hakkında neler düşündüğünü sorma fırsatınız oldu mu?

Suriye hükümeti şu an sessiz çünkü geçici yönetim tek taraflı. Yani talep sadece Kürtlerden geldi. Ama bu oluşumdan rahatsızlık duyduğunu sanmıyorum. Şahsi kanaatime göre, Suriye krizi aşıldığı takdirde, hükümet bölgede Kürtlere birtakım haklar tanımaya hazırlanıyor.

Bildiğiniz gibi, Suriye Kürdistanı’nın durumu ne Türkiye Kürdistani gibi, ne de Irak ve İran Kürdistanı gibi çünkü Kürt bölgeleri birbirine bağlı değil. Ayrıca, bizim bölgede Arap ve Hristiyanlar da yaşıyor. O nedenle de bu objektif şartlar göz önünde tutularak, en uygun sistem oluşturulmalı.

Benim kişisel kanaatime göre Suriye Hükümeti Kürtlere bazı hukuki yollardan haklar tanımak için diyaloga açık, bazı adımlar atması oldukça muhtemel. Suriye krizi aşıldığı takdirde, devletin yasal olarak Kürtlere siyasi ve sosyal her türlü hakkı tanıyacağını düşünüyorum.

Sık sık ‘kriz aşıldığı takdirde’ ifadesini kullanıyorsunuz. Size göre ‘bu kriz’ ne zaman bitecek?

Ben önümüzdeki aylarda krizin askeri boyutunun gerileyeceğine inanıyorum. Siz de biliyorsunuz ki Amerika ve Rusya arasında konu ile ilgili bir takım görüşmeler yapılıyor. Cenevre 2 Konferansı’nın da eli kulağında. Hem bu tür uluslararası girişimler, hem de Suriye askerlerinin, ülkede tekrar askeri anlamda tekrar üstünlüğü ele geçirmeye başlamasıyla önümüzdeki aylarda bu krizin biteceğine inanıyorum. Geriye bazı güvenlik sorunları kalacaktır ama onlar da daha sonra halledilebilecek meselelerdir.

 Eğer sizin söylediğiniz şekilde ‘kriz’ biterse, her türlü haktan mahrum bırakılmış Kürtler için Suriye ne tür haklar tanımayı düşünüyor?

Kürtler gerçekten de çok ağır şartlardan, çok zorlu süreçlerden geçtiler.  Son 50 yıldır rejimin icraatları sonucu gelişen milliyetçi ve şoven politikaların mağduru oldular. Ama artık Kürtler hiçbir surette bu uygulamaları kabul etmiyorlar. Kürtlerin bütün ulusal hakları Suriye anayasası ile güvence altına alınmalı. Ben inanıyorum ki bu krizden sonra Suriye hükümeti otonomi ve özerklik de dahil olmak üzere, Kürtlerin idari ve hukuku bütün haklarını tanıyacaktır.

Bazı çevreler Suriye’nin Kürtlere borçlu olduğunu çünkü en kötü zamanda bile Kürtlerin ülke topraklarının parçalanmasını istemediklerini ifade ediyor. Katılıyor musunuz?

Evet, bu doğru bir görüş. Suriye bu hakikati gördü. Ülkeyi yönetenler Kürtlerin, o kadar haksızlığa ve yanlış uygulamalara maruz kalmalarına rağmen Suriye’nin birliğinden yana olduklarını gördü. Rejime karşı silahlı oluşum içinde olmadıklarını da bildiklerinden Şam’ın da bu hakikatin farkına vardığını sanıyorum.

Geçici yönetime dönersek, Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) üyesi bazı partilerin geçici yönetime katılmadığını görüyoruz.

Doğru, onlar dahil olmadı. Ben bir Kürt olarak Kürt Ulusal Konseyi üyesi partilerin hepsinin bu yönetimde yer almasını isterdim. Umarım Kürtlerin birliğini sağlanması için her iki meclis arasındaki bu tür sorunlar kısa zamanda hallolur.

 Son olarak şunu sormak istiyorum. Sizin ya da Esad’ın herhangi bir Kürt partisi ile iletişimi oldu mu?

Suriye Başbakanı birçok kere rica etti Kürt partileri ile görüşeyim diye. Ben bazı partilerle görüştüm. Hatta Erbil’de Kürdistan Bölgesel Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani ile de görüştüm. Kürtlerin durumu, hakları, sınırlar, özellikle de mültecilerle ilgili birçok konuyu görüşme fırsatımız oldu. Umuyorum ki Kürt partilerinin temsilcisi arkadaşlarımız da hükümetle diyalog yoluna girsinler. Şam’a gelsinler. Ben Kürt partileri ve hükümet arasında diyalog kurmak için her zaman hazırım.

Kürdistan Bölgesel Hükümeti demişken, Sayın Mesut Barzani’nin sert eleştirileri vardı PYD’yi rejim işbirlikçisi olmakla itham eden. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Hayır, ben bu konudaki açıklamaları duymadım. Belki nesnel, de facto bir biçimde menfaatleri örtüşüyor olabilir ama PYD’nin Suriye rejimiyle hiçbir ilişkisi olmadığını söyleyebilirim. Sayın Neçirvan Barzani de, kendisiyle yaptığım görüşmede Irak Kürdistan’ın Suriye hükümetiyle ilişkilerini geliştirmek istediğini söyledi. Dediğim gibi, Kürt partileri ve hükümet arasında diyalog kurmak için her zaman hazırım.

Syrian Kurds’ Moment of Opportunity

A Special Show on Syrian Kurds on AJ’s The Stream :’Moment of Opportunity’

I have a short comment on the Kurdish Administration

Gazeteci Yazar Mutlu Çiviroğlu Gece Vardiyası Programına Katıldı

Gazeteci Yazar Mutlu Çiviroğlu Hayat TV’dekı Gece Vardiyası Programına Konuk Oldu ve  Rojava Üzerine İzlenimlerini Aktardı.

Barzani Daveti Dış Politikada Revizyonun Parçası mı?

  Mahmut Hamsici  BBC Türkçe

Türkiye, son dönemde özellikle Orta Doğu’da yaşadığı sorunlar ile yeni bölgesel ve uluslararası gelişmeler karşısında bölge politikasında revizyona mı gidiyor?

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) lideri Mesut Barzani’nin Diyarbakır ziyareti de, Türkiye’nin Suriye, İran ve Irak’la ilgili politikalarını gözden geçirmeye yöneldiği dikkate alındığında, bu değişim sürecinin bir parçası olarak görülebilir mi?

Bu sorulara ‘evet’ yanıtı veren gözlemcilerin sayısı fazla.

İddia edilen ‘revizyonun’ nedeni ise, Türkiye’nin Orta Doğu politikasında karşılaştığı zorluklar kadar bölgesel ve uluslararası gelişmeler olarak görülüyor.

Revizyon iddiasını güçlendiren gelişmeler

Türkiye’nin, Suriye’de Beşar Esad yönetimini silahlı mücadeleyle devirmek isteyen güçlere olan desteğine karşın Suriye’deki krizin uluslararası alandaki çözümünde diplomasi öne çıktı.

Bu dönemde muhalif gruplar arasındaki sorunlar derinleşirken Suriye ordusu ülke içinde yeni kazanımlar elde etti.

Radikal İslamcı grupların ülkedeki artan etkinliği Batı’da kaygı yaratırken uluslararası alanda Türkiye’ye bu radikal grupları desteklediği iddiasıyla yöneltilen eleştiriler arttı.

Ayrıca Rojava’da KCK üyesi PYD’nin güç kazanması, Türkiye’yi PKK’ya yakın bir örgütle ‘sınır komşusu’ yaptı ve PKK ile yürütülen barış görüşmelerinin zora girdiği bir dönemde KCK’yı siyasal olarak güçlendirdi.

Bu gelişmeler Türkiye’yi Suriye politikası konusunda sıkıntıya soktu.

Türkiye’nin Irak ve İran yönetimiyle gerilen ilişkileri ile Suudi Arabistan ve Katar’la kurduğu ittifak, Türkiye’yi uluslararası kamuoyunda ‘mezhepçi’ ve ‘agresif’ bir dış politika izlediği eleştirilerinin hedefi haline getirdi.

Bunlara ek olarak İsrail’le yaşanan sorunlar, AB’ye üyelik sürecindeki yavaşlama, Gezi Parkı protestolarına yönelik hükümetin tavrı, Çin füzesi tartışmaları ve Ankara’nın Erbil’le arasındaki petrol anlaşmasını Bağdat’ı dışlayarak yaptığı iddiaları, Batı’da Türkiye konusunda kaşların kalkmasına neden oldu.

Suriye’deki gelişmeler dışında ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri ile İran arasındaki son dönem ılımlılaşan hava da Türkiye’nin bölge politikalarının elden geçirilmesi gereğini ortaya koydu.

Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetiminin bir darbe ile devrilmesi de hükümetin bölgedeki en önemli müttefiklerinden birini kaybetmesine yol açtı.

Revizyona gidildiğinin işaretleri

Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin Orta Doğu politikasında son haftalarda yaşanan ‘yeni ayar arayışlarının’ neden olarak görülüyor.

Bu çerçevede, Ankara-Bağdat arasında görüşme trafiği arttı, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari Türkiye’ye geldi, ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Irak’a gitti.

Önümüzdeki aylarda Irak lideri Nuri Maliki’nin Türkiye’ye gelmesi bunu takiben Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak’ı ziyareti bekleniyor.

Benzer bir durum Tahran’la trafikte de gözleniyor. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Kasım ayı başında Türkiye’yi ziyareti de iki ülke arasındaki ilişkilerde yumuşamanın işareti olarak yorumlanıyor.

Önümüzdeki aylarda Bakan Davutoğlu ve Başbakan Erdoğan’ın İran’ı ziyaret etmeleri bekleniyor.

Türkiye’nin Suriyeli radikal gruplara destek verdiği iddialarıyla ilgili çeşitli gelişmeler yaşanıyor.

Ayrıca Erdoğan ve Davutoğlu’nun son dönemde vurguladıkları ‘El Kaide’yi desteklemiyoruz’ açıklamalarıyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Akdeniz’deki bir Afganistan’ uyarısı eş zamanlı oldu.

