Gazeteci Mutlu Çiviroğlu: ‘Biden yönetimiyle Türkiye’yi zor günler, Kürtleri yeni fırsatlar bekliyor’

Amerika’da tartışmalı Trump dönemi nihayet sona eriyor. Biden ve ekibi 20 Ocak’ta görevlerine başlarken, yeni süreçten Türkiye ve Kürtler’in beklentisi de oldukça fazla.

Amerika’da yaşayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’na göre, Biden yönetimiyle Türkiye’yi zor günler, Kürtleri ise yeni fırsatlar bekliyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri denetiminde Suriye Milli Ordusu (SMO) adı altında birleşen grupların son günlerde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) denetimindeki Ayn İsa kentine yönelik saldırıları giderek artıyor.

TSK’nin bölgeye yönelik yeni bir askeri harekât başlatacağıyla ilgili değerlendirmeler artarken, dünyada olduğu gibi Rojavalı Kürtlerin de gözü kulağı bir nevi Amerika’da.

3 Kasım başkanlık seçimlerini kazanan Joe Biden, Trump’ın seçim sonuçlarını günlerce kabul etmemesi üzerine başlayan tartışmalar, ABD tarihinde ilki de beraberinde getirdi. 5 Ocak gününde ABD kongresi Trump taraftarları tarafından basıldı, olaylar çıktı.

Amerika demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen olayların ardından Trump’a yönelik tepkiler artarken, diğer yandan Biden’in yeni başkanlığı onaylandı. Biden ve ekibi 20 Ocak’ta artık resmen ABD’nin yönetimini devralacak.

ABD’de yaşanan gelişmeler kuşkusuz Türkiye kadar Kürtler tarafından da yakından takip ediliyor.

Yankılar’ın konuğu Amerika’da yaşayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’ydu. Gazeteci Civiroğlu ile Amerika’da son günlerde yaşananları, Biden ekibiyle olası Türkiye ilişkilerini, Rojavayı ve Kürtleri neyin beklendiğini masaya yatırdık.

“Amerika Türkiye’den müttefik gibi davranmasını isteyecektir. Bunu yaparken yeri geldiğinde sert olacaktır. Çünkü Biden’ın açıklamaları da biraz Erdoğan’ın anladığı dil şeklinde olduğu anlayışı var. Türkiye buna karşı büyükelçisini değiştirdi, olumlu mesajlar vermeye çalışıyor. Eğer gerçekten müttefiklik kavramına uygun faaliyetler olmazsa Türkiye için zor günler bekliyor diyebiliriz. Tabi, Türkiye’nin hala resmen Amerika’nın müttefiki olduğunu da unutmamamız gerekiyor. Amerikan’ın Türkiye ile ilişkilere önem verdiğini unutmamız lazım. Her iki ülkenin ekonomik ve askeri ilişkiler var. Trump, S-400 yaptırım konusunda sonuna kadar yaptırımları bekletmişti. Biden başkanlığındaki yönetim bu konuyu takip edecektir. S-400 meselesi Amerikan devletini çok rahatsız etmiş durumda. Türkiye’nin bu konuda bir çözüm bulması lazım. Ya resti çekip satmıyorum ya da S-400’leri elinden çıkarması lazım. Bunun ara formülü yok. Şimdiye kadar Trump Kongreyi oyalamıştı. Bu opsiyon da artık kalmayacak. Türkiye’nin S-400 konusunu netleştirmesi gerekiyor.

Kongre’nin herhangi bir konuda mutabık kalması çok zor ama Türkiye’ye ceza konusunda her iki parti de hemfikir olmuştu. Türkiye’nin cezalandırılması ve yaptırıma maruz kalmamışı gerektiği her iki tarafından da çabasıyla geçmişti. Bunun hayata geçirilmemesi nedeni Trump-Erdoğan arasındaki özel ilişkiden dolayıydı.  Kongre’nin yaptırım kararları yeni dönemde yeri geldiğinde uygulanacaktır. Biden çok daha sert olacaktır. Türkiye ve Erdoğan’ın yaptıkları konusunda daha sert tavır takınacağını söylüyor zaten.

