Rojava Üzerinde PYD-KDP Mücadelesi

Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Başkanı Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Rojava’da yönetimi elinde bulunduran Demokratik Birlik Partisi (PYD) arasında uzun süredir devam eden gerginlik, hendek olayıyla birlikte doruğa çıkmış durumda.

Image

KDP bu hendeği “güvenlik nedeniyle” kazdığını ve Rojava’ya karşı yapılmadığını birçok kez ifade etti. KDP’nin 17. Bölge Sorumlusu Serbest Bapiri, Amerika’nın Sesi Kürtçe Servisi’nde yayınlanan açıklamasında amaçlarının Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi radikal örgütlerinin bölgeye girişini engellemek olduğunu, hendeğin Kürtlere karşı bir adım olarak görülmemesi gerektiğini söylemişti.

PYD ise hendeğin kazılmasını, “KDP’nin kendisine ve Rojava’daki kazanımlara karşı sürdürdüğü düşmanlığın son örneği” olarak görmekte. PYD kanadının en etkili isimlerinden İlham Ahmed, Radikal gazetesi için kendisiyle yaptığım röportajda, Rojava’da halkın kendi Demokratik Özerklik projesini desteklemesinin KDP’yi rahatsız ettiğini, hendek kazılmasının var olan bu rahatsızlığının bir sonucu olduğunu şu sözlerle ifade etmişti: “Sözde teröristlerden, IŞİD’den korunmak için kazmışlar bu hendeği ama bunun bahane olduğunu herkes biliyor. Çünkü hendek çetelerin geçtiği bölgelerde değil, Kürt güçlerin elinde olan sakin ve huzurlu yerlerde.”

KDP ile PYD arasındaki gerginlik birtakım önemli nedenlere dayanmakta ki bunların başında iktidar çekişmesi yatmakta. Suriye’deki krizin başlamasıyla askeri, siyasal ve toplumsal alandaki boşluğu iyi dolduran PYD, iktidarını her geçen gün daha da güçlendirdi. Diğer partiler kan kaybederken, PYD hızla çekim merkezi konumuna ulaştı. Bunda hiç şüphesiz PYD’nin Rojava merkezli siyaseti ve yöneticilerinin halk arasından olması önemli rol oynadı.

Suriye’deki krizin başlamasıyla askeri, siyasal ve toplumsal alandaki boşluğu iyi dolduran PYD, iktidarını her geçen gün güçlendirdi.

Mutlu Çiviroğlu

Buna bir örnek vermek gerekirse, PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in oğlu Şervan’ın yaşamını yitirdiği sırada Rojava bölgesinde bulunan bir gazeteci olarak, insanların “PYD yöneticileri hiç olmazsa burada, aramızdalar ve yeri geliyor, çocukları da şehit oluyor” şeklinde konuşmalarına çok kez tanık oldum.

Efrin, Kobane ve Cezire bölgelerinde ilan edilen kanton yönetimlerinde bazı küçük parti ve bağımsız şahsiyetler yer alsa da, güç ağırlıklı olarak PYD’nin elinde. Yine, askeri açıdan da, Suriye’deki en disiplinli yapıların başında gelen, Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG) bölgedeki tek güç olması dolayısıyla PYD’nin gücünü daha da pekiştiriyor. Her ne kadar YPG Genel Komutanı Sipan Hemo, tek bir partinin gücü olduklarını net bir şekilde reddetse de kamuoyundaki algılamanın bu yönde olduğu gerçek.

Buna karşılık, KDP genel anlamda Rojava’daki gelişmelerin dışında kaldı. Kendisine bağlı ya da yakın duran partileri Erbil’de Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) çatısı altında bir araya getiren KDP, bir süre bu yapılanma aracılığıyla güç sahibi olmaya çalıştı. Uluslararası alanda ve Suriye muhalefeti arasında belli bir oranda destek de bulan ENKS, umudunu bağladığı Cenevre Görüşmeleri’nin başarısızlığa uğramasıyla iyice etkisizleşti.

ENKS, kendi içinde yer alan ondan fazla partinin yarattığı çözümsüzlük ve hantallık nedeniyle zaten pek de işlevsel olamıyordu. ENKS’yi oluşturan parti üst kadrolarının Rojava yerine Erbil’de konumlanmaları, var olan gelişmelere karşı politika üretmek yerine, sürekli PYD’ye karşıt konumda olma görüntüsü çizmeleri, Rojava’da etkisiz kalmalarının önemli nedenleri arasında sayılabilir.

KDP bu duruma son vermek ve Rojava siyasetinde daha fazla söz sahibi olmak için son bir hamle olarak yeni bir parti kuruluşuna öncülük etti. Partinin Suriye’deki kolu olan ‘Suriye Kürt Demokrat Partisi’, bölgedeki yaygın adıyla ‘El Parti’ ile Azadi Partisi’nin her iki kanadı ve son dönemde kurulan ‘Yekiti Kurdistani’ adlı küçük partinin katılımıyla Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye’nin (KDP-S) kuruluşu bir süre önce Erbil’de ilan edildi. Bu yeni oluşumun Rojava’daki dengelere nasıl bir etkide bulunacağı merakla beklenen bir konu.

KDP ile PYD arasında devam eden gerginliğin bir diğer ana nedeni ise hiç kuşku yok ki, Erbil ile Kandil arasındaki iktidar çekişmesi. PYD yetkilileri, resmi ağızdan PKK ile organik bağı olduklarını reddetse de Abdullah Öcalan’ın düşüncelerinin kendileri açısından “ilham kaynağı” olduğunu her fırsatta dile getiriyorlar. Dolayısıyla Rojava’daki gerginlik bir bakıma bu durumun da yansıması.

PKK, PYD’yi desteklerken, KDP ise önce ENKS, şimdi ise yeni kurdurduğu KDP-S’yi destekleyerek Rojava’daki iktidar savaşını sürdürmeye çalışıyor. Bu durumu daha iyi anlamak için her iki partiye bakmakta fayda var.

 

Suriye’deki Kürt partileri, 2012’nin Temmuz ayında Barzani’nin çağrısıyla toplanıp ‘Erbil Mutabakatı’nı imzalamıştı. [Fotoğraf: AA]

 

KDP ile PKK tüm Kürtler arasındaki en güçlü iki parti. PKK, Kürtlerin yaşadığı Türkiye, Suriye ve İran’da ve de diasporadaki en güçlü siyasi, askeri ve toplumsal yapı konumunda. PKK’nin Irak Kürdistan Bölgesi’nde de KDP dışındaki partilerle, özellikle de Değişim Hareketi (Goran) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile iyi ilişkileri mevcut.