PYD lideri Salih Müslim de Türkiye’nin son dönemde kendilerine karşı savaşan radikal İslamcıları desteği kestiği yönünde açıklama yapmıştı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırdan Irak Şam İslam Devleti örgütünün mevzilerini bombaladığını açıklaması ve Adana’da Suriyeli muhaliflere gittiği iddia edilen 1200 füze başlığının ele geçirildiği operasyon da göz önüne alındığında ‘Türkiye radikal gruplarla ilişkisini gözden geçiriyor’ yorumları yapılıyor.

Çoğu gözlemciye göre, Barzani’nin ziyaretinin zamanlaması ve kamuoyuna yansıtılış tarzı bu ziyaretin başka nedenler kadar bu revizyonla da ilgili olabileceği görüşünü doğuruyor.

tıklayın ERDOĞAN VE BARZANİ’NİN DİYARBAKIR BULUŞMASIYLA İLGİLİ CANLI ANLATIM

‘Rojava’yla ilgili’ iddiası

ABD NASIL BAKIYOR?

Ziyaret ABD’de de yakından takip ediliyor. ABD’nin Kürt siyasi gruplarının Suriye Ulusal Koalisyonu’na katılımını desteklediği ve Rojava’daki KDP çizgisinde daha yakın durduğu biliniyor.

Washigton’dan BBC Türkçe’ye konuşan gazeteci İlhan Tanır, ABD’in Ankara-Erbil-Bağdat hattındaki ilişki beklentisini şöyle yorumluyor:

“ABD için Irak’ın bölünmeyeceği ve Maliki hükümetinin marjinalize edilmeyeceği bir Ankara-Erbil ilişkisi arzu edildiği biliniyor. Son gelişmelerle ilgili yine bu prensibin zedelenmeyeceği bir ilişkinin sürmesinin istendiği görülüyor.”

ABD’nin PYD’nin bazı adımlarından rahatsız olduğu iddia ediliyor.

Mutlu Çiviroğlu bu nedenle PYD’nin de bu yüzden Rusya’yla yakınlaştığını söylüyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki son açıklamasında PYD’nin Rojava’daki özerklik adımından rahatsız olduklarını duyurdu.

Psaki, Suriye’deki Kürtlerin başka bir kolu olan Kürt Ulusal Konseyi’nin de Suriye Ulusal Konseyi’ne katılımını takdir ettiğini belirtti.

Tanır, “ABD bu yönden de Ankara ve Erbil’in pozisyonunu desteklediğini göstermiş oldu” yorumunu yapıyor.

KYB Peşmerge Bakanı Cebbar Yaver, Brüksel’de düzenlenecek olan NATO Uluslararası toplantısına davet edilmesi de bu görüşü destekler nitelikte.

Peki Rojava’ya ilişkin Barzani ile Türkiye’nin ortak olduğu anlaşılan kaygıları bu ziyaretin neresinde?

Bazı yorumculara göre, Rojava’da PYD’den rahatsız olan Türkiye, zaten iyi ekonomik ve siyasal ilişkilere sahip olduğu IKBY’yle PKK-PYD’nin bölgede etkisini zayıflatmak için Rojava’ya yönelik ortak bir siyasi proje geliştiriyor.

Washington’dan bulunan gazeteci Mutlu Çiviroğlu, BBC Türkçe’ye konuşurken Rojava’da PYD’nin her geçen gün daha fazla siyasi ve askeri güç kazanırken KDP çizgisinin azaldığını söylüyor.

Çiviroğlu, “Ziyarette PYD’nin gücünün nasıl kontrol edilmesi konusunun gündeme gelmesi hiç şaşırtıcı olmaz” yorumunu yapıyor.

Ziyaretin hemen öncesi Rojava’da KDP çizgisindeki partilerin önemli oranda dışında kalarak bir Kurucu Meclis’in kurulması ve Barzani’nin bu adımı sert dille eleştirmesi de dikkat çekiyor.

Rojava’nın ötesinde genel olarak Suriye siyasetinde de hem Ankara’nın hem Erbil’in Rojava’daki Kürt grupların Suriye muhalefetinin parçası olarak hareket etmelerini destekledikleri de biliniyor.

Dolayısıyla ziyaretin Türkiye’nin Suriye politikası açısından önem taşıdığı da düşünülüyor.

BBC Türkçe’ye konuşan, Londra’daki Open University’den Cengiz Güneş şu yorumu yapıyor: “Türkiye, IKBY’nin stratejik bir ortağı olursa Suriye’deki gelişmeleri daha fazla kontrol edebileceğini ve PKK’yi daha fazla baskı yapabileceğini düşünüyor.”

Ankara-Bağdat yakınlaşmasında nereye düşüyor?

Bu ziyaretin Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkilerin normalleşmesi süreciyle bağı olduğu yönünde görüşler de var.

Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın ziyaretle ilgili Star gazetesindeki yazısında buna değinmişti.

Akdoğan şunları yazmıştı: “Türkiye, Irak merkezi yönetimiyle hızlı bir normalleşme sürecine girerken Kuzey Irak’la da ilişkilerini geriletmeme kararlılığında. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Bağdat’ı ziyaret ederek normalleşme yolunda ilk adımı atmış oldu. Davutoğlu, yaklaşmakta olan Irak seçimlerinde tüm kesimlere eşit mesafede olacağımızı ve bu yakınlaşmadan ABD ve İran’ın aynı anda memnuniyet duyduğunu belirtti. TBMM Irak Dostluk Grubu başkanı olarak Meclis Başbakanımızla birlikte bu ay içinde Irak ziyaretinde bulunacağız. Bu da normalleşmenin diğer bir adımı oluşturacak.”

BBC Türkçe’ye konuşan Radikal gazetesinden Fehim Taştekin bu ziyaretin nedenlerinden birinin ‘Bağdat’la kurulan yeni diyalogun Erbil’le de eşgüdümlü hale getirilmesi olduğunu’ söylüyor.

Taştekin şunları belirtiyor:

“Kanaatimce Mesut Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesi de, Kürtlerle barış süreci ve Rojava’daki gelişmelere taalluk eden tarafları bir yana Bağdat’la kurulan yeni diyalogun Erbil’le de eşgüdümlü hale getirilmesi amacı taşıyor.”

“Türkiye Bağdat’ı Erbil’e, Erbil’i Bağdat’a feda etmeden ilişkilerine format atmak durumunda. Burada Kuzey Irak’tan petrol ve doğalgaz taşıyacak boru hatları konusundaki yaşanan belirsizlik öne çıkıyor. Ayrıca elektrik satışı ile ilgili projeler de var. Bağdat yönetimini de işin içine sokacak formüllerin Diyarbakır’da Barzani ile yapılacak toplantılarda müzakere edileceğini sanıyorum.”

Revizyon iddiaları ışığında ziyaretin anlamı, asıl olarak ziyaret gerçekleştirildikten sonra anlaşılacak.

Etkilerini görmek için de muhtemelen dikkatlerin en azından kısa vadede, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelere ve Erbil-Bağdat hakkında olup bitenlere yönelmesi gerekecek.

Mutlu Çiviroğlu ile Rojava Üzerine Özel Röportaj

Kobane’deki Saldırıyla El Nusra ve IŞİD “Biz Buradayız, Yok Olmadık’ Demek İstiyorlar
14 Kasım 2013 Perşembe

HATİCE KAMER – YÜKSEKOVA HABER (ÖZEL)

DİYARBAKIR – Suriye’de iç savaş olanca şiddetiyle devam ederken, Rojava Bölgesi’nde salı günü, İsviçre’deki kantonlara benzer “Geçici Yönetim” kurulduğu haberleri gelmeye başladı.

Yaklaşık üç yıldır devam eden savaş ve kaos, ülkede siyasi bir oluşumun kurulmasına fırsat vermezken, Kürtler’in kendi bölgelerinde ilan etmiş olduğu geçici yönetimin yansımaları muhtemelen çok kısa bir zaman içinde kendini göstermeye başlayacaktır.

13.20131113122822.jpg

Rojava konusunda yaptığı doğru ve objektif haberlerle adını duymaya başladığımız ve Çengiz Çandar gibi usta gazetecilerin de övgüyle bahsettiği gazeteci Mutlu Çiviroğlu ile son gelişmelere dair bir röportaj yaptık.

Bir süre önce Rojava’yı da ziyaret eden gazeteci Çiviroğlu, hem bölgeye dair gözlemlerini hem de son gelişmelere dair düşüncelerini Yüksekova Haber okurları ile paylaştı.

Hatice Kamer: Mutlu Bey, sizinle Ağustos ayında yapmış olduğumuz röportajdan sonra Suriye ve Rojava konusunda farklı gelişmeler cereyan etti. Radikal İslamcı gruplar ile YPG arasında çatışmalar hala devam ediyor.  9 Ekim’de Salih Müslim’in küçük oğlu Şervan da çatışmalarda hayatını kaybetti. Siz de tam o günlerde Rojava’ya geçtiniz. Bu olay bölgede nasıl karşılanmıştı?

Mutlu Çiviroğlu: Doğru, Şervan Müslim’in hayatını kaybetmesinin hemen ardından bölgedeydim. Derin bir üzüntü hakimdi gördüğüm her yerde. Ama Rojava’daki hüzün sadece bu olayla sınırlı değildi. Özellikle radikal grupların uzun süredir devam eden saldırıları ve bazen de rejimin düzenlediği hava saldırılarında hayatını kaybeden birçok savaşçı ve sivil insanların yası hemen her evde tutuluyor. Yani ölümle yaşam Rojava’da iç içe geçmiş durumda.

Daha önceki röportajlarımda belirttiğim gibi PYD’yi diğer partilerden ayıran en belirgin özelliği halkın içinde olması ve liderlerinin de halkın çektiği acılara ortak olması. Salih Müslim’in oğlunun vefatı tam da bağlamda ele alınmalı. Görüştüğüm birçok insan bu noktaya açıkça vurgulamıştı. Yani PYD liderinin oğlunun kendi halkı ile birlikte mücadele etmesi, babasının konumuna rağmen bir farkının olmayışı ve genç yaşta hayatını kaybetmesi, halkla PYD arasındaki bağları daha da güçlendirdiğini gözlemledim. Bununla birlikte diğer partilerin daha da zayıfladığını, bir bölümünün ise PYD’ye yakınlaştığına tanık oldum.

Peki, genel olarak Rojava’da nasıl bir tabloyla karşılaştınız?