Yeni yönetim Türkiye’den net bir tutum isteyecektir. Türkiye’yi S-400’ler konuda çok zor günler bekliyor. Buradaki hava böyle.

Biden ile birlikte Amerika’nın Suriye, Irak, Afganistan’daki varlığı, Almanya, Polonya, küresel varlığı daha net hala gelecek. Amerika tekrar NATO- BM tekrardan önceki rolüne dönüş yapacaktır.

Biden’in kendisi Türkiye çok iyi tanıyan bir siyasetçi. Kürtlerle ilişkileri var. Irak Kürdistan Bölgesiyle ilişkileri iyi, oraya gitmişti. Kürtlere sempatisi olduğu biliniyor. Hatta ‘Kürtlerin tek dostu dağlar değil, biz de dostuz’ diye açıklamaları var. İrlandalı geçmişini sahiplenen biri.

Biden’ın yönetiminde Ulusal güvenlik danışmanı, Dışişleri Bakanı ve en son Brett McGurk’un da ulusal güvenlik ekibinde Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörlüğünden sorumlu olacağı bilgisi de geldi. McGurk Kürt kamuoyunun yakından bildiği sevdiği bir isim.

Tüm bunları bir araya koyduğumuzda, hem Türkiye ve Erdoğan’ı hem Türkiye’deki Kürt sorunun önemini bilen, Suriye’deki Kürtlere önem biçen, Irak Kürdistan bölgesindeki Kürtlerle ilişkileri olan bir yönetimi göreceğiz. Bu da Kürtler açısından birtakım fırsatlar doğuruyor.

Washington karar mekanizması, dünya siyaseti için önemli bir adres. Kürtler buradaki varlıklarını güçlendirdikleri taktirde buradaki siyasete etki etme şansı da olabilir. Bu yeni hükümet çünkü Kürtleri tanıyor, biliyor. Biden yönetimiyle Amerika askerlerin Rojava’daki varlığı netleşecektir. Eğer Kürtler varolan fırsatları kullanabilirlerse askeri ilişkiyi diplomatik siyasi ilişkiye dönüştürme potansiyeli yakalayabilirler.  Bu kendi durumlarına bağlı. Türkiye ile ilişkiler mevcut haliyle devam etmeyeceği için Kürtlere fırsat doğuruyor. Hem Biden hem de Biden ekibinden kendilerini tanıyan insanların olmasından dolayı Kürtler açısından avantajlı fırsatlar doğurabilir. Bu da Kürtlerin bu fırsatları kullanacak araçları yakalamasına bağlı.

https://ahval.me/tr/kurtler/gazeteci-mutlu-civiroglu-biden-yonetimiyle-turkiyeyi-zor-gunler-kurtleri-yeni-firsatlar

Kürt sancısı

Somut tabloya baktığımızda durum çok korkunç. Ben uzun zamandır etnik temizliğin bu kadar konuşulduğunu hatırlamıyorum. İsrail-Filistin meselesinde konuşuldu bu bağlam en son, şu an bunun bir ‘çözüm’ olarak hem ABD hem Türkiye liderleri tarafından açıkça konuşuluyor olması zaten yeterince korkunç.

ZABEL MİRKAN

Dr. Yektan Türkyılmaz, soykırım ve toplu şiddet çalışmalarında Türkiye’de akla gelen ilk isimlerden biri. Söyleşimizin ikinci bölümünde Türkyılmaz, soykırım ve etnik temizlik üzerine konuştuk. ‘’Uzun zamandır etnik temizliğin bu kadar konuşulduğunu hatırlamıyorum’’ diyen Türkyılmaz, Türkiye’de soykırım tehdidinin hiçbir zaman ortadan kalkmadığını belirtti ve ekledi: ‘’Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bunu sorundan ziyade işe yarayan ve kriz anında gerçek veyahut da hayali düşmanlara karşı başarıyla kullanılmış ve bir daha kullanılmasında bir sakınca olmayan bir edavat gibi tutuyor çantasında.’’

