Suriye’de son düzlüğe girilirken, bölgede bulunan uluslararası güçlerin rekabeti ve kendileriyle birlikte hareket eden yerel güçlerin durumu merak konusu olmaya devam ediyor.
IŞİD cephe savaşında sona doğru yaklaşıyor, ABD’nin yerel de desteklediği Kürt, Arap ve Süryani Koalisyonunda oluşan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ilişki düzeyinin IŞİD sonrası süreçte ne aşamaya geçileceği konusu belirsizliğini koruyor.
Son dönemlerde Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye (Rojava) yönelik saldırıları, buna karşı ABD’nin tutumu ve nasıl bir politika izleyeceğini ve Türkiye’ye karşı politikalarında daha sert veya yumuşak bir hat izleyeceği konusu da bilinmiyor.
Şam yönetimi ile Kürtler arasında yapılan müzakere görüşmelerine Washington’da nasıl karşılandığı tam kestirilemiyor.
Amerika’nın Suriye politikası, Türkiye’nin Suriye’de varlığı, Kürtlerin Amerika ile olan ilişkisi Kuzey Suriye’ye yönelik Türkiye’nin saldırıları, ABD ve Kürtlerin bu duruma nasıl baktıkları ve bundan sonra ne yapacaklarına dair Amerika’da yaşayan deneyimli gazeteci Mutlu Çiviroğlu ile konuştuk
Röportaj | İhsan Kaçar – Ercan Ekinci
“Biz PKK ve YPG’yi kesinlikle ayrı görüyoruz mesajı”
ABD’nin üst düzey 3 PKK’li yetkiliye dair aldığı karar ne anlama geliyor?
Bu kararı Türkiye’nin duymak istediği, Türkiye’yi memnun etmeyi amaçlayan bir karar olarak görüyorum. Pratik değerinin olup olmayacağı konusunda pek emin değilim. Olacağını sanmıyorum, ama Türkiye’yi tamamen memnun etme amacı taşıyan ve ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı Matthew Palmer’in Ankara ziyaretinin hemen akabinde böyle bir kararın alınması, bu düşünceyi güçlendiriyor.
Bir diğeri mesaj da Türkiye’ye Rojava üzerinden verilmek istenen bir mesaj. ‘YPG ayrı bir yapı, sizin YPG’ye baktığınız gözle biz, bakmıyoruz. Biz buradayız. Suriye’deyiz, Rojava’dayız. Sen de buraya atmak istediğin adımları atma’, mesajı taşıyor. Bu adım ile ABD, hem Türkiye’yi kamuoyu önünde memnun edecek bir açıklama yapıyor, öte yandan da Suriye politikası ile Rojava üzerinden Türkiye’ye bu saldırılarını durdur mesajı veriyor. Burada biz varız, YPG de bizim ortağımız. Biz PKK ve YPG’yi kesinlikle ayrı görüyoruz mesajı…
ABD’nin İran’a yaptırım uygulandığı bir dönemde bu kararla bir bağlantısı var mı?
ABD’nin bu kararı İran’la bağlantılı olduğunu sanmıyorum. İran’a karşı son dönemlerde gelişmekte olan bir ABD siyaseti göze çarpıyor. Özellikle Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’nun başını çektiği İran karşıtı sert bir politika var. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da bu yönlü düşündüğü biliniyor. Ama İran siyaseti daha farklı, kendi başına bir siyaset. İran’a yönelik devam ettirilen siyaset ileriki dönemde Türkiye’yi zor bir duruma sokabilir.
Her ne kadar İran’a yapılan yaptırım kararının dışında Türkiye muafiyet gösterilen 9 ülke arasında gösterilse de, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İran’a karşı yaptırımlar konusundaki çıkışları, buradan dikkatlice izleniyor. Önümüzdeki dönem Türkiye için sorun yaratabilir. Çünkü bu yönetim İran’a karşı siyaseti sertleştirmekte oldukça kararlı görünüyor. Türkiye’nin bulunduğu konum; hem ABD ile ilişkisini sürdürmek istiyor, hem İran ile, bu zor. İleride yansımalarını göreceğiz. Ama …. üç üst düzey yönetici hakkında verilen kararın İran’a yapılan yaptırımla bir bağlantısı olduğunu sanmıyorum.