Aylardır süren ambargonun günlük hayata olumsuz etkileri daha da artmış durumda. Örneğin hastanelerde narkoz gibi, ağrı kesici gibi temel ilaç ve sağlık gereçleri sıkıntısı yaşanmakta. Yine, süt, çocuk maması gibi temel ihtiyaç maddeleri sıkıntısı yaşanıyor.

1.20131113121516.jpg

Savaş koşullarının en masum mağduru Kamışlılı bir Kürt çocuğu

Dükkanların çoğu boş durumda, çünkü ambargodan dolayı bölgeye ulaşımda ve ticari ürün nakliyatında ciddi sorunlar var. Temel ihtiyaç maddeleri Halep ve Şam’dan karşılanıyor (aradaki yol kontrolleri ve vergilerden dolayı) ve bu maddeler Rojava’ya ulaşana kadar fiyatları ne yazık ki kat kat artmış durumda. Elbette, bu durum halkın alım gücünü çok olumsuz etkiliyor.

Üzülerek söyleyeyim ki, birçok şehirde halkın ambargodan dolayı özellikle Sayın Mesut Barzani’ye ve KDP’ye karşı bir tepkisi gözlemlenebiliyor. PYD’ye sert muhalefetiyle bilinen Yekiti partisine yaptığım ziyarette, parti üst yöneticilerinin de sınırın ticarete kapalı olmasından dolayı Bölgesel Kürt Hükümeti’ne eleştirilerde bulunması açıkçası beni çok şaşırttı. Mevcut ambargo parti ayırımı yapmadan herkesi olumsuz şekilde etkilediği için her çevreden tepkiler yükselmekte.

Ayrıca, elektrik kesintisi rutin bir şey ve her akşam ve bazen gündüzleri de kesinti oluyor ve insanlar jeneratör kullanmak zorunda kalıyor.

Şunu çok açıkça söylemeliyim ki, bu kadar ağır şartlara rağmen halkta büyük bir kararlılık var. Özelikle YPG’nin Nusra ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi gruplara karşı elde ettiği başarılar halkta güçlü bir özgüven oluşturmuş. Bu nedenle ki Kürdistan Bölgesi’nden ve Türkiye’den binlerce insan Rojava’ya geri döndü ki bu dönüşlerin bir bölümüne ben de tanık oldum. Sêmelka Kapısı’na gidip bu durumu yakından görmüş, gözlemlerimi de Radikal gazetesinde yazmıştım. YPG’nin birkaç gün önce Til Helef de dahil olmak Serêkaniye bölgesinde 23 yerleşim merkezini ele geçirmesi ve Kaide ile bağlantılı grupları büyük yenilgiye uğratması var olan özgüveni daha da arttırmış durumda.

YPG Fighters in Elok, Serekaniye
Serêkanîyedekî Elok köyünü radikal gruplardan temizleyen bir grup YPG savaşçısı

Ayrıca Til Koçer sınır kapısının ele geçirilmesi, hem bu radikal grupların temel lojistik güzergahının kontrol altına alınması, hem de ambargoya karşı yeni bir alternatif olması açısından Rojava’da moralleri oldukça yükseltmiş durumda.

Rojava’da nereleri ziyaret ettiniz, kimlerle görüştünüz?

Başta Serêkanîye olmak üzere Kamışlı, Dêrîk, Dirbesîye, Tirbêspî, Amûde ve Remalan gibi yerleri ziyaret edip, Sêmelka’daki durumu da yakından görme şansını yakaladım.

Hemen hemen tüm parti merkezlerini ziyaret edip, parti liderleriyle görüştüm. Kürt Yüksek Konseyi merkezinin yanı sıra Ronahî TV ve Kürdistan TV bürolarını da ziyaret ettim ve oradaki meslektaşlarla görüştüm. Yine, YPG yetkililerinden de Serêkanîye ve diğer bölgelerdeki çarpışmalarla ilgili bilgi aldım.

2.20131113121627.jpg

Kamışlı şehrinden bir görünüm

Ayrıca ünlü yazar Konê Reş ile de Kamışlı’da görüştüm. Kendisi sağ olsun, yazar Berzo Mahmud ile birlikte büyük Kürt şairi Cegerxwîn ile ünlü ozan Mihemed Şêxo’nun mezarlarını ziyaret etmemi sağladı.

3.20131113121856.jpgCegerxwîn’in evinin bahçesinde bulunan mezarı

Orada en etkin parti olarak bilinen PYD’nin diğer partilerle ilişkisi nasıl? Rojava’da anti-demokratik uygulamalar olduğu dillendiriliyor. Hatta Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nden de zaman zaman bu tarzda açıklamalar geliyor.

PYD’nin diğer partilerle ilişkilerini eskiye göre daha iyi gördüm. PYD kendisine yöneltilen “her şeyi tek başına yapıyor, başkalarına fırsat tanımıyor” eleştirilerine cevap olabilmeye çalışıyor sanırım. Kendisine bu eleştirileri sorduğum, PYD kanadının etkin isimlerinden Îlham Ahmed diğer partilerin görüşlerine önem verdiklerini söyledi. Îlham, o nedenle de bütün parti ve azınlıkların katılımıyla gerçekleşecek “Geçici Yönetim” projesini kamuoyuna sunduklarını dile getirdi. Ahmed, yine bu temelde Yüksek Konsey’in çalışmalarını daha etkin hale getirmeye çalıştıklarını, Türkiye’ye yaptıkları son ziyareti de bu ortak konsey altında gerçekleştirdiklerini belirtti.

Yekîtî’nin tanınmış isimlerinden Fuad Elîko’ya Ahmed’in bu sözlerini sorduğumda “PYD son dönemlerde daha yapıcı bir tarz sergiliyor ve bunu önemli buluyoruz” dedi. Bununla birlikte eleştirilerini de dile getiren Elîko, PYD’den daha fazlasını beklediklerini, diğer partilere daha rahat ortam hazırlayıp, üyelerinin daha serbestçe çalışmalarını sağlamaları gerektiğini de ekledi.

Bunun yanında, Kürt Ulusal Konseyi (KUK) içinde yer alan bazı partiler de son dönemlerde PYD ile çok yakın ilişki içindeler ve PYD’den ve özellikle de YPG’den övgüyle söz ediyorlar.

4.20131113122028.jpg

Objektifimize zafer işareti yapan bir grup YPG savaşçısı

Ama PYD’yi sert şekilde eleştiren partiler de yok değil. “Siyasi Birlik” oluşumuna giden El Parti, Azadî’nin her iki kolu ve Yekîtî Kurdistanî (Yekîtî Partisi’nden bu sene başında kopan, partinin Avrupa örgütü) PYD’yi anti-demokratik olmakla ve kendilerine çalışma fırsatı vermemekle eleştirmekteler. Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin eleştirileri de genelde bu partiler üzerinden gelmekte.

Geçici Yönetim’ demişken şunu da sormak istiyorum. Dün basına yansıyan haberler var, Rojava’da “Geçici Yönetim” kabul edildi diye. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Bu proje için çalışmalar bir süredir devam ediyordu. Bugün Kamışlı’da yapılan toplantıda bu yönetimi oluşturmakla görevli 82 kişilik ‘Encumena Avakirina Rêvebirîya Giştî ya Rojava’ yani ‘Rojava Yönetimi Kurucu Meclisi’nin oluşturulduğu duyuruldu. Kürtlerin yanı sıra, Arap, Çeçen ve Hıristiyan temsilcilerin de yer alacağı bu yönetimde, ayrıca 55 kişilik ‘Geçici Yönetim Kuruluş İzleme Komitesi’ oluşturdu. Bu projeye göre Rojava bölgesi 3 özerk bölgeden yani Cizirê, Kobane ve Efrin’den oluşacak. İlk ulaşan bilgilere göre, İsviçre’deki kanton sistemi benzeri olacak yönetim modelinde her kanton bölge meclisini kuracak ve genel meclise temsilci gönderecek. Önümüzdeki günlerde daha detaylı bilgiler kamuoyu ile paylaştıkça daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilinir. Ama hiç şüphe yok ki bu karar Rojava için önemli bir adım niteliğinde. Kürt partilerinin bu oluşuma yaklaşımları uluslararası toplumun da bu adımı destekleyip, desteklemeyeceği konusunda önemli olacak.

Dün Kobane’de Kürt Kızılayı Heyva Sor’a yönelik bir saldırı gerçekleşti ve onlarca kişi hayatını kaybetti, birçok kişi de yaralandı. Bu saldırıyı neye bağlıyorsunuz?

Biraz önce de belirttiğim gibi YPG’nin IŞİD, Nusra vb. grupları karşısında özellikle son dönemlerde artan bariz üstünlüğü bu grupları moral yönünden çok olumsuz etkilerken, Rojava’ya ise büyük moral kaynağı oldu. Direk sivilleri hedef alan bu tür saldırılarla hem halkı korkutup, sindirmek hem de ‘biz buradayız, yok olmadık’ demeye çalışıyorlar kanısındayım.  Sadece Kürtlerin değil, Kobane’de yaşayan Arapların da hedef alındığı bu saldırı, Rojava’daki askeri ve siyasi yetkililerin çok dikkatli olmaları gerektiğini, tedbiri elden bırakmamaları gerektiğini hatırlatmakta. Askeri alanda baş edemedikleri Kürtleri bu tür saldırılarla yıldırmaya çalışan bu radikal grupların, benzeri saldırılara önümüzdeki dönemlerde de devam edebilecekleri göz ardı edilmemeli.

Kürdistan Hükümeti ile var olan Sêmalka Sınır Kapısı gerginliğine Salih Müslim’e geçiş izni verilmemesi meselesi var olan ilişkileri krize dönüştürmüş durumda. İki ay önce Kürtler’in birliği için Ulusal Kürt Kongresi heyecanı varken, mevcut durum siyasi birlikten ziyade ayrışmaların gittikçe keskinleştiğini gösteriyor. Meselenin iç yüzü nedir?