KDP ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanlığını elinde bulunduran ve oradaki hükümetin de büyük ortağı olan bir parti. KDP, sahip olduğu ekonomik, politik ve askeri gücün yanı sıra diplomatik alanda da Kürtler arasındaki en güçlü yapı.

Bu iki güç arasındaki iktidar savaşı ve Kürtlerin lideri olma mücadelesi birçok alanda kendini hissettirmekte. Geçen yıl yapılması planlanan ancak “kongrenin liderini kim olacağı, temsiliyet oranının nasıl belirleneceği” gibi sorunlar yüzünden henüz gerçekleşemeyen Kürt Ulusal Kongresi de asıl olarak bu iktidar çekişmesinin bir sonucu olarak ertelenmişti.

Kandil ile Erbil arasındaki siyasi çekişmenin, Kürtlere kimin liderlik edeceği mücadelesinin en belirgin sahası elbette ki Rojava. PKK, lideri Öcalan’ın uzun süre kitle çalışması yürüttüğü ve halkla güçlü bağlar kurduğu Rojava’ya büyük önem veriyor. Gerçekten de Öcalan’ın Suriye Kürtleri arasındaki popülaritesi ve itibarı birçok çevre tarafından bilinen bir durum ve bölgeyi ziyaret edenler bu durumu yakından görebiliyor. PKK’nin kendi içindeki Suriye Kürtlerinin büyük bölümünü Rojava’ya gönderdiği ve bu kişilerin YPG’nin yapılanmasına önemli rol oynadıkları biliniyor. Bu nedenle de PKK, bu bölgeyi kendi mücadelesinin uygulama alanı olarak görüyor.

Rojava siyasetinde geride kalan KDP’nin, sınıra hendek kazması ve PYD hakkında sert demeçler vermesi, bu mücadelesinden pek de vazgeçmeyeceği anlamına geliyor.

Mutlu Çiviroğlu

KDP ise hem Mele Mustafa Barzani’nin “Kürtlük davasının” en önemli temsilcisi olduğu, hem de Rojava’daki en eski partinin 1957 yılında kurulan Suriye Kürt Demokrat Partisi olduğu düşüncesiyle bölgedeki en eski ve en meşru yapı olduğunu savunuyor. KDP’nin daha doğrusu Barzani isminin Cezire Bölgesinde önemli desteği olduğunu da vurgulamak lazım. Bu nedenlerle KDP Rojava’da doğal olarak söz söyleme hakkı bulunduğuna inanıyor.

Gelinen noktada KDP’nin Rojava siyasetinde ana aktör olma mücadelesinde oldukça geride kaldığı, dengelerin büyük oranda PKK’den yana olduğu görülüyor. KDP’nin, Irak Kürdistan Bölgesi’nde yer alan tüm partilerin karşı çıkmasına rağmen Rojava sınırına hendek kazması ve PYD hakkında sert demeçler vermesi, bu mücadelesinden pek de vazgeçmeyeceği anlamına geliyor.

Ankara’nın yaklaşımı değişti

Kürtler arası bu gerginlikte Ankara ise KDP’ye yakın bir siyaset izliyor. Aslında Ankara, Suriye meselesine yaklaşımına önce “Kürtsüz” başladı. Daha sonra Erbil üzerinden ENKS ile görüşmeler yaptı ve bu oluşum üzerinden Kürtlerle diyalog geliştirmeye çalıştı. Fakat ENKS’nin güçsüzlüğünü gördüğünden ve gelişmelerin PYD ekseninde cereyan ettiğini anlayınca, PYD ile de temas kurmaya başladı. Salih Müslim’in sürpriz şekilde Türkiye’ye davet edilmesi Rojava’da olumlu bir hava yarattı. Her ne kadar Müslim’in ilk ziyaretini ikinci bir ziyaret takip etse de ilişkiler hiç de istenilen düzeye ulaşmadı ve bu durum PYD cephesinde hayal kırıklığına yol açtı.

Yine de son dönemlerde Ankara ile Rojava Kürtleri ve PYD arasında bazı olumlu gelişmelerin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Geçen ay Cezire ve Kobane Kantonu heyetleri Türkiye’yi ziyaret ettiler. Özellikle Urfa’nın Suruç ilçesinin karşısında yer alan Kobane’den gelen heyetin ziyareti oldukça ilginçti, çünkü bu ziyaret sırasında Süleyman Şah Türbesi’nin korunması konusunda anlaşmaya varıldığı bildiriliyor.

Bunu destekleyen gelişme ise 23 Nisan’da Mürşitpınar Sınır Kapısı’ndan Kobane Kantonu’nun izniyle Rojava’ya giren Türk askeri konvoyunun IŞİD kontrolündeki Karakozak Köprüsü’ne kadar YPG tarafından korunmasıydı. Yine, Türkiye’nin YPG kontrolündeki sınır kapılarında insani geçişleri daha esnek hale getirdiği, Birleşmiş Milletler, Türkiye ve Efrin Kantonu’nun ortak çalışmaları sonucu bölgedeki mültecilere yardım çalışmalarını sürmesi de olumlu gelişmeler olarak göze çarpmakta.

Her ne kadar son günlerde karşılıklı medya savaşı artmış olsa da tabandan gelen bu baskılar sonucunda KDP ile PKK’nin yakın zamanda birtakım üst düzey görüşmeler yapması muhtemel. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani geçen haftalarda bu konuda bazı ipuçları vermişti. Birkaç gün önce Kürdistan Bölgesi’nde bulunan Cezire Kantonu heyetinin bu konuda bazı görüşmeler yapmış olması mümkün. Son olarak, Kürtler arası gerginliğe bakıldığında bu durumun Kürt kamuoyunda büyük rahatsızlık yarattığı ve her iki taraftan da bu gerginliğe son verecek adımlar beklediği görülüyor.

Washington’da yaşayan gazeteci ve analist Mutlu Çiviroğlu, Amerika’nın Sesi (VOA), Radikal, CNN ve BBC vb. yayın organlarında Rojava, Kürt Sorunu ve Washington’daki gelişmeler üzerine yorum ve analizler yazmakta, röportajlar yapmaktadır. Ayrıca, Erbil merkezli Rudaw gazetesinin İngilizce baskısında özellikle Suriye ve Türkiye’deki Kürt sorunu, Amerika’nın bölgeye yönelik siyaseti gibi konularda makale ve analizler yazmaktadır.