“YPG ile bağlantılı siyasi yapıların Cenevre gibi platformlarda yer alması gerektiğini açıkça söylüyor”
Bu karar Rojava ( Kuzey Suriye) siyaseti üzerinde bir etkisi olur mu?
Bu kararın Rojava’da nasıl bir etkisi olabilir. Dediğim gibi, bu kararın diğer bir boyutu da Rojava üzerinden Türkiye’ye. Öte yandan Rojava’ya da şöyle bir mesaj veriliyor; ‘Biz seni ayrı görüyoruz. Seninle ilişkilerimiz var. Biz seni koruyoruz, ama sen de ona göre pozisyonunu almak ve PKK ile arana mesafe koymak zorundasın. Yani bu konuda dikkatli olmalısın’. Rojava üzerinden verilen mesajın bir boyuttu da bu…
Elbette Rojava açısından önemli bir mesaj da vardı aynı zamanda. Çünkü Amerika Hükümeti, son dönemlerde YPG ile bağlantılı siyasi yapıların Cenevre gibi platformlarda yer alması gerektiğini açıkça söylüyor. En son birkaç hafta önce ABD Dışişleri Bakanı Pompeo açıkça söyledi. Bütün Suriyeliler gibi Kürtlerin de çözüm süreçlerinin platformlarında yer almaları gerektiğini “Kürtler katılmadan kendilerinin katılmayacağını” ifade etti. Bu çok çok önemli bir açıklamaydı, Bu durum Amerika’nın çabalarının bu doğrultuda devam edeceğini gösteriyor.
Türkiye’nin baskı ve tehditlerine rağmen, Suriye’deki ilişkisini hem YPG ve SDG askeri ilişkisini, hem de Demokratik Suriye Meclisi ve onların müttefiki Arap, Süryani, Ezidi ve azınlıklarla sürdürdüğü siyasi ilişkilerini bırakmayacağını gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında; önemli bir karar, Rojava ve Kuzey Suriye’nin diplomatik açıdan da destek göreceğini okuyabiliriz.
ABD, Suriye politikasında Kürtleri nerede ve nasıl konumlandırıyor. Politika bütüncül mü?
ABD’nin henüz oturmuş, net bir dış siyasetinin varlığından söz etmek güç. Örneğin Kuzey Kore diyoruz, önemli bir zirve yapıldı, ama bir siyasi açıdan kamuoyunun anlayabildiği net bir politika yok. Washington’a bakıldığında bir kararsızlık var. Mesela İran konusunu konuştuk. Her ne kadar son birkaç aydır İran’a karşı bir sertleşme tutum görülse de bütünlüklü bir İran politikası görülmüyor ve Amerika yönetiminin İran konusunda tam olarak ne istediği okunamıyor. Keza, Suriye politikası da net değil. Öyle olduğu için de neyin olabileceğini kestirmek çok güç. Ama Suriye politikası veya var olan politika daha çok Pentagon’un öncülük ettiği Kobani’den başlayarak Cizre, Tabka, Menbiç, Rakka’da devam eden, oldukça başarılı sonuçlar alınan bir ilişki. Daha çok Pentagon üzerinden yürüttüğü bir ilişki, bu da Kürtler ve Kürtlerin müttefikleri üzerinden yürüyor.
Ama siyasi kanatta bir belirsizlik var. Bu yılın başlarında ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklaması olmuştu: “Suriye’den çekileceğiz” diye ve var olan karışıklığı iyice derinleştirmişti, o açıklama. Ama sonradan Pentagon’un kararlı tutumu, devleti yöneten diğer kurumların çabalarıyla Trump’ın çıkışı nötrleştirildi. Daha sonra Amerika yönetimi tarafından askeri ve siyasi yetkililerin yapmış olduğu açıklamalarda “Suriye’de uzun süre kalınacağını” açıkladı. Tabii bu Kürtler için Kürtlerin müttefikleri için, iyi bir karar; Amerika’nın Suriye’den çıkmıyor olmaması hem IŞİD’den kurtarılan bölgelerin istikrara kavuşturulması, IŞİD’in geri dönüşünü önlenmesi, hem de son dönemlerde İran’ın Suriye’deki etkisinin azaltılmasında da bir adım olarak görüp çok yönlü boyut kazanıyor. Kürtleri de biraz kaygılandırmıştı o açıklama ve bir takım alternatif arayışlara itmişti. Ama Washington’un ‘oluşmuş bir siyaset var mıdır’, diye sorulduğunda, ben oluşmuş bir siyaset olduğunu görmüyorum ve ABD’nin Suriye politikası daha yapım aşamasında olduğuna inanıyorum.