Meselenin içyüzünün ne olduğu konusunda kesin bilgi sahibi değilim. Ama kamuoyunda KDP’nin, Avrupa’da yaptığı eleştirel bir konuşmadan dolayı Salih Müslim’e geçiş izni vermediği çokça tartışıldı. Yine, Müslim’in oğlunun ölümüyle ilgili olarak Ankara’yı işaret etmesinin de bu kadar da etkili olabileceği dile getirildi kimi çevreler tarafından. Benim görüşüm, Müslim’in geçişine izin verilmeyişi altta yatan çok derin sorunların açık bir şekilde dışa vurumu. Malum KDP ile PYD arasında uzun süreden beri devam eden bir gerginlik mevcut. Her iki taraf da birbirini suçlasa da olay bir bakıma iktidar savaşı. PYD  hızlı bir şekilde siyasi, toplumsal ve askeri örgütlenmesini güçlendirirken, KDP’de kendisine yakın partiler aracılığıyla güç kurmaya çalışıyor. Gelinen noktada PYD’nin bu mücadelede önemli bir üstünlük sağladığı görülmekte. Maalesef Rojava’da var olan KDP ile PYD arasındaki bu gerginlik yakın zamanda azalacak gibi de görülmüyor.

Müslim’in geçişinin engellendiği bir dönemde, Musul tarafındaki Til Koçer sınır kapısı YPG’nin eline geçmesinin stratejik önemi nedir?

Birincisi, Til Koçer yani Arapça adıyla Yarubiye sınır kapısı Musul ile Kamışlı’yı birbirine bağlayan ana karayolunun üzerinde bulunuyor. Irak tarafında ise Rabiya denilen kapının ele geçirilmesiyle birlikte Kürtler Suriye’yi Irak’a bağlayan önemli bir kapıyı kontrol altına almış oluyorlar. Kapı, Rojava’ya uygulanan ambargonun kırılması açısından oldukça büyük öneme sahip. Kapı işlevsel hale geldiğinde bölgenin gereksinim duyduğu temel ihtiyaç maddeleri bu yoldan sağlanabilecek.

5.20131113122154.jpg

Dêrîk’teki bir YPG kontrol noktasında gönüllü olarak nöbet tutan yaşlı bir Kürt

Til Koçer ayrıca IŞİD, Nusra ve diğer grupların silah ve savaşçı temini konusundaki ana lojistik merkeziydi. Burası ayrıca bomba, patlayıcı yüklü araç yapımı ve canlı bombaların hazırlanmasında kullanılan önemli bir merkezdi. Bu radikal gruplar Til Koçer’i kaybetmekle çok önemli imkânlardan mahrum kalmış oldular.

6.20131113122237.jpg

YPG tarafından etkisiz hale getirilen patlayıcı yüklü bir IŞİD aracı

YPG Sözcüsü Rêdûr Xelîl ile geçenlerde yaptığım görüşmede bana söyledikleri de çok enteresandı: “Irak sınırındaki Til Koçer şehri IŞİD ve Nusra’nın ana üs olarak kullandıkları en önemli merkezleriydi. Til Koçer kapısının elimize geçmesiyle bu çetelerde manevi ve moral olarak büyük bir dağılma oldu. O nedenle de güçlerimiz karşısında tutunamayıp, Rakka ve Til Abyad şehirlerine doğru geri çekildiler.”

Şunu da belirtebiliriz ki, bu kapının kontrolü Suriye petrollerinin büyük çoğunluğunun yer aldığı Remelan bölgesini elinde tutan Kürtler’e, bu petrolü ihraç etme olanağı doğurdu. Her ne kadar Kürtlerden bu konuyla ilgili herhangi bir açıklama gelmese de, bu olasılığın bazı bölge ülkelerinde rahatsızlık yaratmış olabileceği de mümkün.

7.20131113122309.jpg

Civar köylerde çatışmalar sürerken Remelan bölgesindeki petrol kuyuları

Son olarak da söyleyebiliriz ki bu kapının kontrolü YPG’ye uluslararası arenada büyük bir prestij kazandırırken, PYD’nin de elini güçlendirmiş, halka da büyük bir moral kaynağı olmuş durumda.

Biraz da diplomatik faaliyetlere değinelim istiyorum. Cenevre 2 Konferansı yine ertelendi. Gerçekleşmesi halinde bu konferansın Kürtler için önemi nedir?

Bu konferans Suriye’nin geleceğinin uluslararası alanda tartışılacağı önemli bir platform olacak. Bu konferansta iç savaşın durumu, Esad’ın geleceği, etnik ve dinsel azınlıkların hakları vb. gibi birçok konu ele alınacak. Suriye’deki tarafların yanı sıra, uluslararası güçlerin de yer alacağı böylesi bir toplantıya Kürtlerin kendi kimlikleriyle katılıp, taleplerini dile getirmeleri oldukça büyük öneme sahip olacak. Bu konuda Kürtler arasında tam bir birlik yok. PYD ve KUK içindeki bazı partiler ‘Yüksek Kürt Konseyi ile bağımsızca Cenevre’ye katılalım’ derken, ‘Siyasi Birlik’ oluşumu içinde yer alan partiler ise ‘Suriye Ulusal Konseyi’nin bir parçası olarak katılalım’ görüşünde. Suriye Ulusal Konseyi, İstanbul’da yaptığı toplantıda mevcut 3 üyeye ek olarak, 8 yeni KUK üyesinin konseye katılmasını onayladı. Mevcut durumda uluslararası güçlere baktığımızda Rusya ilk seçeneğe yakın dururken, Amerika ise ikinci şıkkı desteklemekte.

28 Ekim’de Washington’da BDP’nin organize ettiği Kürt Konferansı gerçekleşti. Rojava’nın merkezde olduğu bir konferans oldu. Siz de konferansa katıldınız, konferans nasıl geçti?

8.20131113122400.jpg

Selahattin Demirtaş ve James Jeffrey

Konferans çok başarılı geçti. Bunu hem Amerikalı ünlü katılımcılar hem de Cengiz Çandar, Amberin Zaman gibi gazeteciler de yazılarında dile getirdiler.

9.20131113122453.jpg

Cengiz Çandar, Nazmi Gür, Michael Gunter ve David Phillips

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da kendisiyle yaptığım söyleşide konferansın beklediklerinden çok daha iyi geçtiğini ifade etmiş, bu tür konferansları her sene düzenleyeceklerini belirtmişti. Ben bu konudaki izlenimlerimi detaylı olarak Radikal’e yazmıştım zaten.

Yüksekova Haber aracılığıyla bir kez daha tekrar edeyim ki, konferans BDP için büyük bir başarıydı. Türkiye ve Amerika’dan gelen seçkin konuklar, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan kalabalık bir grup, başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerin diplomatik temsilcileri, birçok basın mensubu ve düşünce kuruluşu temsilcileri konferansa katıldılar.

Benim moderatörlüğünü yaptığım ‘Rojava Paneli’ de oldukça iyi geçti. PYD Dışilişkiler Bürosundan Alan Şemo, Profesör Christian Sinclair, KNK’den Saif Bedirxan ve gazeteci Amberin Zaman konuşmacı olarak katıldılar.

Amberin Zaman’ın Müslim’in Kürdistan Bölgesi’ne geçişine izin verilmemesini eleştirdiği, duygusal ama sert konuşması salondan büyük alkış aldı.

10.20131113122535.jpg

Rojava Paneli

İnanıyorum ki, BDP önümüzdeki seneden itibaren bir günlük konferans yerine, iki hatta üç gün sürecek etkinlikler düzenleyecektir çünkü böyle bir talep var Washington’da.

Selahattin Demirtaş konferansa katılırken, Salih Müslim vize işlemlerine geciktiği için konferansa Skype üzerinden katıldı. Kürt siyasetçilere ilgi ve  Kürt Sorunu’na yaklaşım nasıldı?

Evet, Sayın Demirtaş’ın katılımı konferansa ayrı bir önem kazandırdı ve konuşması da oldukça ilgi gördü. Ayrıca David Phillips, James Jeffrey gibi tanınmış şahsiyetler BDP’nin böyle bir konferansı düzenlemesinden ve Barış Süreci’nde önemli rol oynamasından övgüyle bahsettiler.

Ama konferansın en büyük ilgi odağı hiç şüphesiz Salih Müslim idi. Fiziksel olarak salonda bulunamaması hayal kırıklığı yaratsa da, Skype üzerinden de olsa izleyicilere hitap etme fırsatı buldu.

12.20131113122619.jpg

Salih Müslim konuşmasını yaparken

Müslim’in çok yakın zamanda oğlunu kaybetmiş olmasına rağmen göstermiş olduğu güçlü duruşu izleyicilerde derin saygı uyandırdı. Verdiği mesajlarla partisinin Amerika’yla iyi ilişkiler geliştirmek istediğini, Rojava halkının El Kaide’yle bağlantılı gruplarla verdiği savaşta Washington’un desteğini beklediğini ifade etti.

BDP ilke defa Amerika’da böylesi kapsamlı bir konferansı düzenliyor. Bu tür organizasyonların Kürt siyaseti üzerinde etkisi nedir?

Konferans sonrasında ortaya çıkan durum şuydu ki bu tür konferanslara büyük istek var ve insanlar daha sık böyle konferanslar düzenlenmesini istiyorlar. Washington gibi dünyanın en önemli merkezlerinden birinde bu tür ilgi çeken konferansların düzenlenmesi, Kürt siyasetinin gelmiş olduğu aşamayı anlama açısından da önemli. Yani Kürtlerin de kendi sorunlarını tartışıp, gelecekleri ile ilgili kararların tartışıldığı mekanlarda bir aktör olarak öne çıkması da dikkat çekici bir gelişme. Son olarak şunu da ekleyelim ki kendisi Washington’a gelemeyen PYD, BDP aracılığıyla kendi mesajlarını Amerikan yönetimine ulaştırma imanı yakaladı bu konferans sayesinde.

http://www.yuksekovahaber.com/haber/mutlu-civiroglu-ile-rojava-uzerine-116330.htm

YPG Spokesman Xelil: We Are the Defense Force of the Kurdish People

Redur Xelil, spokesperson of the People’s Protection Units (YPG), denied that the group is the armed wing of the Democratic Union Party (PYD), and is in fact fighting for all of the Kurds in Syria.

“We are the defense force of the Kurdish people,” he told Rudaw in an interview.”Everyone can easily find a place in the YPG regardless of their party affiliation or views,” he added.

Xelil said that the YPG had stood up to radical Islamic forces and liberated 23 towns and villages from their clutches.

Rudaw: What is the latest on your war with the Islamic State of Iraq and Syria (ISIS) and Jabhat al-Nusrah?