Savaşın 3. gününde AB-ABD eksenli somut bir adım göremeyen QSD’nin Şam ve Rusya ile hızlı bir diyalog geliştirmesi bu duruma hazırlıklı olunduğunu mu gösteriyor?

Bence tersini gösteriyor. Özellikle QSD’nin Amerika’nın çekileceğine dair bir beklentisi olmadığını anlıyorum. Yani ABD güçleri çekildiğinde ne yapılacağına ilişkin bir A, B planı da yoktu bence. Dolayısıyla aciliyet üzerine yapıldı bu hamleler. Bir öngörü yoktu. Bunun böyle olduğunu üç gün sonra da ABD’nin araya girmesi vasıtasıyla da gördük. Madem siz Şam’la anlaştınız, o doğrultuda ilerlersiniz; ama öyle olmadı. Bu işin birinci kısmı. İkinci kısma gelince: ABD’nin QSD ve YPG’yle yakınlaşmasına bakarsak, bu kadar önemli bir güç haline gelmelerinin koşullarını Türkiye Cumhuriyeti hazırladı. Davutoğlu hazırladı, Tayyip Erdoğan devam ettirdi. Bütün NATO üyesi ülkeler için öncelik IŞİD olarak belirlenirken, Türkiye bu önceliğini Esad’a verdi. Hâl böyle olunca, Ankara IŞİD’i Esad karşıtı mücadelenin ister zımni deyin, ister de facto deyin, ister fiili deyin ortağı olarak gördü. Ayrıca İŞİD’in Türkiye’nin ‘doğal’ düşman gördüğü grupları da hedef aldığını unutmayalım. Bu sebeplerle Türkiye Cumhuriyeti ne zaman ki IŞİD’e karşı global koalisyon kuruldu, bunun olmaması için elinden ne geliyorsa yaptı. Tel Abyad, Resulayn gibi bölgelerin IŞİD’in lojistik damarı olduğu biliniyordu. ABD temsilcileri ısrarla Ankara’dan buraları kapatması talebinde bulunuyor, yapılmıyor. İŞİD karşıtı mücadeleye aktif katılımı istendiğinde imkansız şartlar koşuyor. Peki Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaşıyoruz dediği nedir? Ne zaman anlıyorlar ki QSD-YPG Efrîn’de kantonları bağlayacak noktaya gelir, Türkiye Cumhuriyeti’nin IŞİD’le ‘savaşı’ başlar.

Burada ortaya çıkan çok atipik bir tablo. Bir NATO gücü, yanınızdaki NATO devletiyle değil devletsiz bir silahlı güçle işbirliği yapıyor. ABD bunu isteyerek, can-ı gönülden yapmıyor; mecburiyetten yapıyor. Çünkü alanda IŞİD’e karşı savaşan bir güç yok, stratejik ortağı ise bunu kendi çıkarları doğrultusunda görmüyor. Bu siyaseti YPG çok iyi değerlendirdi. ABD bu durumdan çok memnun olmasa da, YPG alanda o kadar efektifti ki bundan vazgeçemediler. Minbiç’te vazgeçmeye çalıştılar, baktılar olmuyor YPG’yle yollarına devam ettiler. Kısacası, bu ilişkinin koşullarını Türkiye yarattı, YPG de muazzam bir şekilde değerlendirdi.

Şunun altını çizmek istiyorum; ABD için YPG siyasi bir ittifak değildi; askeri bir ittifaktı. Stratejik bir ortaklık da sözkonusu değildi; konu ve hedef odaklı bir ortaklıktı söz konusu olan. Zaman içerisinde başka ihtimaller ortaya çıktı; ama ittifakın özü değişmedi. Kürt tarafının bunu iyi anlaması lazım. Bunlar olurken ABD yönetimi için stratejik ortak hâlâ Türkiye’ydi. ABD’nin YPG-QSD’yle askeri işbirliği hiçbir zaman siyasi işbirliğine dönmemiştir ve tam tersine ABD bu konuda her zaman çok kararlı biçimde otonom yönetimin siyasi açılımlarına engel olmuştur.