‘’Böyle olmayınca da ABD’nin Suriye ve Kürt politikası topal yürüyor’’
ABD’nin Suriye politikasındaki ‘oluşmamış siyaseti’ Kürtlere yansıması ne olabilir?
Kürtlere yansıması şöyle olacak: ABD’nin bir Suriye politikası olmadığı için Kürtlere yönelik ne istenildiği belli değil, Kürtlerle olan ilişki askeri düzeyde sınırlı. Kobani’den başlayarak devam eden ilişki askeri düzeyde. Bunun politik, ekonomik sosyal boyutu yok. Böyle olmayınca da ABD’nin Suriye ve Kürt politikası topal yürüyor. Bu nedenle bu ilişki her zaman Türkiye’nin baskılarına ve tehditlerine maruz kalıyor. Biraz da bunun etkisiyle ABD’nin Kürtler ile olan ortaklığı İŞİD ve benzeri yapılara karşı sınırlı bir ortaklık. Ama bu yerel ortaklar,( yani Kürtlerin) Suriye’de bugüne kadar, adeta diri diri gömüldükleri, yaşayan ölü konumuna düşürülmeleri, en temel haklarından mahrum bırakıldığı ve bu mağduriyetin nasıl giderileceği konusunda somut bir adımı yok. Her ne kadar – biraz önce belirttiğim gibi-, son dönemde söylemsel düzeyde Amerikan Hükümeti Kürtlerin temsil edilmesi gerektiğini söylese de. Ama şu güne kadar somut bir adım atılmamış. Örneğin ABD’nin yatırımları daha çok Rakka, Menbiç gibi bölgeler yapıyor. Yani Kürt nüfusunun çok olmadığı, Arap nüfusunun yoğun olduğu bölgeler. Aynı şekilde Kobani her ne kadar dünyada sembol olmuşsa da Kobani’ye ABD ve müttefiklerin yardımları, diğer bölgelere yapılan yardımlardan kıyaslanamayacak kadar az. Bir de ABD’nin Kürt politikasının olmayışı biraz da bölgesel güçlerin politikası ve tavrına bağlı. Mesela Türkiye’nin bölge politikası ve tavrı Kürtlerin varlığına karşı bir politika. Bunu Cenevre görüşmelerinde gördük. ABD Cenevre görüşmelerinde Kürtlerin temsil edilmesi gerektiğini söylese de, bu konuda ciddi bir eğilim göstermedi.
Çünkü ABD Türkiye ile müttefik. Türkiye’nin hassasiyetleri önemli diyor Amerika, bu anlaşılır bir durum. Müttefik ülkeler birbirlerinin hassasiyetlerini anlayabilirler. Öte yandan dünya adına büyük bedeller vermiş, IŞİD’i durduran toplumdan bahsediyoruz,. Ama kimse onların hassasiyetlerinden bahsetmiyor, oradaki tarihsel hassasiyetlerinden bahsetmiyor.
Kürtler bu durumun farkında mı?