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/rojava-uzerinde-pyd-kdp-mucadelesi

Türkiye’nin Dostu Komşu Kürdistanlar

25.07.2013 

Image

Suriye Kurdistanı’nda yani Rojava’da geçen hafta Halk Savunma Birlikleri (YPG)nin Serekaniye’de kontrolü ele geçirmesinden sonra Til Temir’e, ordan da Girê Sipî yani Til Abyad’a sıçrayan çatışmalar son hızıyla devam etmekte.

El Nusra emiri Ebu Musab’i yakalayarak büyük başarı elde eden Kürt güçleri, bu silahlı grupların ellerinde rehin tuttukları 400 sivilin bırakılması karşılığında Ebi Musab’ı serbest bırakmak zorunda kaldı. Şu an için çatışmalar Akçakale’nin karşı tarafındaki Tel Abyad’da devam etmekte. Bu bölgenin stretejik önemi Cizire bölgesini yani Kamışlo, Amude ve Haseke gibi şehirleri Kobane (Ain al-Arab) ile Afrin merkezli Kürt Dağı bölgesini birbirine baglaması.

Irak ve Şam İslam Devleti ile Nusra Cephesi’nin buraya saldırmasının nedeni her iki bölgeyi birbirinden ayırmak. Bu değerlendirmeyi en son Azadi Partisi lideri Mustafa Cuma da, Salı günü Rudaw TV’de katıldığı bir programda dile getirdi. Kürtlerle, Arapların birlikte yaşadığı Tel Abyad’ın, Kürdistan’in bir parçası olduğunu vurgulayan Cuma, Nusra militanlarının Kürt topraklarını birbirinden ayırma çalışmalarına Kürtler olarak izin vermeyeceklerini söyledi.

Irak ve Şam İslam Devleti ile Nusra Cephesi’nin Kürtlere saldırmasının bir başka nedeni de Ramazan sonrası o bölgede bir devlet ilan edeceği. Bu iddiayi görüştüğüm değişik Kürt kaynakları da doğrulamakta.

Bu silahlı grupların, YPG ve ve Cebhet el Ekrad (Kürtlerin diğer halklarla yaşdağı Kürdistan il, ilçeleri dışındaki bölgelerde, diğer halkların da içinde yer aldığı yapı) ile olan savaşının, Kürtler arasında büyük bir dayanışma ruhunu öne çıkardığı görülmekte. Carsamba gunu son durumla ile ilgili görüştüğüm Kobanê Halk Meclisi Eşbaşkanı Ahmed Şêxo 4 bin 500 kişinin YPG’ye katıldığını ve insanlarin katılım için sırada beklediklerini söyledi. Şehirde parti kavramının ortadan kaybolduğunu söyleyen Şêxo, tüm halkın tek vücut halinde şehri savunmak ve savaşın devam ettiği diğer bölgelere destek olmak icin hazır olduğunu dile getirdi. Ayrıca, Kobanê’den büyük takviye kuvvetlerinin Til Abyad’a gittiğini gösteren videolar internette ve sosyal medyada de sıkça paylaşılmakta. Kürt kuvvetlerinin bu zorlaması karşısında, bu silahlı grupların, sivilleri kaçırarak, canlı kalkan olarak kullandıkları haberi hem YPG kaynakları,  hem de olayları takip eden gazeteciler tarafından bildirilmekte.

Savaşın gidişatı üzerine görüştüğüm kaynaklar, Cebhet el Ekrad’ın Irak ve Şam İslam Devleti ile Nusra’ya karsı üstünlük içinde  olduklarını ve Cihadçı militanlara cok kayıp verdirdiklerini bildirmekteler. Fakat, bu gruplarınn sivilleri kalkan olarak kullanmaları nedeniyle, Kürterin istedikleri gibi hareket edemediklerini de ifade etmekteler.

Yukarda bahsettiğimiz Kürtler arası birlik ve dayanışma duyguları,  birbirine soğuk duran siyasi partileri bile yakınlaştırmakta. Mustafa Cuma’ya ek olarak El Parti lideri Dr. Abdulhakim Beşar da Al Arabia televizyonuna verdiği röportajda, radikal grupların Kürt şehirlerine saldırmasını sert bir dille eleştirdi. Suriye muhalefetinin hatalarından dolayı radikal İslamcıların önü açıldı diyen Beşar, bu nedenle Baas rejiminin ömrünün uzadığını da belirtti. “Suriye muhalefeti kendinden başka kimseyi görmüyor. Ne Kürtleri, ne Mesihileri, ne de diğer azınlıkları dikkate aldığı yok ”şeklinde tepkisini dile getiren Beşar, Suriye Devrimi’nin amacından sapıp, radikal İslamcıların savaşına döndüğünü ifade etti.

Kürt Demokrtik Sol Partisi lideri Salih Gedo da, Nusra saldırıları tek bir partiye karşı değil, Kürt halkının kazanımlarına karşı olduğunu belirterek “Devam eden çatışmalar, halkımız için ölüm-kalım savaşıdır. Hiç şüphesiz, meşru savunma gücümüz YPG galip gelecektir” şeklinde konuştu.

Bu son olayların Rojava’da müthiş bir etki yaratarak YPG’ye büyük bir prestij kazandırdığı bir gerçek. PYD dışında birçok parti mensubunun ve sıradan vatandaşların da son günlerde büyük oranda YPG’ye katılmaları bunun en belirgin göstergesi. YPG Genel Komutanı Sipan Hemo ile  yaptığım özel röportajda, Hemo, PYD’nin silahlı gücü oldukları iddiasını kesin bir ifadeyle redderek, Rojava halkının ulusal gücü olduklarını ifade etti. Bu son yaşanan Serekaniye, Tel Temir, Til Abyad çatışmaları ve değişik kesimlerden insanların YPG’ye katılımları da Hemo’nun söylediklerini destekler nitelikte. Var olan destek o kadar büyümekte ki, diğer partilere üye birçok  kişinin,  partilerinin kararına rağmen El Kaide’ye bağlı gruplara karşı savaşmak için YPG’ye katıldıkları çokça dile getirilmekte.

Mevcut duruma bakıldığında, Irak ve Şam İslam Devleti ile Nusra Cephesi’nin Kürtlere karşı saldırıları Rojava halkını birbirine çok yakınlaştırdığı söylenebilir. Hatta deyim yerindseyse bu silahlı  gruplar, istemeden Kürtlere büyük bir iyilikte bulundular.