Redur Xelil: We started operation “Tribute to the Martyrs of Revolution” and the second phase of this operation ended the night of November 8. We liberated 23 towns and villages from armed radical groups north of Til Temir-Serekaniye (Ras al-Ayn). Some of the important bases of the armed radical groups were completely captured by our forces. Important centers such as Mishrafa, Til Khalaf, Asfar Najjar and Banajir have been completely liberated and are now under YPG control.

Rudaw: Can you tell us why you started this operation and mobilized such large forces?

Redur Xelil: First, I would like to say that these locations are part of Rojava (Syrian Kurdistan) and are Kurdish. This was the most important reason why the YPG started this operation. In addition, Kurdish cities and towns have been under attack from radical armed groups for about three months. We tried to solve the issues with these armed groups peacefully and through dialogue, but their response was attacks. We finally felt it was necessary to stop these attacks. For this purpose, the YPG drew a military plan and acted upon it. Without a doubt, there were some very heavy clashes during this operation. In the end, these armed groups could not stand against YPG’s military force. Some of them managed to escape, but the rest were killed by our forces.

Rudaw: Last month your forces seized Tel Kocer from jihadist groups, but there is strong Sunni support for those groups across the Iraq-Syria border. Is there the risk of losing control of the border town again?

Redur Xelil: Right now, the city of Tel Kocer is under our control and it is protected by the YPG. We are taking necessary military measures to repel any attack on the city. There is no doubt that we can defend the city under any condition. The presence of armed groups in that region is very weak now. That is why we don’t think they will attack again or can take Tel Kocer city from the YPG.

Rudaw: You mentioned that the groups who ran away went toward Til Abyad. Does YPG plan to take control of Til Abyad? What can you tell us on this?

Til Abyad is a Kurdish town and it is in Rojava Kurdistan. We see presence of radical Islamist groups in this location as occupying forces. All groups living in Til Abyad are unhappy about existence of radical armed groups there. Of course, liberating Til Abyad is included in the plans YPG has. I want to be clear that when the time and conditions are right, we will liberate Til Abyad too.

Rudaw: How about Azaz and Jarablus?

The same is true for Azaz and Jarablus. We accept those regions as parts of Rojava Kurdistan. Those regions are between cities of Serêkaniyê, Kobanê [Ain al-Arab], and Afrin. In order for these cities to be connected and there will be no problem in transportation between these cities, Azaz and Jarablus must be liberated too.

Rudaw: The international media talked about your fight with Islamic groups recently, especially after the capture of Tel Kocer. Why do you think this sudden interest?

Redur Xelil: The strength of al-Nusrah and similar al-Qaeda affiliated groups was exaggerated in the world media and everyone started believing it. This was an effective media campaign. But the YPG proved it all wrong. The YPG showed that no matter how strong these groups are, no matter what heavy weaponry they possess, they will be defeated. The YPG fights on its own land and people’s support is the strongest weapon any force can have. Many people did not believe Kurds would be successful against these highly experienced and powerful groups. However, the YPG showed that we could stand against them because there is no legitimacy for their presence in these regions. Their presence was for looting and oppression; it was not in the interest of the peoples living in these areas.

Rudaw: Some media outlets reported that other ethnic and religious minorities in Rojava celebrated your arrival and are supporting you. Are these reports true?

Redur Xelil: No doubt, they are true. People living in these areas were feeling helpless because of the atrocities these groups were committing. These gangs brought along a culture that is in serious conflict with the culture of these regions. Their system was based on torture, intimidation, and looting. People of these regions have been living in peace and harmony and that is why they were extremely disturbed by the arrival of these armed gangs and their attempts to install a savage culture. This reality is the reason why people were happy when the YPG liberated those areas. Many individuals from these non-Kurdish peoples living in these areas joined the YPG and fought against these armed groups. Many individuals from these non-Kurdish peoples living in these areas joined the YPG and fought against these armed gangs. The resistance they presented was noteworthy.

Rudaw: Do you have fighters from Arab, Assyrian, and other people?

There are fighters in YPG ranks from every people living in Rojava Kurdistan. There are Arabs, Armenians, and Assyrians. Every peoples living in the region have fighters within the YPG.

Rudaw: Some still say that the YPG is the armed wing of the Democratic Union Party (PYD). What do you say about this?

Redur Xelil: Those who do this propaganda try to show the YPG weak and unworthy. According to them, the YPG acts within a narrow political framework. The YPG, without a doubt, has from the very beginning served the interest of every group in the region and protected them. The YPG is not the army of a political party. We are the defense force of the Kurdish people. Everyone can easily find a place in the YPG regardless of their party affiliation or views. The first and the only legitimate force defending Rojava Kurdistan is the YPG.

Rudaw: CNN has broadcast a report showing how easily jihadist militants cross from Turkey into Syria. What do you think about this? Do you think Turkey’s support for jihadist groups continues?

Redur Xelil: We know the role of Turkey since the first day of events started in Syria. We spoke out many times, trying to reach out. We said Turkey helps radical Islamist groups. We said they are being assisted in crossing the border. We captured documents as well. Some of these extremists killed in battles had Turkish passports and Turkish Intelligence (MIT) ID cards. Our announcements were not taken seriously. CNN finally reporting on these groups and how they cross validates what we have been saying. We hope these facts will reach the people everywhere. We hope that Turkey’s negative role in the Syrian revolution will be clearly exposed and everyone will see these facts.

Rudaw: Speaking of Turkey, as you know Turkey is building a wall on the border with Rojava near Nusaybin where the mayor Ayse Gokkan went on hunger strike against it for over a week. What can you tell us about this wall?

Redur Xelil: We consider the action of Ms. Gokkan very honorable, and declare our full support for her. Turkey’s attempt at building a wall on the border towns where Kurds are the majority is not right. This is the 21st century and national borders are eroding and everyone is building relations based on democracy. Turkey building a wall has a negative meaning. I believe the Kurdish people will not allow such a wall to be erected between North Kurdistan (in Turkey) and Rojava Kurdistan. Because erecting this wall is wrong and is a product of chauvinist policies, this attempt will not be accepted.

http://rudaw.net/english/interview/10112013

Selahattin Demirtas: Syrian Kurds Should Not Be Criticized for Trying to Remain Neutral

Selahattin Demirtas: PYD’s ‘Third Way’ is Best Option for Syria
Selahattin Demirtas, co-chair of the pro-Kurdish Peace and Democracy Party (BDP) in Turkey. Photo by Mutlu Civiroglu/Rudaw

WASHINGTON DC — Selahattin Demirtas, co-chair of the pro-Kurdish Peace and Democracy Party (BDP) in Turkey, says that US officials must meet directly with the leader of the Democratic Union Party (PYD) in Syria.

In an interview with Rudaw he adds that the PYD, which is the Syrian arm of the militant Kurdistan Workers’ Party (PKK), advocates a ‘”third way” for Syria, where all groups in the country are represented equally and “the unity of Syria is preserved.” Demirtas adds that Syrian Kurds should not be criticized for trying to remain neutral in the civil war, and blames Turkey for channeling Western arms and funding to al-Qaeda groups in Syria to fight the Kurds.

According to Demirtas, it is imperative that Syrian Kurds attend the Geneva II conference as a united force.

Rudaw: Did this first Kurdish conference in Washington meet your expectation?

Selahattin Demirtas: This conference was very important for us because of the fact that it was the first one in America. It is important that such a conference was organized successfully and with the participation of a large audience in the US capital. I can say the conference has drawn significant attention. As we came from Turkey we predicted the conference would be a success, but the attention and interest shown to it was beyond our expectations.

  we noticed that there has been a campaign of misinformation by the Turkish Ministry of Foreign Affairs against Rojava.  

Rudaw: One of the topics of the conference was the situation in Rojava (Syrian Kurdistan). How do you find US public opinion on Rojava?

Selahattin Demirtas: The Kurds and their reality have been newly acknowledged by the American public. Denying the existence of Kurds and trying to wipe them from history had made the Kurds unnoticeable on the international level. It was especially after the Gulf War and the invasion of Iraq that the US government and its people started to know the Kurds. After the significant developments in Syria — as well as the situation in Turkey and Iran — the Kurds are noticed a lot more. What is happening in Rojava is closely followed here in the US media and the government watches the events closely. However, we noticed that there has been a campaign of misinformation by the Turkish Ministry of Foreign Affairs against Rojava.

This propaganda, which claims that the Democratic Union Party (PYD) is on the side of (Syrian president) Bashar Assad, had negative consequences and created wrong perceptions against the Kurds in Rojava. We are hopeful that, thanks to this conference, such a false perception is now open to discussion. This perception was also discussed in our formal meetings with government officials. Changing such a false perception certainly requires more work.

The Kurds in Rojava are not on Assad’s side. They are neither with Assad nor the opposition.They have their own position, which is called the “third way.” Nobody has the right to blame or criticize Kurds in Rojava just because they did not choose to carry guns for someone else! Their position must be understood. We have seen clearly that there is lack of knowledge about this important issue here in Washington.

Rudaw: Salih Muslim, leader of the Democratic Union Party (PYD), has tried to come to the US.  Have you talked to the US government about this issue, or do you have a plan for his possible visit in the future?

Selahattin Demirtas: We have definitely told the US that it would be beneficial for them to meet the PYD and listen to their political views directly.  We have told them that it is wrong not to grant Mr Muslim a visa so that he could visit the US. We also conveyed PYD’s message to the American government, because they could not be present here.

Rudaw: What was that message?

  Nobody has the right to blame or criticize Kurds in Rojava just because they did not choose to carry guns for someone else! 

Selahattin Demirtas: As I mentioned before, it is the “third way,” a model on which all peoples and identities in Syria are represented equally, and the unity of Syria is preserved. PYD officials say they are ready for a diplomatic solution, and they do not have animosity towards anyone. They say that what they are doing is just protecting their own territory. They also say they want to participate in the Geneva II Conference independently as Kurds, with their own identity. However, they do not rule out part of a unified opposition. This is the view of the Supreme Kurdish Council (SKC) as well. We shared these thoughts with (US) government officials in our meetings.

Rudaw: Speaking of Geneva II, how do you think the Kurds from Rojava should approach this conference?

Selahattin Demirtas: The Kurds of Rojava will have to make their decisions by themselves. We do not have the right to speak on behalf of them. But we think that unity is the way for our brothers who live there. It is very crucial for the Kurdish parties to unite their names and forces. Going to Geneva under the Syrian opposition without any political guarantees is very risky. Such a scenario can lead to a second Lausanne (Treaty) and the Kurds can be deceived once more!