Kürtler bunun farkında, zaten Kürtlerin rejimle görüşmeleri, Kürtlerin alternatif aramaya çalışmaları bundan dolayı. Çünkü Washington’da Suriye politikası gel-git’ler üzerinden yürüyor. Bazı siyasetçiler, ABD’nin kendileriyle güçlü bir ilişki geliştirdiği için uzun vadede kalıcı olduğunu düşünüyorlar. Ama Afrin olayından başlayan süreçte bir şok yaşandı. Ben o dönemde de katıldığım programlarda Amerika’nın Afrin’e yönelik bir müdahalesinin olmayacağı -Türkiye’nin yaptıklarını desteklediğinden dolayı değil- ama Kürtler için de kendi müttefiki ile bir savaşa girmeyeceği, Afrin’in Amerika için stratejik bir değerinin olmadığını belirtmiştim. Kürtlerdeki beklenti şuydu: “Amerika bu işe izin vermez” düşüncesi vardı. Türkiye operasyona geçtikten sonra “ihanete uğradık, satıldık, Amerika destek verdi bu operasyona” bu da doğru olmayan bir değerlendirme, Amerika Türkiye’nin Afrin operasyonuna karşıydı. Bu operasyonun Kürt kamuoyunu rahatsız ettiğini, IŞİD’e karşı savaşanların motivasyonunu bozduğunu, IŞİD’in bu tür durumlarda toparlandığını ve güç kazandığını, çünkü hatırlarsınız Afrin’den dolayı SDG güçlerini önemli oranda Rakka’da çekmişti. IŞİD’e karşı operasyon uzadı, IŞİD toparlama fırsatı buldu. Amerika’nın karşı olması, Amerika’nın savaşa girip Türkiye’yi durduracağı anlamına gelmez. Kürtler o dönem süreci siyah ve beyaz olarak düşündüler. Hatırlıyorum, Kürt yöneticileri “Türkiye bunu yapıyorsa Amerika destek vermiştir.” gibi ifadelerde bulundular. Ben buna katılmıyorum. Amerika destek vermedi, ama Amerika Türkiye’yi durdurmak için de savaşı göze almazdı, almadı da. O nedenle bu bakış açısı önemli. Ama Türkiye Hükümeti attığı her adımı sanki Amerika ile beraber atmış gibi göstermekte başarılı ve özellikle bu imajı vermeye çalışıyorlar.
Son dönemlerde Amerika kamuoyunda ve siyasetinde Kürtlerin varlığı hissediliyor mu?
Kürtlerin Wansington’daki varlığını güçlendirmeleri çok önemli. Amerika sistemini anlamaları çok önemli, ona göre araçlar geliştirmeliler. Dışarda Amerika’yı anlamak çok güç. Her ne kadar herkes Amerika’yı iyi anlamaya çalıştığını tahlil ettiğini düşünse de, yani durum öyle değil. Amerika’yı anlamak için Amerika’da yaşamak ve sistemini anlamak lazım. Hem işleyiş sistemini hem de Washington işleyiş sistemini anlamak lazım. Irak Federal Kürtleri saymazsak, diğer Kürtlerin buradaki varlığı çok zayıf ve temsili durumdalar. Bu durumda Amerika kongresinde, senatosunda ve temsilciler meclisinde etkili olma durumları zayıf. Bu nedenle Kürtlerin mutlaka Washington’daki mevcudiyetlerini güçlendirmeleri lazım. Bu think tank olur, lobi kuruluşları ile olur. Bu tür araçlarla güçlendirmeleri lazım. Potansiyel var. Washington’da Kürtlere karşı bir sempati var. Özellikle Kobani sürecinden sonra Kürtlere karşı duyulan bir sevgi, saygı var. Ama bunu politik ve diplomatik kazanımlara dönüşmesinde güçlü araçların olmayışından dolayı bu potansiyel kullanılamamakta…
Bu nedenle çoğu zaman Kürt Sorununu, Kürt olmayan taraflar tarafından tartışılmakta, raporlar bu kişiler tarafından yazılmakta ve Kürt Sorunu daha çok Türkiye’nin bakış açısıyla değerlendirmekte…
“4’lü zirve Amerika’ya karşı olmasa da Amerika’nın çok da içinde yer almadığı bir oluşum”
Türkiye’de yapılan 4’lü zirveye gelelim. 4’lü zirve Amerika’ya rağmen mi yapıldı?