Devam eden çatışmalar elbette uluslarası arenada da yankı bulmakta. New York Times, Washington Post, Los Angeles Times gibi birçok ünlü gazete, AP, AFP gibi ajanslar, Fox TV, RT TV gibi televizyon kanalları, yoğun bir şekilde Kürtlerin  El Kaide’ye karşı  savaştıklarından olumlu bir dille bahsetmekteler. Yine, ABD Dışişleri Bakanlığı hem Pazartesi hem de Salı günü yaptığı açılamalarda, radikal İslam’ın yayılmasından duyduğu kaygıları dile getirip, Suriye Kürtleri’nin, Irak ve Şam İslam Devleti ile Nusra Cephesi ile savaşını yakından takip ettiklerini dile getirdi. Washington’un aksine, Moskova’dan gelen açıklama ise Kürtler için çok daha olumluydu. Açıklamada, Suriye-Türkiye sınırı boyunca yer alan Til Abyad ve Ras al-Ain kasabalarında El Kaide’ye bağlı silahlı grupların çatışma sonrası aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 200 sivil Kürdü rehin alıp canlı kalkan olarak kullandığına dikkat çekildi.

Rusya Dışişleri Bakanlığı devamla “Suriye’de devam eden siyasi ve askeri çatışmaya dahil olmayan huzurlu Kürt nüfusa karşı aşırılık yanlısı uluslararası teröristler tarafından işlenen ihlalleri ve katliamı kınıyoruz” dedi. Bütün bu gelişmelere baktığımızda durumdan en çok memnun olması gereken Türkiye’nin tam tersine çok büyük bir rahatsızlık duyduğu gözlenmekte. Ankara, kendi sınırlarının El Kaide’ye bağlılık yemini etmiş radikal gruplardan kurtulup, kendisiyle çok iyi ilişkiler kurmak isteyen Kürtlerin kontrolüne geçmesinden hiç de memnun değil. Hem Sipan Hemo, hem PYD lideri Salih Müslim Ankara’ya çok olumlu mesajlar vermekte ve Türkiye’ye karşı hiçbir şekilde tehdit oluşturmadıklarını dile getirmekteler.

TEV-DEM yöneticisi Dr. Nasir Hacı Mansur da, Serekaniye olayları sırasında iyimserliğini dile getirip, Türkler bu sefer açıkça Nusra militanlarına destek olmadılar dese de, Ankara’da esen olumsuz hava Kürtler arasında büyük bir hayal kırıklığı yaratmakta. Öyle ki Türkiye ile ilişkileri  daha iyi olan Azadi Partisi lideri Mustafa Cuma bile durumdan rahatsızlığını açıkça  dile getirerek şu ifadeleri kullandı. “Kuzey’de devam eden barış süreciyle Türkiye’nin gerçekten değiştiğini, uzun yıllardan beri süregelen Kürt Sorunu’nu gerçekten çözmek istediğni sanmıştık. Ama, Ankara’nın El Kaideci gruplara verdiği destek bizleri cok üzmekte.”

Gerçekten de “Çözum Süreci”nde olan bir Türkiye’nin, 20 milyon Kürdün akrabası olan üç milyon Kürde karşı takındığı bu olumsuz tavır hem siyasetçiler tarafından, hem de halk tarafından hayretle karşılanmakta. “PYD sınırı ele geçirdi” diye ortalığa korku salmaktansa, Kürtlerin, Ankara’ya uzattığı eli tutup, ona göre iyi ilişkiler gelişirmek en başta Türkiye’nin çıkarına olacaktır. Irak Kürdistan Bölgesi ile var olan üst ekonomik, ticari ve siyasi ilişkiler ise bu durumun en iyi ispatıdır. Ankara’nın, Rojava Kürtleriyle  ve özellikle de o bölgenin en güçlü partisi PYD ile ilişki geliştirmek, sadece Türkiye Kürtleri arasında değil, Irak Kürtleri için de  büyük bir memnuniyet kaynağı olacaktır. 900 km. uzunluğunda olduğu söylenen sınırın diğer tarafında Kürtlerin olması, Kürtler için olduğu kadar Türkiye için de daha güvenli olacaktır.

Ayrıca, şunu da belirtmekte fayda var ki, Türkiye ve Suriye Kürtleri arasındaki ilişki, diğer parçalardaki Kürtlere kıyasla çok daha özel. Cizre Kürtleri Derik’le, Nusaybin Kamışlo’yla, Kızıltepe Dirbesiye ve Amude’yle, Ceylanpınar, Serekaniye’yle (her iki sehrin Kürtçe isimleri de aynı. Serekanîya Serxetê ve Serêkanîya Binxetê yani hat/sınır üstündeki Serekaniye ve hattın/sınırın altındaki Serekaniye) Suruç Kobane’yle, Antep ve Kilis Kürtleri de, Afrin’le aynı kültürü ve gelenekleri paylaşmakta.

Bu nedenle de Rojava Kürtleri ile iyi ilişkiler kuran bir Türkiye, kendi sınırları içindeki Kürtler’le de ilişkilerini şüphesiz daha da ilerletecektir. Ankara, Rojava Kürtleri’ni bir tehdit gibi görüp, El Kaide ile bağlantılı radikal örgütleri desteklemektense, güney sınırını güvene alacak bir Rojava Kürdistanı’nı desteklemelidir.

Türkiye’nin şu anda bölgedeki en iyi dostu olan  Kürdistan Bölgesi’nin Başkanı, Mesut Barzani’nin de geçenlerde dile getirdigi gibi, Kürtler Ortadoğu’da hiçbir halka düşmanlık ve kin beslemediği gibi, kendilerini en çok da Türkiye’ye yakın hissetmektedirler. Bu gerçekliği görüp, Kürtler’in uzattığı dostluk elini tutmak Ankara’daki aklı-selim insanlara düşüyor. Şu an için var olan Kürt karşıtı refleksi kırıp sağlam bir dostluğa ve işbirliğine dönüştürmek, sadece Türkler’e ve Kürtler’e değil, tüm bölge için çok hayırlı sonuçlar doğuracaktır.

http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/turkiyenin-dostu-komsu-kurdistanlar-28470

YPG ile Ehli Şam Arasındaki Anlaşma Ne Anlama Geliyor?