Kürtlerin cephesinden baktığımızda da anladığım kadarıyla QSD, ABD’yle ittifak düşünürken siyasi kanattakiler daha başka ittifakları da değerlendiriyor. Siyasi kanat Suriye’nin birliğine inanıyor ve bu işin Esad’la olmasına yekten karşı değil; ama ABD’nin askeri planı ve ülkeye ilişkin siyasi öngörüsü Esad’sız. SDK’den gelen seslere bakarsanız İlham Ehmed, Aldar Xelil, Salih Müslim; Mazlum Abdî ve Polat Can’dan daha başka yerden bakıyorlar meseleye. İlham Ehmed Foreign Policy dergisindeki röportajda söylüyor örneğin: Şam’la görüşmeye çalıştığımız zaman ABD geri çekilmekle tehdit etti. Bu önemli çünkü ABD’nin Kürtlerin siyasi bir proje geliştirmelerine engel olmaya çalıştıkları ortada. Uluslararası birçok toplantı yapıldı Suriye’nin geleceğiyle ilgili, ABD Kürtlerin temsiliyeti konusunda ne istekli ne de ısrarcı oldu. Tam tersine; buna ABD’nin kendi içinde yapılan toplantılar da dahil. Buna Obama ve Trump yönetimi ve şu anki durum da dahil. Nihayetinde evet QSD büyük bir güç oldu; ama diplomatik, siyasal alanda büyük bir güce dönüşemedi.

ABD bir yandan da sınırdaki ağır silahların kaldırılmasını istedi?

Bu zaten akla ziyan bir durum. Amerika’daki durum Türkiye’dekine çok benziyor. Suriye temsilcisi Jeffrey konuşmalardan haberi olmadığını söylüyor. Pentagon’un nasıl bir planı olduğuyla State Department’ın ne yaptığı, Trump’ın nihai kararları arasında uçurum var. Biri sürekli QSD’nin kıymetinin altını çiziyor, biri Türkiye’yi koruyan bir yerden konuşuyor. Bir diğeri ise Türkiye’yi tamamen hedef tahtasına koymuş tonda…

Bu süreçte demokrat dünya kamuoyunda Kürtlere yönelik bir soykırım tehdidi olduğu pek çok insan ve hatta devlet yetkilileri tarafından deklare edildi. Siz bu tehlikeyi ne boyutta görüyorsunuz?

İlk evvela “soykırım” kelimesini özenli kullanmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bunun etik sorunları kadar umduğunuz tersi siyasal sonuçlara yol açma ihtimali var. Biraz kanıksayıcı bir hâl de yaratıyor bu tür kavramların sık kullanımı ve baktığınızda “etnik temizlik” kavramı yeteri kadar korkunç bir şey zaten. Sanmayalım ki pogrom daha az kötü, soykırım daha kötü ve iki ayrı şeyler. Bunlar zaten relatif kavramlar. Birbirinden kopamazlar. Soykırım pogramlar içerir ve zaten etnik temizliktir. Meselenin etik kısmına gelince, bugüne kadarki soykırım örneklerini, Kürtlerin uğradığı Dersim de dahil, ucuzlatıcı tavırlara girmemek gerekiyor. Siyasal boyutta ise, siz soykırım dediğinizde insanlar mobilize olmuyorlar; çoğu zaman paralize oluyorlar. Madun grup adına siyaset yapanlar bu mefhumu kullandıklarında ne yapacaklarını da söylemek durumundalar. Bir de tabii ki soykırım dediğinizde siyasi tercihlerinizdeki doğrular ve yanlışlar da görünmez kılınıyor. Başka ihtimaller neydi diye kimse soramaz siz böyle dediğinizde.