Amerika’ya haber verilmiş olması ya da Amerika’nın haberdar olması, Amerika’nın süreçte yer aldığı anlamına gelmiyor. Ama ABD ile Türkiye ilişkileri oldukça kötü. Her ne kadar Rahip Brunson olayında biraz yumuşamış görünse de aslında çelişkiler derin. Yine Amerika’nın yani Trump yönetiminin Avrupa ile ilişkileri belli. Rusya ile yaptırımdan dolayı bir gerginliği devam ediyor. 4’lü zirvedeki katılımcılara bakıldığında ABD’nin o zirvede ilişkilerinin çok da istenilen düzeyde olmadığı görülüyor. Yani 4’lü zirve Amerika’ya karşı olmasa da Amerika’nın çok da içinde yer almadığı bir oluşum. Elbette sonuçta Fransa ve Almanya, ABD’nin ezelden beri müttefikleri. Türkiye’de dönemsel olarak kesintiler yaşasa da ABD’nin müttefiki. Yani Amerika 4’lü zirvenin içeriği ile haberdar olmuştur elbette, ama Amerika’nın yer almayışı önemli, bunun son dönemde uygulanan politik- ekonomik etkisi var. Özellikle Washington’un İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesi birçok müttefikinin tepkisine yok açtı. Bir bütün olarak bakıldığında, Avrupa ile ilişkilerinde zaten bir gerginlik var. En son bu seçimlerde AB’nin açıklamaları çok netti “ Amerika halka umut verdi” diye. Trump’ın ara seçimlerde alt kanadı, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kaybetmesi Avrupa’da büyük oranda memnuniyet yaratmış durumda. Böyle bir gerginlik de var. Bunu da görmek lazım.
Zirve sonrası Kürt bölgesine saldırı oldu, Kürt tarafı saldırının 4’lü zirveden bağımsız olmadığını dile getirdiler, sizde öyle mi okuyorsunuz.
Ben bu saldırıların 4’lü zirve ile direk bir ilgisinin olduğunu sanmıyorum. Fransa örneğin uluslararası arenada Kürtlere en olumlu yaklaşan devletlerden birisi. Almanya da ne kadar Türkiye ile ekonomik, askeri ve sanayi ticari ilişkileri çok çok iyi olsa da- en büyük kaygılardan biri mültecilerin Avrupa’ya özellikle Almanya’ya gelişini önlemeye yönelik olsa da- Türkiye’nin saldırıları 4’lü zirve ile bağlantılı olduğunu sanmıyorum. Ya da en azında böyle bir kararın bu zirvede alındığı ve katılımcı devletlerin sessiz kaldığı veya onayladığı kanısında değilim. Maalesef Kürtlerde her şey gizemli ve perde arkasında yapılan görüşmelere bağlayan bir bakış açısı var. Benim gördüğüm rahip Brunson olayında ABD’nin memnun edilmesi, Kaşıkçı olayında Türkiye’nin gazetecilerin hamisi konumuna kendini getirmeye çalışması, Avrupa’ya yani batı dünyasına sizin en iyi müttefikiniz gene benim, Ortadoğu’da, bu coğrafyada en iyi müttefikiniz benim mesajı vermesi. Bu yolla batı medyasında, batı kamuoyunda imaj düzeltmeye çalıştığı bir dönemde Kobani’ye, Girê Spi’ye (Tel Abyad) saldırının gelmesi, zamanlama olarak ilginç buluyorum. Yine, yerel seçim takviminin açıklandığı bir gündemde, artık yerel seçimlerin gündeme girildiği bir dönemde de olması enteresan, yani ben biraz bu şekilde okuyorum. 4’lü zirve ile direk bağlantılı olarak görmüyorum.
Rusya Türkiye’yi Afrin dâhil, Türkiye’yi bu kadar öne çıkartan ve öne çıkmasını sağlayan etken Rusya. Moskova’nın Türkiye’ye yaktığı yeşil ışık ve verdiği desteği ayrı tutmak gerek. Türkiye, Suriye’de Rusya’sız bir şey yapamıyor. Rusya’nın da Kürtlere vermek istediği mesaj çok açık; “Avucunuzdaki kuşu tutmak yerine, siz gökte ulaşamayacağınız kuşları tutmayı hedeflediniz”, diyor, ABD’yi kastederek. Ama Rusya’nın orada olması Almanya, Fransa’nın da bu durumu desteklemiş olması anlamına gelmez. Dediğim gibi Rusya’nın özel bir yeri var. Türkiye, Suriye’deki adımlarını Rusya’nın onayıyla atıyor. Ama ben bu toplantının öyle bir saldırının karar mekanizması olduğuna inanmıyorum.
Türkiye’nin saldırıları ne anlama geliyor?