However, Kurds can go to Geneva with their own identity and defend their rights at that conference. Only after they receive assurances about their rights and demands should they unite with the Syrian opposition. As BDP, our suggestion for our brothers in Rojava is that they should put their differences aside and participate in Geneva II as a single force.

Rudaw: The US is concerned about radical groups like al-Qaeda in Syria, yet the Obama administration seems reluctant to acknowledge the PYD’s fight against these groups.

Selahattin Demirtas: Actually, I think Turkey has a role in this issue. Ankara channeled the support it received from the US and Europe to these radical groups. Many countries provided humanitarian assistance, logistical support and weapons to the opposition groups in Syria, but they did not intend such assistance to end up in the hands of al-Qaeda and other similar groups. However, Turkey, as a coordinating country, has facilitated the delivery of this assistance to reach al-Qaeda. As a result, this has made the US and European countries uneasy.

  The Americans cannot accept the fact that help sent by the US to Syrian civilians ends up in the hands of al-Qaeda.  

The Americans cannot accept the fact that help sent by the US to Syrian civilians ends up in the hands of al-Qaeda. In my opinion it is also making the American people uncomfortable that they are feeding al-Qaeda militants in Syria. This is the result of Turkey’s wrong foreign policies. There are legitimate forces and civil society organizations in Rojava that could be supported, but unfortunately the help went to radical militants who poured into Syria from all over the world.

Rudaw: Experts believe that the People’s Defense Units (YPG) control of the Tel Kocer border point between Syria and Iraq is a significant achievement for the Kurds. What are your thoughts on this?

Selahattin Demirtas: Seizing Tel Kocher (Yarubiyah) has been one of the most significant achievements of the Rojava revolution. This move will change many things militarily and politically. I am certain that everyone, including the neighboring countries and international powers, have realized the power of the YPG. This has shown that the YPG, the Kurds and the Supreme Kurdish Council should be taken more seriously. This move has also made the PYD powerful in the international arena and a legitimate party to talk with.

The control of the gate has also been an effective move towards removing the embargo that is implemented over Rojava. The Kurdistan Regional Government’s (KRG’s) policy that may remind one of the embargoes on Rojava is not appropriate for the spirit of Kurdish unity. This policy can no longer be continued. Nobody has the luxury of making a mistake while dialogue, cooperation and solidarity among Kurds have such a historical importance. I am optimistic that there will be an end to this wrong policy.

Rudaw: How is your relation with Kurdish parties in Rojava? I know you invited some of them to Turkey to meet EU and US officials?

Selahattin Demirtas: Any time representatives of the Supreme Kurdish Council came to Turkey we tried our best to assist them. We are in equal distance to all parties in Rojava. We support all parties who struggle for the freedom of Kurdish people, and we consider ourselves their friend. We will continue doing our best for Kurdish parties in Rojava to come together and join their forces to serve their people. We defend the rights of Rojava Kurds diplomatically as well. As much as we struggle for the Kurds in Turkey, we outspokenly defend the rights of our brothers and sisters in Rojava, both in the political and diplomatic arenas.

http://rudaw.net/english/interview/04112013

Ankara-Erbil-Şam-Rojava Ekseninde El-Kaide’li Ufuk Turu

Cengiz Çandar

Obama-Maliki görüşmesinde el-Kaide’ye karşı işbirliğinin masaya yatırılacağına kuşku yok.

WASHINGTON- Morton Abramowitz ile görüşmeyeli epey zaman olmuştu. Daha önce defalarca yaptığımız gibi, Washington’un Çinli semtinde, Chinatown’daki Moğol lokantasının önünde buluştuk. Çin-Moğol mutfağına düşkündür. Çincesi de kuvvetlidir. Bu günlerde adı, ‘Retorikten Realiteye’ adlı ABD’nin Türkiye politikasının nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin raporu hazırlayan ekibin ‘eşbaşkanı’ olması yani yazımında çok özel, belirleyici katkısı nedeniyle Türkiye’de sık sık anılıyor. ABD’nin Türkiye’yi en iyi bilen, en yetkin ve en etkili isimlerinden biri olduğuna kuşku yok.

Karşılaştığımız an, ilk sözleri, yaşının 80’e dayanmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmek oldu. Oysa zihni, yine her zamanki gibi 20’li, 30’lu genç adamlarınki kadar berraktı. Morton Abramowitz’le tabii ki bol bol ABD’yi ve Türkiye’yi konuştuk. Mort, oldum olası, Amerikan yönetimini, yapısını ve işleyişini, politikalarını sözünü hiç sakınmadan eleştirir. Olduğu gibi anlatır. Yine öyle yaptı.

O nedenle Türkiye’ye ilişkin olarak da bölgeye (Ortadoğu) ilişkin olarak da bu ABD’den, bir başka deyişle ‘Obama Amerikası’ndan –olumlu ya da olumsuz- beklentilere kapılmanın gerekmediğine ilişkin kanaatlerim, Abramowitz’i dinledikten sonra daha da pekişti.
Aynı duygulara Washington’da bulunan Irak Başbakanı Nuri el-Maliki de vardı mı, bilemiyorum. Maliki, tıpkı şu sıra aralarının ısıtılmaya çalışıldığı Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın bundan beş buçuk ay önce, mayısta Washington’da ağırlanışı gibi ağırlanıyor.
Morton Abramowitz, geçen akşam, Tayyip Erdoğan’ın Washington’dan eli boş döndüğünü söyledi bana. Ben de İstanbul’dan bakarak, uluslararası ilişkilerin inceliklerine vâkıf olduğumuz kadarıyla o hükme varmış ve yazmıştım zaten.

Maliki de öyle mi olacak?
Olabilir. Maliki, görüştüğü Senato Dış İlişkiler Komitesi üzerinde pek bir etki bırakmamış. Örneğin Cumhuriyetçi Tennessee Senatörü Bob Corker, “Kendi kendimize konuşurken, birbirimizin yanından geçip gittik gibi geldi bana” demiş Maliki için. “Bizim kaygılarımızı içselleştirmiş görünmüyordu ve onları önemsemez bir haldeydi” diye eklemiş NYT’ye.

Ne garip, aşağı yukarı aynı sözcükleri – “İki taraf da birbiriyle konuşuyor gibi ama farklı şeyler konuşuyor ve yürürken konuşuyor, birbirinin yanından geçip gidiyor”- şeklinde olarak, ABD-Türkiye ilişkilerinin bugünkü hali ve Tayyip Erdoğan’ın tavrına ilişkin olarak, Morton Abramowitz, bana söylemişti.

Bu yazı yazıldığı sırada, Maliki, Beyaz Saray’da Obama ile görüşmede olacaktı. Obama-Maliki görüşmesinin ‘anafikri’ni, Maliki’nin daha Bağdat’tayken NYT’ye yazdığı ve 30 Ekim Çarşamba günü yayımlanan ‘Bizim İçin Sabırlı Olun’ başlıklı makalenin şu satırlarında bulmak mümkün:

“El-Kaide Irak’tadır ve uzantıları halkımıza karşı acımasız bir terörist kampanya yürütüyorlar. Bu teröristler sadece Irak’ın değil, ABD’nin de düşmanlarıdırlar. Bu nedenle Başkan Obama ile cuma günü görüştüğümde, terörizme karşı koymak ve Suriye’deki çatışma dahil olmak üzere, daha geniş bölgesel güvenlik kaygılarına hitap etmek amacıyla ABD ve Irak arasında daha derin bir güvenlik ilişkisine ilişkin bir plan önermeyi düşünüyorum…

Suriye’deki savaş, aşırı mezhepçileri ve dünyanın çeşitli parçalarındaki teröristleri çeken bir mıknatıs oldu. Onları çevremizde topluyor. Birçoğu, delik deşik sınırlarımızdan içeri sızıyorlar. Suriye ya da Irak’ın el-Kaide operasyonları için üs olmasını ne biz isteriz ne de ABD…”
Türkiye’den bakıldığında, Maliki’nin Washington ziyareti üzerinde bu kadar durmayı değer kılan bu satırlar işte. Irak’ta son haftalarda kan gövdeyi götürüyor. Kanlı bilançonun altındaki imza IŞİD. Rojava’da –başta Serekaniye- Kürtlere saldıran, Türkiye sınırlarının ötesindeki Rakka ve Azaz’ı elinde tutan da o. Türkiye topraklarını kullandığı ileri sürülen ‘silahlı İslamcı güçler’den biri de IŞİD. Ankara, IŞİD’e karşı gereken önlemi almazken, Nusaybin’de, Şenyurt’ta Kürtler arasında ‘duvar’ örmeyi ‘güvenlik politikası’ diye sunabiliyor.

Ayrıca, şu anda Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, Tayyip Erdoğan’la görüşmüş durumda. Irak Dışişleri Bakanı (Mesut Barzani’nin dayısı olur) Hoşyar Zebari geçen hafta Ankara’daydı. Ankara –Washington’un isteğini yerine getirmek niyetiyle de- Bağdat ile arasına düzeltmek istiyor. Konu, Ankara-Erbil-Bağdat üçlü ilişkilerinin çerçevesi içine oturuyor. Daha da önemlisi, ‘Suriye-Rojava’ ile bir de ‘dördüncü unsur’la daha da büyük bir boyut kazanıyor.

Ankara, PYD’ye karşı Rojava ile araya bir utanç ‘duvarı’ inşa ederek, sınırı kapatmak isterken, Irak Kürdistanı’nın kapıları bizim toplantıya katılmak için Rojava’dan yola çıkmak isteyen Salih Müslim’e kapatıldı. Ne var ki, Kürt YPG güçleri, Musul üzerinden Bağdat’a uzanan Til Koçer kapısını, Kaide’nin Irak-Suriye kolu IŞİD’in elinden aldılar. Bunun siyasi-stratejik sonuçları üzerinde iki yazı öncesinde durmuştum.

Washington’da birlikte bulunduğumuz BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, aynı konuda, hızla dünyanın en önde gelen Rojava uzmanlarından biri olmaya başlayan Mutlu Çiviroğlu’na konuştu. Radikal Online’da tümünü okuyabileceğiniz çarpıcı söyleşinin şu bölümünü not ettim. Mutlu Çiviroğlu soruyor:

“ABD’de el Kaide gibi radikal gruplar en büyük korku kaynağı. PYD ise bu unsurlara karşı savaş verirken Amerika kamuoyunda kısmen de olsa olumlu tepkiler ortaya çıktı. Buna karşın, ABD hükümetinin bu konudaki gönülsüzlüğünü neye bağlıyorsunuz?”