Somut tabloya baktığımızda ise durum çok korkunç. Ben uzun zamandır etnik temizliğin bu kadar konuşulduğunu hatırlamıyorum. İsrail-Filistin meselesinde konuşuldu bu bağlam en son, şu an bunun bir ‘çözüm’ olarak hem ABD hem Türkiye liderleri tarafından açıkça konuşuluyor olması zaten yeterince korkunç. Soykırım ihmaline gelirsek de, 2016’da Cizre sonrası ilgili bir yazı yazmıştım Evrensel’de. Kabaca şunu söylüyordum orada, Türkiye’de bu tehdit hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bunu sorundan ziyade işe yarayan ve kriz anında gerçek veyahut da hayali düşmanlara karşı başarıyla kullanılmış ve bir daha kullanılmasında bir sakınca olmayan bir edavat gibi tutuyor çantasında. Özellikle Suriye krizinin ve Kürt meselesinin geldiği noktaya baktığımızda kırmızı alarm çalıyor. Bölgesel duruma soykırım demeyeyim ama zaten benzeri felaketleri üretebileceğini sürekli gösterdiler bize. Êzîdîlere ne oldu örneğin? Ve felaketler unutmayalım ki bulaşıcıdır, sınırları çok kolay aşar. Şengal dediğimiz yerin bir tarafı Suriye sınırı, bir tarafı Türkiye. Özellikle bu savaş esnasında sivillerin maruz kaldığı işkenceler ve etnik temizlik konusundaki programatik ve aşkâre çaba çok tehlikeli. Kürtler şurada yaşayabilir, Araplar şurada yaşayabilir söylemleri akla ziyan, kan dondurucu söylemler.

Türkiye’nin işgali Şam’ın elini Kürtlere karşı güçlendirdi gibi görülüyor. Bunun olası sonuçları nedir, Kürtlerin Suriye’de 2011’den önceki duruma gelmeleri söz konusu mu?

Evet; ama bir yandan da şu ortaya çıktı. Bu gibi anlarda maksimalist düşünen aktörler hem kendilerinin hem de başkalarının başına felaket getirmeye en meyilli aktörlerdir. Kazanç-kayıp hesabı için özellikle Kürtler için çok erken. Şu an ABD ve Avrupa genelinde yaşanan büyük bir sancı var ve bu aslında “Kürt sancısı”. Kürtlerin siyasi aktör olarak bugüne kadar dışlanması nedeniyle artık bu ülkelerin başkentlerinde büyük sancı yaşanıyor. Ayrıca, el güçlenmesinden ziyade önemli olan bu aktörün ayakta kalabilmesi. Şu an Kürtlerin ve Türkiye’nin temel sorunu ayakta kalma mücadelesi. Bu fırtına dindiği zaman kim ayakta kalacak? Güçlerinin bütünlüğünü koruyarak bu kasırgadan çıkma çabası kıymetli. Ayakta kaldığınız zaman rüzgâr daha çok değiştirecek yönünü.

Şam kısmında da Kürtlerin yapabileceği çok fazla bir şey yoktu, ABD bunu direkt bloke etti çünkü. Bugün anlaşma yaparsanız üç yıl öncesine göre tabii eliniz daha zayıf; ama 2011 öncesine dönmeyi kimse artık rüyasında bile göremez. Kürt Hareketi için böyle bir geriye gidiş mümkün değil artık…

Mutlu Civiroğlu Kürt yetkililerle yaptığı görüşmelerde Şam rejiminin hâlâ tekçi bir yapıyı savunduğunu, en azından o mantıkla işleri yürütmeye çalıştığını söylüyordu. Şam ve Rusya, ABD’yle kıyaslandığında nasıl müttefikler oldu Kürtler için? Ya da daha doğrusu, oldular mı?

Kürt dememeye çalışıyorum çünkü QSD’nin yüzde 40’tan fazlası Kürt olmayan unsurlar. Şam masaya öyle oturacaktır muhtemelen. Şam bunda ısrar ederse çözümsüzlükte ısrar edeceği manasına geliyor bu durum ki Rusya bile bu yönde konuşmuyor. Almanya’nın bir çıkışı vardı örneğin, güvenli bölgenin çok uluslu olmasına dair. Ve baktığınızda Avrupa Suriye konusunda pişmanlık yaşıyor gibi görünüyor ve daha çok dahil olmak istiyor. Onlar başından itibaren Esad’lı çözüme kategorik olarak karşı çıktılar ama gelinen noktada bir gerçeklik var. Esad’ın da bu çözümsüzlükten yana kalması teritoryal bütünlük iddiasını oldukça zora düşürecek bir konum. Şu an Kürtlere hiçbir statü vermeden çözüm, sadece Ankara’daki intiharcı maceracıların düşlerinden ibaret.