Türkiye’nin yapmak istediği biraz nabız ölçmek, nabız yoklamak. Gelecek tepkilere göre adım belirlemek, Afrin’de yaptığı gibi geniş bir operasyon düzenlemek ve Menbiç ve diğer bazı başka konularda taviz alabilmek. Ama saldırılara karşı Amerika’nın da verdiği sert tepki ortada. Kendi güçlerini sınıra göndererek, Koalisyon ve Pentagonun üzerinden verdiği mesajlarla duruşunu belli göstermiş oldu. Muhtemelen Türkiye mesajı almış durumda. Türkiye’de olası bir saldırının kamuoyu nezdinde tepkisiz kalmayacağını görmüş oldu diye düşünebiliriz. Türkiye’nin şu an kontrolü altında tuttuğu Afrin ile Kürtlerin onların müttefiklerinin kontrolündeki Kobani, Cizre, Menbiç’teki durum farklı. Bu bölgeler YPG’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’nin ve ABD’nin başını çektiği koalisyonun ortaklaşa özgürleştirdiği bölgeler. O nedenle Amerikan hükümeti Menbiç, Kobani, Tabka ve Rakka bölgeleri kendi başarısı olarak da görüyor. Yani yerel güçlerle kurulan ittifakın, nasıl da bu bölgelerin IŞİD’den temizlediği, alt yapı ve istikrarı sağlayarak geri dönüşleri gerçekleştirdiği, şimdi de iç ve dış tedbirleri alarak da bir istikrarsızlığın doğmasının önüne geçiliyor. Aynı zaman da bu bölgelerdeki istikrarı ve yaşanan gelişmeleri bir başarı öyküsü olarak görüyor. Onun için Türkiye dahil herhangi bir gücün saldırmasına izin vermeyeceği görülüyor.
“ABD’nin genel olarak bir Kürt politikası da yok”
Pentagon veya Beyaz Saray kulis bilgilerinde, Suriye’nin geleceği, Kürler, ÖSO, El Nusra, Şam veya Türkiye’nin girdiği bölgeler hakkında ne konuşuluyor?
Dediğim gibi Amerika’nın belli bir politikası olmadığı için kestirmek güç, açıkçası biraz Pentagon’un inisiyatifi ile Pentagon’un IŞİD’e savaş endeksli siyaseti, biraz da son dönemlerde İran karşıtı bir siyasetle yürütülüyor. Genel olarak bir Kürt politikası da yok. Öyle olduğu için de genelde dış gelişmelere bağlı olarak devam ediyor. O yüzden Suriye’de ne olacağını kestirmek çok güç, ama Pentagon’un dediği, ya da yönetimin içerisinde bazı yetkili isimlerin söylediği geri çekilmenin olmaması gerektiğini Amerika’nın Suriye’de kalması ile ilgili, bunun da İran’ın öncülük ettiği Şii nüfus bölgesini engellemek gibi bir yaklaşım var. Ama dediğim gibi; Suriye politikası olmadığı gibi bir Kürt politikası da yok. O nedenle ilerde neler olabileceğini kestirmek çok zor. Ama şunu da belirteyim ki Amerikalı siyasi ve askeri yetkililer IŞİD’le savaşın yakın zamanda bitmeyeceğini belirtiyorlar. Deir-Ez Zour’da devam eden şiddetli çatışmalarda bu durum iyice görülüyor. Özellikle ABD’nin askeri raporlarında Türkiye’nin Afrin’e yönelik saldırısı YPG ve SDG’nin IŞİD’e karşı mücadelesine büyük zarar verdiğini ve IŞİD’in o esnada tekrar toparlandığını belirtiliyorlar. Şuanda da Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolü altındaki bölgelere yönelik olası bir saldırı söylemi bile devam eden operasyonları etkilediğini söyleyebilirim. Bunu belirtmekte fayda var.
.”Amerika, Cenevre gibi platformda Kürtlerin ve müttefiklerin güçlü olmasını istiyor”
Bir süre önce. Şam Yönetimi ile Kuzey Suriye heyetleri arasında Federasyon maddeleri üzerine müzakereler yapıldı. Şuan ne aşamada ve ABD’nin bakışı neydi?