Son günlerde, Kürt Halk Savunma Birlikleri YPG’nin El Kaide’nin Suriye’deki resmi kolu Nusra Cephesi ile ateşkes imzaladığına dair bazı yayın organlarında bir takım haberler çıkıyor. Peki, durum gerçekten de öyle mi? YPG radikal İslamcılarla işbirliği yapıp, Nusayri Esad rejimine savaş mı açıyor?slında durum pek de basında yansıtıldığı gibi değil, çünkü ateşkes doğrudan Nusra Cephesi ile değil, Nusra’nın da parçası olduğu Ehli Şam ile yapıldı. Bu süreçte, Ehli Şam bünyesindeki Ahraruş Şam, Liva Tevhid, İslam Cephesi ve Ceyşül Mucahidin gibi gruplar da yer alıyor. Bu radikal grupların dikkat çeken ortak özeliği Irak Şam İslam Devleti (İŞİD) karşıtı gruplar oluşları ve üyelerinin genelde Suriyelilerden oluşması.

Image

Tekrar ateşkese dönecek olursak, geçtiğimiz hafta Halep’te ilan edilen ateşkes YPG Genel Komutanlığı’nın kararı değil. Ateşkes, bölgedeki yerel komutanlığının, Efrin Kantonu yönetimi ve halkın isteği üzerine almış olduğu bir karar. Bu da YPG’nin ateşkese yaklaşımının stratejik değil, taktiksel olduğu anlamına geliyor. YPG, önemli saydığı kararları merkezi kararla, en üstten alıyor.

Aslında YPG bu ateşkes imzalanan gruplarla son dönemlerde zaten sıcak savaş halinde değil. YPG’nin iki ana cephede sürdürdüğü savaş Esad rejimi ve IŞİD’e karşı. Esasen Halep’te ve kısmen de Haseke ve Kamışlı’da rejime karşı savaşan YPG, Efrin, Kobane ve Cezire bölgelerinin çeşitli yerlerinde ise IŞİD ile savaşmakta. Ehli Şam’ın YPG’ye ateşkes isteğiyle gelmesinin bir nedeni kendileri için büyük tehdit haline gelen IŞİD’e yönelmek istemeleri ve rejime karşı saldırılarını daha rahat yapabilmeleri. Hiç şüphesiz bu durum YPG’ye askeri açıdan bazı avantajlar sağlamakta. Çünkü bu sayede YPG, sürekli Kürt bölgelerine saldıran IŞİD’le mücadeleye ağırlık verme fırsatı elde edecek.

YPG kaynaklarının bildirdiği bir başka önemli bilgi ise ateşkes talebinin karşı taraftan yani Ehli Şam’dan geldiği ve ateşkesin altı ay gibi kısa süreli olacağı. Suriye’de imzalan ateşkeslerin her an bozulabileceğini, üzerinde anlaşmaya varılan altı ay gibi kısa bir sürenin bile yaşamama ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Bu anlaşma kararının, Kürtler için en önemli nedeni ise Çîyayê Kurmênc (Kürt Dağı) Bölgesi’nin uzun zamandır ambargo altında olması. Bu ambargo ve kuşatmadan dolayı halk çok zor şartlar altında yaşamaya çalışıyor. Ayrıca Halep’ten ve çevre bölgelerden bölgeye sığınan insanlarla birlikte nüfus ikiye katlanmış durumda. Yani, bölge çok zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen var olan ambargo ve nüfus artışı bir bakıma bu ateşkese neden olmuş durumda.

Bu bağlamda, imzalanan bu geçici anlaşmanın en önemli maddelerinden biri “YPG’nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve bölgede günlük ihtiyaçlara dair her şeyin giriş-çıkışına izin verilmesi”. Kürt Hükümet yetkileri ve YPG’nin bu ateşkeste önem verdikleri ana madde bu. Bu sayede halkın biraz nefes alacağı, ambargonun olumsuz etkilerinin biraz hafifleyeceği, bölgede uzun süredir tedarik edilemeyen ilaç, tıbbi malzeme ve temel ihtiyaç maddelerinin karşılanması hedeflenmekte.

Efrin merkezli Kürt Dağı Bölgesi, Suriye’nin en zengin bölgelerinde birisi. Tüm Ortadoğu’ya ün salmış zeytin ağaçları ve tarıma elverişli toprakları ile zengin bir potansiyele sahip. Ne yazık ki ambargodan çok etkileniyor. Yakın zamanda bölgeyi ziyaret eden, tanınmış yazar Ebrahim Ebrahim de ambargonun halk üzerinde yaratmış olduğu bu zorluklara dikkat çekiyor ve bu ateşkesin bu temelde okunması gerektiğini söylüyor. Bölgenin sahip olduğu potansiyelin yeterince kullanılamadığını dile getiren Ebrahim, Türkiye’nin Efrin Kantonu ile resmi olarak bir sınır kapısı açmasını şu sözlerle dile getiriyor: “Eğer böyle bir kapı açılırsa hem bölgeye mal girişi sağlanır, ambargo etkisi azalır, hem de Türkiye’ye ekonomik olarak büyük faydası olur. Özellikle Antep’teki sanayiciler için büyük bir fırsat doğar. İnsanların ekonomik gücü olmasına rağmen temel ihtiyaçlarını gideremiyorlar, çünkü piyasada mal yok.”

Bölgeyi yakından tanıyan gazeteci Hozan Efrini ise YPG ile Ehli Şam arasında imzalan ateşkesi etkilerinin şimdiden görülmeye başlandığını, var olan pahalılığın bölgeye yeni ürünlerin gelmesiyle gözle görülür bir şekilde azaldığını belirtmekte. “Ateşkes sayesinde fiyatlar ucuzladı çünkü ticaret daha kolay oldu. Ayrıca uzun zamandır kesik olan elektrik de gelmeye başladı. Yolların kapalı olması nedeniyle Efrin’e 30 dakika mesafede olan Halep’e, Hama üzerinden 16 saate gidiliyordu. Şimdi bölgede durum çok daha iyi. Umarım ateşkes uzun süreli olur.”

Anlaşmanın diğer maddelerine göz attığımızda her iki tarafın da işini kolaylaştıran pratik adımların olduğu görülüyor. Örneğin, her iki taraf, karşı tarafın bölgelerine girebilecek ama yanlarında arabanın modeli ve nereye gideceğini gösteren mühürlü bir belge olacak. Her iki taraf kendi ellerindeki esirleri takası edecekler ve Ehli Şam, YPG’nin kontrolündeki bölgelerde izin almadan askeri nokta kuramayacak.