Demirtaş’ın cevabı: “Aslında burada Türkiye’nin rolünün olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye ABD’den ve Avrupa’dan aldığı desteği bu ülkelerin iradesinin hilafına radikal gruplara yönlendirmiştir… Amerikalıların kendi eliyle oradaki el Kaide militanlarını besliyor gerçeği zannedersem Amerika toplumunu da rahatsız ediyordur… Bu Türkiye’nin izlediği yanlış dış politikasının bir sonucu olmuştur. Halen de tümüyle bu yardımların kesildiğini söylemek mümkün değil.

Dolayısıyla şu an Türkiye içine düştüğü durumu ve bu ülkelerle kurduğu aldatmaya dayalı ilişkinin hesabını vermek üzere sorgulanıyor. Ankara’nın dış politikası sorgulanıyor. Türkiye’nin Bağdat ile yeniden ilişki kurmaya zorlanması da aslında bütün bu hataların sonucudur.”
Selahattin Demirtaş, yukarıda işaret ettiğimiz Til Koçer kapısının YPG tarafından ele geçirilmesine de değiniyor. “Til Koçer kapısının kontrol ediliyor olması ve ele geçirilmesi Rojava devrim sürecinin şu ana kadarki en önemli hamlelerinden biri oldu. Askeri ve siyasi açıdan birçok şeyi değiştirecek bir gelişme oldu bu. Bu hamle, muhatap alma konusunda da uluslararası alanda PYD’nin elini güçlendirdi diye düşünüyorum. Kapının kontrolü ambargonun kırılması için de etkili bir hamle oldu.”

Selahattin Demirtaş’ın Washington’da, ABD’nin Türkiye ile ilişkileriyle ilgili Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland ile görüştüğünü, görüşmede ‘Rojava konusu’nun önemli yer tuttuğunu da ekleyelim.

Obama-Maliki görüşmesinden, Maliki’nin IŞİD’e karşı kullanmayı istediği Apache helikopterleri ile Hellfire füzeleri satışı çıkar mı bilinmez ama el-Kaide’ye karşı işbirliğinin masaya yatırılacağına kuşku yok.

Özetleyelim: Maliki, Washington’dan mayıstaki Erdoğan gibi mi dönecek; şimdiden kestirmek kolay değil ama şu kesin gibi: Türkiye-Suriye sınırları el-Kaide için yol geçen halinde muhafaza edilirse el-Kaide, Kürtlere saldırmak için Türkiye’nin ‘zımni’ desteğinden yararlanır ve dolayısıyla bölgede kökleşirse…

Ne Türkiye-Irak ilişkileri toparlanabilir ve ne de Türkiye-ABD ilişkilerini sancısız bir gelecek bekleyebilir.

Washington’da Ankara-Erbil-Şam-Rojava ekseninde ‘el-Kaide’li ufuk turu böyle söylüyor…

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/ankara_erbil_sam_rojava_ekseninde_el_kaideli_ufuk_turu-1158622

Rojava İçin İkinci Lozan Korkusu

Mutlu Çiviroğlu, Washington’ı ziyaret eden BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile Radikal için konuştu.

Rojava için ikinci Lozan korkusu

YPG’nin Til Koçer Kapısı’nı ele geçirmesinin dengeleri değiştireceğini belirten Demirtaş, Suriyeli Kürtlerin garantiler almadan muhalefetin çatısı altında Cenevre’ye gitmesinin ikinci bir Lozan’a yol açacağını söyledi.

MUTLU ÇİVİROĞLU / WASHINGTON

Partinizin Washington temsilciliği tarafından düzenlenen 1. Kürt Konferansı beklentilerinizi karşıladı mı?

Avrupa’nın birçok önemli merkezinde Avrupa Parlamentosu da dahil bugüne kadar birçok başarılı Kürt konferansalar gerçekleştirildi. Buradan baktığımızda Avrupa’da bu kadar konferans yapılırken Amerika’da hiç yapılmamıştı. Bu nedenle bu konferansın Amerika’da ilk defa gerçekleşiyor olması, bizim için çok önemliydi. Bu başlıkta ve bu kapsamda bir konferansın ABD’nin başkentinde başarılı bir organizasyon ve katılımla düzenleniyor olması, yüksek bir ilgiyle karşılanması önemlidir. Doğrusu biz de Türkiye ’den gelirken iyi bir konferans olabileceğini tahmin ediyorduk. Fakat beklentilerimizin üstünde bir başarı ortaya çıktığını söyleyebilirim.

Konferans sırasında görüştüğüm gazeteci meslektaşların ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin bu tür konferansların artması yönünde beklentileri var. Partiniz ABD’de her yıl böyle bir konferanslar yapmayı düşünüyor mu?

Evet, görünen o ki ihtiyaç olacak ve yapmak gerekecek. Ortadoğu’da sorunların kısa zamanda çözülmeyeceği belli. Fakat sorunlar çözülürken Kürtlerin rolünün ne olacağı tartışılmalıdır mutlaka. Özellikle büyük merkezlerde büyük başkentlerde sık sık hatırlatılmalıdır. İşin doğrusu her yıl da dengeler değişiyor Ortadoğu’da. O nedenle Kürt sorunu orta yerde durduğu müddetçe ve Ortadoğu sorunu da bu boyutta bu kapsamda ortada durduğu müddetçe bu konferansları yapmak gerekecek. Seri hale gelmesinde ben fayda görüyorum. İnşallah 8’inci 20’nci konferanslara gerek kalmadan bu sorunlar çözülmüş olur.

Konferansta iki konu öne çıktı: Barış süreci ve özellikle de Rojava konusu. ABD kamuoyunun Rojava’ya bakışını ilgisini nasıl buldunuz?

Kürt ve Kürdistan gerçeği ABD’de daha yeni yeni tanınmaya başlanıyor. Bu güne kadar Kürtlerin inkârı, tarih sahnesinden silinmesi girişimleri Kürtleri uluslararası alanda da görünmez hale getirmişti. Özellikle Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali ile birlikte ABD hükümeti ve toplumu da Kürtleri tanımaya başladı. Şimdi Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’deki ve İran’daki durum ile birlikte artık burada iyice bilinen tanınan bir toplum haline geldiler. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Özellikle Rojava’daki gelişmeler buradan dikkatlice izleniyor. Medya izliyor, hükümet izliyor. Fakat bir eksik bilgilenmenin ve Rojava’ya dönük bir kara propagandanın etkili olduğunu söyleyebilirim. Hem medyada hem hükümet nezdinde bu var. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı kara propaganda, ‘PYD’nin Esad yanlısı olduğu’ şeklindeki kara propaganda belli bir sonuç doğurmuş. Böyle bir algı oluşmuş.

Konferans ile birlikte bu algının tartışmaya açıldığını düşünüyoruz. Bizim yaptığımız resmi temaslarda da bu algının tartışmaya açıldığını düşünüyoruz artık. Şimdi bu algıyı düzeltmek için daha çok çaba sarf etmek lazım. Çünkü oradaki Kürtler Esad yanlısı Esad taraftarı değiller. Oradaki Kürtlerin duruşu üçüncü bir çizgidir. Kürtler birilerinin tetikçisi olmadı diye kimse Kürtleri suçlayamaz, eleştiremez. Bu duruşun iyi anlatılmasına ihtiyaç var. Bu konuda eksiklik olduğunu fark ettik.

Konuşmanızda bu konunun Dışişleri Bakanlığı görüşmenizde gündeme geldiğinden bahsettiniz. Salih Müslim’in ABD’ye gelme çabaları vardı. Bu konuda ABD hükümetinden bir isteğiniz oldu mu, ya da bir çalışmanız olacak mı?

Tabi ki ABD hükümetine de PYD ile doğrudan görüşmelerinin faydalı olacağını, kendilerini kendilerinden dinlemenin faydalı olacağını belirttik. Salih Müslim’e şimdiye kadar vize verilmemesinin yanlış bir uygulama olduğunu belirttik. Ayrıca PYD’nin mesajını da kendilerine ilettik. Çünkü kendilerinin gelememeleri nedeniyle bizim aracılığımızla iletmemizi istedikleri mesajı ilettik.

Neydi o mesaj?

İfade ettiğim gibi üçüncü yol çizgisi Suriye’de bütün halklar ve kimliklerle eşit bir temsil modeli, Suriye’nin birliğinin korunması. Bu çerçevede, ‘diplomatik çözüme hazır oldukları, kimseye düşmanlık yapmadıkları ve sadece kendi bölgelerinde meşru savunmalarını yaptıkları’. Yine, ‘Cenevre 2 Konferansı’na da kendi kimlikleri ile Kürt Yüksek Konseyi şemsiyesi altında katılmak istediklerini ama konferansta birleşmiş bir muhalefet olarak çıkılabileceklerini’ de ifade ediyor PYD yöneticileri. Kürt Yüksek Konseyi’nin de ortak düşüncesi bu. Biz de bu düşünceleri paylaştık hükümet yöneticileri ile.

Cenevre 2’den bahsetmişken sizce Rojavalı Kürtler bu konferansa yönelik nasıl bir tutum sergilemeli? PYD, Kürtlerin Yüksek Konsey adı altında bağımsız olarak katılmasından yana ama Suriye muhalefetiyle katılıma sıcak bakanlar da var.

Tabi ki Kürtler orada kendi kararlarını kendileri vermeli. Bizim onlar adına konuşma yetkimiz yok. Ama biz, oradaki kardeşlerimizin yararının birlikten geçtiğini düşünüyoruz. Kürt hareketlerinin kendi kimliğiyle gücüyle birlik halinde gitmeleri çok önemlidir. Şu an görünen o ki, Suriye muhalefetiyle birleşmenin henüz koşulları oluşmamıştır. Suriye muhalefeti Kürlere hiçbir taahhütte bulunmadan, karşılıksız ve riskli bir şekilde, Suriye muhalefetinin çatısı altında Cenevre’ye gidilmesi Kürtlere ikinci bir Lozan’ı yaşatabilir. Kürtler bir kez daha aldatılabilir. Fakat Kürtler kendi kimlikleri ile katılıp orada taleplerini savunduktan ve talepleri ile ilgili güvence aldıktan sonra konferansta Suriye muhalefeti ile birleşip tek bir muhalefet olarak oradan çıkabilirler. Biz naçizane kendilerine şunu önerebiliriz: Mutlaka birlik olarak hareket etmeliler parçalı durmayıp ne pahasına olursa olsun birlik olmalı ve kendi kimlikleriyle Cenevre’de olmalılar.