Amerika’nın Kürt yetkililere ve Kuzey Suriye’deki oluşuma Rejimle görüşün dediğini veya görüşmeye yeşil ışık yaktığını ve herhangi bir itirazları olmadığı biliniyor. Çünkü Amerika’da da Beşar Esad’ın iktidarda kalacağı görülüyor. Esad’ın gidilmesine yönelik eskisi gibi güçlü bir istem de yok. Her ne kadar yönetimin içerisinde bazı sesler bazen ‘Esad gitmeli’ dese de Amerika politikası olarak Esad’ın kalacağı görülüyor zaten. Ama bunun yanında ABD hükümeti kendisiyle çalışabileceği grupların inisiyatifli olmasını istiyor. Bunların başında gelen Kürtler var. Kürtlerle birlikte hareket eden Araplar ve Süryaniler var. Rejimin de birlikte hareket ettiği Rusya ve İran var. Amerika, Cenevre gibi platformda Kürtlerin ve müttefiklerin güçlü olmasını istiyor. O nedenle Kürtlerin Şam’la görüşmesini cesaretlendirmişti. Ama Esad Hükümetine karşı bir alerji her zaman var burada. Şam ile olan görüşmelerde biraz da ‘size uygun olanı yapabilirsiniz’ denilmişti Kürtlere. Görüşmeye ilişkin Washington’dan herhangi bir tepki de gelmedi. Beyaz Saray da Kürtlerin durumunu biliyor, Esad realitesini de görüyor. Sonuçta Suriye yönetimi hâlâ Esad’ın elinde ve kendisi devlet başkanı. Bu da herkes tarafından bilinen bir durum.
Türkiye ile Rusya arasında İdlib’de “çatışmasızlık” anlaşması ne anlama geliyor! Süreli devam eder mi? Veya nihai sonuca ulaşır mı?
İdlib’deki durum; Rusya’nın inisiyatifi, Avrupa da mülteci sorunundan dolayı baya hevesli, böyle bir çözümün işlemesinde çok hevesli. Çünkü başta Almanya olmak üzere, Avrupa’nın kaygısı, yeni bir durum karşısında orada bulunan binlerce sivilin Türkiye üzerinden Avrupa’ya akın edebileceği, bunun da zaten var olan mülteci karşıtlığını daha da güçlendireceğini, Avrupa hükümetlerini ekonomi ve siyasi yönde çok zor duruma sokacağını göz önünde bulundurursak Suriye içerisinde böyle bir bölgenin olması onların da işine geliyor. Hem sivillerin korunması veya öldürülmemesi. Öte yandan da bu durumun işlenmesi için herkes destek verdi İdlib’deki anlaşmaya.
İdlib’de son durum nedir. “ Çatışmasızlık” durumu işliyor mu?
Şam yönetimi tarafından radikal grupların varlığından dolayı bazı şikâyetler var. Şam yönetimine muhalefet eden grupların da rejimin saldırısından dolayı şikâyetleri var. Yani her iki taraftan da çeşitli konularda rahatsızlık var. Ama görünen o ki, şu ana kadar ciddi sorunların olmadığı, biraz Rusya’nın inisiyatifiyle- Rusya bazı şeyleri tolere ederek veya görmemezlikten gelerek- bu çatışmasızlık sürecini devam ettirdiği görülüyor. Suriye’deki gelişmelerde ana aktör Rusya. Türiye orada inisiyatif aldı. Rusya’nın onayıyla Afrin’e girildi. Rusya’nın desteği ile Türkiye Afrin’i elinde tutuyor. Mevcut durumlar biraz Rusya’nın tutumuna bağlı. Rusya’nın politikasını biraz kestirmek güç. Öncellikle kendi çıkarları, ikinci olarak da Esad rejiminin çıkarları. Görünen şey İdlib’dekidurumun Rusya’nın çıkarlarına hizmet ettiği. Ama bu durumda değişiklik olduğunda veya ilerde bazı şartların değiştiği gördüğünde, Rusya’nın tutumu da değişebilir, daha sert bir tutum da alabilir. Askeri opsiyonları devreye sokabilir. Ama şuanda görünen şu ki çatışmasızlık sürecinin birçok çevrenin rahatsızlığına rağmen işliyor olması… | @iznews agency
Gazeteci Mutlu Çiviroğlu: Washington’da Kürtlere karşı bir sempati var!