İki taraf arasındaki ateşkesin belki de en çok tartışılan maddesi “Ehli Şam, YPG’nin hakim olduğu bölgeleri Esad ile savaşmak için kullanabileceği” maddesi. Bu soruyu YPG Medya Genel Sorumlusu Polat Can’a sorduğumda aldığım cevap şu oldu: “Biz baştan beri rejim ile savaşıyor ve özellikte Halep’teki Kürt bölgelerine yönelik ağır saldırılarına karşı direniyoruz. Ama bazı çevreler ısrarla bu durumu farklı bir şekilde göstermeye çalıştı. O nedenle de rejime karşı savaşan gruplar kontrolümüz altıdaki bölgeleri bu amaç için kullanabilirler.” Can, YPG olarak kendi stratejilerinin başından beri saldırı değil, aktif savunma olduğunu belirtiyor. “Bizim için asıl olan kendi topraklarını ve insanlarımız korumak. O nedenle kimse için birileriyle savaşmak gibi bir düşüncemiz asla olamaz.”

Son olarak Can’a, anlaşma metninde neden “Nusayri” ibaresinin kullanıldığını, bunun özel bir anlamı olup olmadığını sordum. Aldığım cevap ise kendileri açısından kesinlikle bir olumsuz anlam içermediği, bu kelimenin Suriye’de normal bir şekilde kullanıldığı oldu. Bu kelimenin bazı çevrelerce olumsuz olarak algılandığı için hassasiyet yarattığını hatırlatmam üzerine Can “Biz YPG olarak Alevi inancına saygı duyuyoruz. Bizim açımızdan kesinlikle olumsuz bir anlamda kullanılmamıştır o kelime. Doğrusu, ilk kez sizden duyuyorum Nusayri kelimesinin olumsuz bir anlamda kullanıldığını.”

Sonuç olarak bu anlaşma, YPG açısından Efrin ve Kobane üzerindeki ambargoyu hafifletmek, Ehli Şam açısından ise Halep civarında YPG ile savaşmamak, tüm enerjisini rejime karşı kullanmak anlamına geliyor. Şunu da belirtmek lazım ki; IŞİD’in yarattığı baskı ve tehdit dalgası yüzünden birçok grup son zamanlarda bu gruba karşı birlikte hareket ediyor. Bu anlaşmayı hem bu bağlamda, hem de YPG’nin askeri gücünün daha önce savaştığı bazı gruplar da dahil birçok çevre tarafından tanınması şeklinde okumak gerekiyor.

http://blog.radikal.com.tr/dunya/ypg-ile-ehli-sam-arasindaki-anlasma-ne-anlama-geliyor-59471#

Press Release of the Union of Free Media (YRA) Regarding ‘Reporters Without Borders’ (RWB) Report on Rojava

Press Release of the Union of Free Media (YRA) regarding ‘Reporters Without Borders’ (RWB) Report on Rojava

Image

The Union of Free Media (RYA) in Rojava (Syrian Kurdistan) came about as a response to Rojava’s need to free media during the Revolution.

With the start of popular uprising in Syria and in Rojava, opportunity and freedom paved the way for media to work in Rojava’s areas so as to enable them to transfer developments related to the revolution to the world.

Many journalists and press activists started to establish and organize different kinds of media communications in Rojava. They began communicating with the outside world, national and international media and press organizations to transfer the news of Kurdish people’s revolution in Rojava. Then, came a constant increase of media and of events related to the revolution during which major Kurdish areas were liberated from Baath Party sway by Kurdish fighters of the People’s Protection Units (YPG).

There was a dire need to organize media in Rojava in order to control and limit the confusion and chaos which had started to increase. So many Kurdish press and media activists and journalists pointed to the need for establishing an organization like the RYA. Finally, this union was founded on July 13, 2012 because of the conclusion engulfed the Foundation Conference due to presence of 200 members from different countries.

The RYA was established as an independent and professional informative organization considering the journalist rights, protection issues and freedom of opinion as its primary aims. It has managed, in less than a year after its establishment, to prove its presence, and to construct and cement its legitimacy among all other media and civil society organizations in its way to become formal and function freely in Rojava.

Also, in order to get it licit permission to work in Rojava, this union’s authorities met the managing office of the Supreme Kurdish Council (Desteya Bilind/ SKC) which was considered to be the political reference to all Rojava’s organizations. Amid the lack of media coverage, Rojava was suffering so our union managed to get the license to work formally in all Rojava’s area. This permission was conferred on us by the SKCl which had suggested the RYA to be relied upon as the media’s only reference.

SKC has appointed the RYA to start covering all media and press aspects such as organizing the journalists and giving them tasks accordingly, to provide them with all necessary facilities, and to guarantee easy transportation of all journalistic equipment.

The RYA works with all journalists and press members and organizations according to its journalism contractual policy. By proving its major role in protecting journalists and confirming the major violations of their rights from different sides, the RYA has become more active. Through expanding its duties to cover all Rojava’s nationalities: Kurds, Arabs, Syriacs and others, therefore has turned into a reliable reference for all journalists and media.

Many foreign journalists from different countries and celebrated international news agencies throughout the world have entered Rojava with the RYA’s assistance. We have facilitated their entry to Rojava and helped them prepare their reports successfully and in a safe atmosphere. That is why they are the best reference to judge the works of our union in Rojava.

Report Issued by RWB is Biased:

The RYA was shocked by the RWB report under the title “How Kurdistan’s PYD Keeps Media and News Providers in Line” about the media situation in Rojava issued on May 1, 2014.

This report is far from being objective and impartial. It does not reflect the realities on the ground whatsoever. It has relied on a single source of information and certification of one side that is considered to be biased in favor of a certain Kurdish political party that is well known to everyone.

The RYA finds it shameful and regrettable that such a poor report is coming from such a well-known international organization as ‘Reporters Without Borders’. This report suffers from relying on different sources of information in Rojava that are available and are operating on the ground, e.g. the RYA.

The RYA is operating effectively in the media field and protects journalists’ rights and freedom of speech. Monitoring deeply the media situation in Rojava, it has documented most of infringements taken place on journalists. It holds dozens of documented abuses which have not published yet. Injuries incurred to four journalists in Sheikh Maqsoud neighborhood of Aleppo by regime’s mortars and rockets with support of other armed groups is one example. Documented reports about the Kurdish journalists injured by shrapnel of the ISIS group in Kobane (ayn al-Arab), and beating a Kurdish journalist named Rody Said by Turkish army soldiers in Serekaniye (Ras al-Ayn) and numerous other violations are examples must not be forgotten.