ABD’de El Kaide gibi radikal gruplar en büyük korku kaynağı. PYD ise bu unsurlara karşı savaş verirken Amerika kamuoyunda kısmen de olsa olumlu tepkiler ortaya çıktı. Buna karşın, ABD hükümetinin bu konudaki gönülsüzlüğünü neye bağlıyorsunuz?

Aslında burada Türkiye’nin rolünün olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye ABD’den ve Avrupa’dan aldığı desteği bu ülkelerin iradesinin hilafını radikal gruplara yönlendirmiştir. Birçok ülke Suriye’deki muhalefete destek sunarken, gerek insani yardım gerek lojistik desteği gerek silah desteğini sunarken bunları El Kaide ve ya benzeri gruplara ulaşması amacı ile yapmıyorlar. Ama Türkiye bu yardımları koordine eden ülke olarak bunların El Kaide veya benzeri gruplara ulaşmasında kolaylık sağlamıştır. Ama bu da bir müddet sonra bütün destek sunan ülkeleri rahatsız etmiştir.

Özellikle Amerika hükümetinin Suriyeli sivillere gönderilen yardımların El Kaide’nin eline geçmesi Amerika toplumu tarafından kabul edilecek bir durum değil. Bizzat Amerikalıların kendi eliyle oradaki El Kaide militanlarını besliyor gerçeği zannedersem Amerika toplumunu da rahatsız ediyordur. Bu Türkiye’nin izlediği yanlış dış politikasının bir sonucu olmuştur. Rojava’da desteklenmesi gereken sivil halk hareketleri varken, onlara yardım edilmesi gerekirken, maalesef ki dünyanın çeşitli yerlerinden gelip Rojava’ ya saldıran bu radikal gruplara bu yardımlar ulaşmıştır. Halen de tümüyle bu yardımların kesildiğini söylemek mümkün değil.
Dolayısıyla şu an Türkiye içine düştüğü durumu ve bu ülkelerle kurduğu aldatmaya dayalı ilişkinin hesabını vermek üzere sorgulanıyor. Ankara ’nın dış politikası sorgulanıyor. Türkiye’nin Bağdat ile yeniden ilişki kurmaya zorlanması da aslında bütün bu hataların sonucudur.

Sayın Başkan, CIA’in eski ikinci adamı Morell de Amerikan basınına yaptığı açıklamalarda Suriye’deki El Kaide varlığının çok ciddi boyutlara ulaştığını ve ulusal güvenliğe en ciddi tehdit olduğunu dile getirdi. YPG Suriye’deki radikal gruplara karşı duvar işlevi görüyorken, Washington’un sessizliğini sadece Türkiye ile açıklamak mümkün mü?

Türkiye’nin önemli bir rolü var tabi ki. Fakat Kürtlerin orada statü kazanmasını engellemek için, El Kaideci grupların Kürtlere saldırmasına bir müddet göz yumulmuştur. Bu bir gerçektir. Uluslararası güçleri de belki doğrudan kendi gönderdikleri yardımların onlara ulaşmasından rahatsız olmuşlardır ama radikal grupların Kürtlere saldırmasına ve onların kazanımlarını yok etmesi için de bunlara bir müddet göz yummuşlardır. Bunların başarılı olmayacağını anlayınca, giderek kendilerinin güçlendiği ama YPG’yi zayıflatamadıklarını anlayınca da paniklemeye başladılar.

YPG’nin kontrol altına aldığı Til Koçer Sınır Kapıs’nın (Yarubiye) Rojava üzerindeki ambargonun delinmesi açısından çok önemli olduğu söyleniyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Til Koçer Kapısı’nın kontrol ediliyor olması ve ele geçirilmesi Rojava devrim sürecinin şu ana kadarki en önemli hamlelerinden biri oldu. Askeri ve siyası açıdan birçok şeyi değiştirecek bir gelişme oldu bu. Öyle sanıyorum ki artık herkes, bölge ülkeleri de dahil bütün uluslar arası güçler YPG’nin ve bu vesile ile hem Kürtlerin, hem de Kürt Yüksek Konseyi’nin daha ciddiye alınması gereken bir güç olduğunu anladılar. Bu hamle, muhatap alma konusunda da, uluslararası alanda PYD’nin elini güçlendirdi diye düşünüyorum.

Kapının kontrolü ambargonun kırılması için de etkili bir hamle oldu. Çünkü hem devrimi boğmaya çalışıyorlardı, hem de oradaki halkı izole edip ambargo uygulayarak kendilerine mecbur ve muhtaç etmeye çalışıyorlardı. Til Koçer kapısı Kürtlerin daha da rahatlamasına ve mücadeleyi sürdürmelerine vesile olacak.

Güney Kürdistan hükümetinin ambargoyu çağrıştıran politikaları dönemin ruhuna uygun değildir. Ben inanıyorum ki bu politikalar Güney Kürdistan halkına da zarar verdiğini Kürdistan hükümeti görmüştür. Bunun çok sürdürülebilir olma şansı yoktur. Kürtler arası diyalog, işbirliği ve dayanışma bu kadar tarihi bir önemdeyken kimsenin yanlış yapma lüksü yoktur. Ben bu hatanın kısa sürede telafi edileceği düşüncesindeyim.

PYD’ye sert muhalefeti ile bilinen Yekiti Partisi liderlerinden Fuat Aliko geçenlerde bana BDP ’nin Rojavalı partileri için oynadığı rolden övgüyle bahsetmişti. Siz parti olarak Rojavalı Kürleri bir araya getirme, yardımcı olmaya devam edecek misiniz?

Bugüne kadar Kürt Yüksek Konseyi temsilcileri Türkiye’ye geldiğinde ayrım gözetmeksizin hepsiyle ilişki kurmaya destek olmaya çalıştık. Biz oradaki partiler arasında ayırım gözetmeyiz. Kürtlerin kurtuluşu için, birlik için mücadele eden bütün partiler, Kürdistani güçler, bizim için dosttur ve aynı değerdedir. Biz onların birleşmesi ve birlikte hareket etmeleri için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Diplomatik alanda da Rojava Kürdistanı’nın çıkarlarını savunuyoruz. Türkiye Kürtleri için yürüttüğümüz mücadele kadar siyasi ve diplomatik alanda Rojava sorununu her yerde dile getiriyoruz ve takipçisi oluyoruz. Çünkü Kürdistan’ın, Kürt halkının özgürlüğüne doğru giden yolda bütün halkların özgürlüğü vardır. Bölgenin barışı vardır, buna yürekten inandığımız için yapmaya devam edeceğiz.

Sizin parti olarak önümüzdeki günlerde Rojava’ya yönelik çalışmalarınız olacak mı?

Tabii ki. Biz 7 Kasım’da bütün milletvekillerimizin katılımıyla Nusaybin’de bir etkinlik yapacağız. On binler ile yüzbinler ile sınıra yürüyeceğiz ve sınıra inşa edilmek istenen duvarların yapımını durduracağız. Bu öyle bir defalık bir protesto yürüyüşü olmayacak. Duvar yapımı duruncaya, abluka kaldırılıncaya, sınırlar günlük ticarete ve insani yardıma açılıncaya kadar kesintisiz sürecek bu sınır eylemi. Bu konuda çok ciddi ve kararlıyız. Hükümetin tutumu nedir bilmiyoruz ama o güne kadar diplomatik yol ile bahsettiğim sorunları çözmek istiyoruz.

Son olarak da konferansın bir diğer önemli gündem maddesi olan barış süreci ile ilgili görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Amerika’da da barış sürecinin yakından takip edildiğini ve destek gördüğünü gözlemledik. Müzakere sürecinin kendisi zaten bir mücadeledir. Bundan vazgeçmek bu bitti demek veya biz asla konuşmayız. Görüşmeyiz demek silahlara davetiye çıkarmaktır. Silahlara davetiye çıkaracak bir pozisyonda olmak büyük bir sorumluluk demektir. Ama Başbakan Erdoğan ortaya çıkan siyasi sonuçları partisel çıkarları için fırsat olarak değerlendirmiştir. Bu defa böyle davranmaması için bütün kesimlerce uyarı yapılmasına rağmen, AKP sürecin siyasi rantını yemeyi çözüme değiştirmiştir.

Ama süreç tamamıyla bitmiş ve ya nihayetlenmiş diyemeyiz. Çünkü Sayın Öcalan bu konuda ısrarcı olmaya devam edecek, diyaloğu müzakereye çevirmeye devam edecek. Süreç şu an can çekişiyor, sürecin ilerleyebilmesi için Sayın Öcalan’la müzakereye başlanması, kendisinin dış dünyayla bağlantı kurup bunun için yasal düzenlemenin yapılması, bağımsız üçüncü bir gözlemci gücün kabul edilmesi gerekiyor. Hükümetin en azından bunlara cevap vermesi bekleniyor. Kısa süre içinde hükümetten olumlu yanıt alınırsa, olumlu pratik adımlar atılırsa süreç ilerleyebilir. Yoksa sürecin Sayın Öcalan tarafında da artık ilerletilemez hale gelmesi gibi bir durumla karşılaşabiliriz.

Sizin son dönemlerdeki mesajlarınızda bir sertlik var bu, hükümetin beklentilere cevap vermemesinden mi kaynaklanıyor, neden?

Sürecin riski nedeniyle hükümete mesajlarımızı daha sert bir tonda ilerletmeyi tercih ettik. Çünkü hükümet bu güne kadar vermiş olduğumuz mesajları a yanlış anlamış ya da anlamamıştır. Bu işin çocuk oyuncağı olmadığını sert bir dille hükümete anlatmak gerekiyordu. Üslubumuzdaki sertlik süreci kaybetme kaygısından kaynaklanmıştır. Sürece duyduğumuz kaygıdan kaynaklıdır. Yoksa süreci bitirme adına ya da gerilim yaratıp süreci sekteye uğratma hamleleri değildir. Tam tersine süreç can çekişti için bizim muhalefetimiz sertleşmiştir.

http://www.radikal.com.tr/dunya/rojava_icin_ikinci_lozan_korkusu-1158496