RYA Rejects Accusation of Acting as Information Ministry in Rojava:

We would like to point out that the RYA is a civil, professional, and independent institution that is not affiliated to any official body or organization, that rejects the accusation of working as Information Ministry in Rojava, and favors media free from government’s influence.

In other words, journalists can carry out their duties freely, and this is considered by the RYA as an important base leading to a democratic system. Therefore, the accusation stated in the report about our organization as a form of Ministry of Information is misinforming, misleading, and incorrect.

Concerning Witness’ Statements Mentioned in RWF’s Report:

As for the witness’ sayings on violations of press which have been mentioned in your report, we, the RYA, have been following it seriously, especially with regard to the right of correspondents of Orient TV and Rudaw TV who were exiled by an unidentified armed group to the Kurdistan region of Iraq, where we managed to reached out to Rody and Bishoy.

We got their witness statement, communicated with the agencies responsible for the protection of Rojava — with both Asayish and the YPG. They emphasized that they have no information about this incident, and issued a very strong condemning statement regarding this incident, demanding all the ruling powers in Rojava to work in order to protect journalists and facilitate their affairs.

Besides, we asked the Asayish in Rojava to investigate this incident and inform us of the outcome of investigation once accomplished. We also sent two official letters to the Interior Ministry of the Jazira Canton in connection with this incident and the incident of the arrest of Rudaw TV’s reporter, Mohammad Mahmoud Bashar.

Having examined his case, the Asayish forces confirmed the arrest of Rudaw TV’s reporter, Mohammad Mahmoud Bashar, “not because of his media background, but due to his involvement in human smuggling from and to Rojava.”

The Asayish forces stationed on the border between Rojava and Bakur (Turkey’s Kurdistan) said that they had arrested someone who was trying to enter Rojava illegally. Having been arrested, he confirmed that “Mohammad Mahmoud Bashar” had smuggled him into Rojava.

During a call and subsequent investigation of Muhammad Bashar to clarify the case, he was proved to have been active on human smuggling under the guise of working as a TV correspondent. Bashar himself confirmed this fact on Rudaw TV where he admitted he had not been arrested due to his media background.

Based on realities on the ground and ample number of political parties with different political orientations and policies in Rojava, we are all certain that the Asayish have a non-discriminatory approach towards journalists and media workers close to different political parties.

No matter what their political orientation and attitude is, the Asayish do not discriminate against any of the media workers and protect them all equally.

We, the RYA, also have the same non-discriminatory approach towards all correspondents and media workers irrespective of their political orientations.

Rojava’s Revolutionary Situation and Attacks by al-Qaeda Affiliated Groups Must be Taken into Account:

We would like to shed light on the developments going on here. As your organization knows, Rojava (like other parts of Syria) is going through a state of war and instability, something which must not be overlooked. Being densely populated by civilian, Rojava areas have been exposed to continuous vicious attacks by jihadist groups affiliated with al-Qaeda such as Jabhat al-Nusra, the ISIS, and some more.

Kurdish people have, thus far, paid great sacrifices to protect their areas and their very existence from Jihadists’ danger. Needless to say, media situation is of a sensitive nature in Rojava and Kurdish people expect journalists and media workers not to misinform on sacrifices and resistance they have made against Jihadists.

We, the RYA, have met journalists working for some Kurdish channels such as Rudaw TV (which belongs to the Kurdistan Democratic Party of Iraq) trying to distort the revolution of Rojava’s people and have made them aware of people’s concerns and sensitivities to this issue.

The great sacrifices the people of Rojava are making and the lives they are giving must not be ignored. Based on this, we notified some news channels of their hostile policies towards people of Rojava and their tacit support of the ISIS and the Syrian regime which had been followed by people’s frequent complaints. Despite their hostile policies against the values of Rojava’s people, we have been facilitating their reporters’ affairs and have been providing them with safety. Besides, we have been protecting their rights to work freely in Rojava.

But, there are people under the guise of media and through forgery of media identity cards try to spy, sabotage, and smuggle humans into Rojava. That is why the Asayish, in order to provide security and prevent any heart-rending incident, have no choice but to take serious investigative measures on those elements.

PYD, Asayish and YPG:

In your report, you have mentioned that the PYD and security institutions are all engaged in this issue. We want to make it clear that the PYD, similar to other parties, works in Rojava and that it is very active on the ground. Its authorities are busy with political, social, and cultural affairs do not interfere in media’s sphere. They, beside Asayish forces and the YPG, have their own plans to seek and implement and are too busy to interfere in other spheres.

The Asayish and the YPG are national institutions that ensure the national security of Rojava and freedom of all people living in three Kurdish provinces regardless of their constituent’s ethnic backgrounds.

The Executive Committee that has been formed out of several Kurdish, Arabic and Syriac parties, including the PYD are all involved in administering public affairs in Rojava. Hence, the accusation you have made your report that the PYD is interfering in other spheres is baseless.

The media situation in Rojava is far better than that of rest of Syria:

With all the difficulties mentioned earlier, media situation in Rojava is still far better that of rest of Syria. Despite the sensitive security situation and the war imposed on Rojava, no journalist and media worker has ever lost his/her life in Rojava whereas in the other regions of Syria, 200 journalist and media activists have lost their lives so far.

This is due to the active role being played by the YPG and Asayish in securing an atmosphere of peace and freedom to people in order to enable them pursue their social and political activities.

We, the RYA, with support of Rojava’s officials, are working to spread the culture of tolerance in dealing with journalists and protecting them and their rights.

We call RWB to Visit Rojava to See Realities on the Ground:

The report that was issued by your organization reflects your unawareness of the realities related to media in Rojava. It indicates lack of continual communication of your organization with responsible bodies operating effectively on the ground.

Therefore, we the YRA, call on RWB to visit Rojava to see the realities from a closer distance. The RYA will welcome you and provide you with security and protection and accompany you to all areas of Rojava so as to help you document the facts on the ground.

We also recommend you to take a look at the realities and facts documented by non-biased professional journalists from various European countries who came to Rojava and managed to fulfill their missions safely and successfully.

Rojnamevan Mesud Hamîd Raporta RSF Dinirxîne

Mesud HamîdRojnamevan Mesud Hamîd raporta Rojnamevanên Bê Sînor dinirxîne û ew raport wek raporteke sîyasî nav dike.

Hamîd bi zelalî dîyar dike ku nivîskarê wê raportê ne ew e û ew raport zarareke mezin dide Kurdên Rojava bi giştî…

Hevpeyvîneke ligel Yekîtîya Ragihandina Azad ser Raporta Rojnamevanên Bê Sînor

Image

Hevpeyvîneke ligel Mesud Mihemed, Endamê Desteya Rêvebir ya Yekîtîya Ragihandina Azad ser Raporta Rojnamevanên Bê Sînor

How Kurdistan’s PYD Keeps the Media and News Providers in Line

Image
Reporters Without Borders is extremely concerned about the significant deterioration in freedom of information in areas controlled by the Democratic Union Party (PYD). The organization is aware of the security problems in the region as the conflict in Syria drags on and the civilian population comes under threat from Jihadi groups. However, as the authority responsible for that part of the country, it is the role of the PYD to ensure basic freedoms, including freedom of information, are respected.

However, the creation of the Union of Free Media looks like the establishment of a kind of information ministry. Furthermore, the organization has registered a growing number of abuses perpetrated against Syrian news providers, mainly by the Asayish (security forces) and the YPG (people’s protection units, i.e. the armed wing of the Supreme Kurdish Committee, also alleged to be the armed wing of the PYD).

In a report published in November last year entitled “Journalist in Syria: Impossible Job?”, Reporters Without Borders recorded some of these abuses (see pages 9 and 10).

Union of Free Media, a potential information ministry

On 15 August last year, the Kurdish Supreme Committee, the governing body in the Kurdish majority areas of Syria, which collectively calls itself “Rojava”, announced the creation of the Union of Free Media (Yekîtiya Ragihandina Azad, or YRA). The YRA, based in Qamishli, is a kind of information ministry seen as the only body that oversees media organizations that want to work in Rojava. This means news organizations and those involved in news and information must request and obtain a permit from this body in order to be able to operate and work there. Also, many news providers report that they must also keep the Asayish informed of their movements. The authorities argue that such authorization is necessary for the journalists’ safety.

Abuses on a large scale

The PYD and its henchmen have no qualms about arresting or even abducting news and information providers whom they see as too critical in order to silence them and intimidate the others.

On 23 April, Mohammed Mahmoud Bashar, a reporter for the television channel Rudaw, was arrested by the Asayish in Derbassiyah. He was released on 28 April.

Raman Hisso, a reporter for Zagros TV, told Reporters Without Borders:

About 5 p.m. on 19 March, I was on my way to Amuda when two armed and masked men kidnapped me in a brown 4×4. They took me to a place I didn’t know and I was violently beaten by several men for more than an hour.

They then took me for questioning by Kurdish-speaking interrogators who asked me about my work for Zagros TV, especially about my program for the Kurdish station ARK. They also asked me about my part in the revolution in general. It lasted more than eight hours, during which time I was blindfolded and my hands tied.

I was also asked about other media activists and an attempt was made to use me to set traps for them. They took my cell phone and my two SIM cards, and searched through my Facebook page and the chats I had taken part in. They changed my password and those of some the pages that I administered.

They accused me, among other things, of having links with the Syrian coalition and relations with Kurdish National Council, and even with Jabhat Al-Nusra and ISIS (the Islamic State of Iraq and the Levant). They also accused me of terrorism. But none of this is true. They then let me go near some waste ground not far from where I live. I know it was the PYD who kidnapped me.”

Hisso added: “In February last year three members of the PYD brutally assaulted me, breaking my camera, while I was filming a demonstration in Amuda. I managed to get away.”

Hisso said the Asayish tried to get him to telephone the journalist Idris Muhammad Khalaf, who uses the name Idris Hota, who was listed among his contacts. Hota, who writes for the news site ARA News, had himself escaped a kidnap attempt earlier this year.

Expulsions are also commonplace and target not just news and information providers. Reporters Without Borders has also recorded the expulsion to Iraqi Kurdistan of a number of civil society dissidents.

Mahmoud Bahlawi, also known as Bishwa Bahlawi, a correspondent for the Rudaw television station and Rudy Ibrahim of the station Orient News were arrested in the Al-Kornishe area of Qamishli on 18 April by four armed men in military fatigues “which looked like Asayish uniforms”, one of the journalists said.

They ordered us to get their car, then blindfolded and handcuffed us. One of them threatened us. When we asked them who they were, they didn’t reply. The car stopped after half an hour. They made us get out and put each of us in a different cell. A few hours later we were moved again, and when we arrived a man told us in Kurdish: ‘We are not Arabs, we are Kurds from the YPG Families of Martyrs Foundation. This time we are taking you to a place from where you will not be able to return to Rojava.

‘If you ever do come back, we will kill you. That’s the law as it applies to traitors and collaborators who do not respect the blood of the martyrs and who say only bad things about the martyrs from morning to night.’

“We changed cars several times. At one point we stopped and were handed over to some Peshmerga (troops of the Iraqi Kurdistan government) and were told: “Rudaw, you are a treacherous and collaborationist station. Off you go to Iraqi Kurdistan and don’t come back.”

Expelled from their own area by the YPG, the two Syrian Kurdish journalists have been living in Irbil since then.

On 24 April, the Rudaw journalist Jomard Hamdosh was threatened by the YPG in Afrin with arrest and expulsion if he continued covering the news. His house was vandalized. Previously, on 29 January, the Asayish banned him from working as a journalist in the Afrin district. Hamdosh, knowing that his house is being watched, has been in hiding ever since. He says he has received information that a decision to arrest him and expel him to Iraqi Kurdistan has been taken. “As far as the YPG are concerned, anyone who works for Rudaw should stay in Iraqi Kurdistan not in Rojava,” he said.

Numerous news and information providers have gone into exile to get away from pressure and threats from the PYD. Among them was Zara Seyda, the former head of the media bureau of the Yekiti Kurdish Party and editor of the Arabic version of the Ara News since last September.

Seyda told Reporters Without Borders: “I was in charge of news coverage in Amuda and Qamishli (for the party). On 27 June 2013, I was filming a demonstration when YPG forces began firing on demonstrators. I published photos and video of the massacre. Immediately afterwards, they came looking for me. I went to Turkey because I am wanted by the YPG. They threaten or kidnap anyone in the news business whose work they don’t like.

Another example is Hajjar Al-Sayed, who worked for Arta FM and the SMART news agency. “About a year ago, I was threatened several time by an Asayish official. Always the same one. On the last occasion, he made me get into his car and told me to stop working for news organizations linked to the opposition. He said it was a warning and if I didn’t stop reporting the news, I would be punished … My family was fearful of retaliation by the Asayish and advised me to leave. I’ve been living in Irbil ever since.

http://en.rsf.org/syria-how-kurdistan-s-pyd-keeps-the-01-05-2014,46221.htm
l