Son gelişmeler ışığında konuşacak olursak, Bağdadi’den sonra IŞİD sözcüsü de Cerablus’ta öldürüldü. Bu durum bize ne ifade ediyor? Bağdadi’nin Reyhanlı’da çekilmiş fotoğrafları da olduğu iddia ediliyor bir yandan…

Türkiye’de bu konuda “milli sessizlik” ilân edilmiş gibi gerçekten. Doğru düzgün kimse bir açıklama yapmadı ve aksine lafı geveledi. Cumhurbaşkanı tarafından İngilizce bir tweet atıldı, sanki olayın Türkiye için bir önemi yokmuş gibi. Onun dışında garip ifadeler geldi iktidara yakın kesimlerden. Başka dillere çevrildiğinde de insanın kanını dondurdan açıklamalar bunlar. “O ne kadar teröristse bu da o kadar terörist” gibi. Sükût ikrardan gelir sözünü unutmayalım. Burada bir sıkıntı var demek ki.

Şimdi bu sıkıntının ne olduğuna bakalım. Bir ülke düşünün, ‘ben teröre karşı mücadele için canımı vermeye hazırım’, ‘benim için hayat terörle mücadeleden ibaret’, ‘benim dünyaya gelmekteki en büyük hedefim terörle mücadele etmek’ diyor. Çok güzel. ‘Hatta o kadar rahatsızım ki terörden, 30 kilometreden yakın olduğu zaman uyuyamıyorum bile’ diyor. Gayet güzel. Bunun için de meşru bir güç kullanmak zorunda olduğunu söylüyor. Çok güzel. Peki ondan sonra ne oluyor? Kendi sınırına 5060 metrede, kendi gözlem noktasının dibinde, Türkiye denetimi altındaki topraklarda bir operasyon yapılıyor. Bu operasyonu NATO müttefiki bir ülke herkesi dahil ederek yapıyor; ama gelin görün ki Türkiye’ye kırmızı kart gösteriyor. Trump esas itibariyle sadece şunu söylüyor Türkiye’yle ilgili: “Bize sorun çıkartmadılar.” Operasyonu Pentagon yapıyor ve biz buraya TSK’dan habersiz QSD’yle ortak operasyon yaptık diyor. İşbirliğini geçin beraber operasyondan bahsediliyor, İŞİD sözcüsüne karşı Cerablus’taki operasyonda helikopterde QSD’lilerin olduğu bile iddia edildi. Bu operasyonda IŞİD kadar Türkiye de Pentagon’un hedefi, bunu görmemek mümkün değil. Türkiye’nin dahil edilmemesi ise Türkiye’nin güya terörizme karşı mücadeleyle hikâyeleştirmeye çalıştığı şeyin ne kadar berhava olduğunu gösteriyor. Bu anlatı, iflas etmiş bir anlatı ve dünya çapında bir karşılığı yok. Türkiye’nin IŞİD’le mücadele ettiğine diplomatik düzeyde inanacak kimse yok artık, aksine Türkiye’nin ne yaptığına dair eklenen daha fazla soru işareti mevcut.

9 Ekim’de gönderilen ama bizim bir hafta sonra haberimizin olduğu ve Türkiye devleti cumhurbaşkanına yönelik sert ifadelerin olduğu mektupta dahi Mazlum Abdî’nin adı geçiyordu. Abdî’nin hakkında kırmızı bülten çıkarılması isteniyor; ama bir yandan Twitter gibi güçlü bir sosyal medya kanalı onu tanıdığını gösteren “mavi tik” veriyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’nin terörle mücadele meselesinin ciddiye alınmadığının bir diğer göstergesi bu da. Dedik ya Türkiye küme düştü, düşünün artık Türkiye’nin Interpol raporlarını kimse ciddiye almıyor. ABD’nin davet ettiği bir ismi siz Interpol’e bildiriyorsunuz. Bu artık acziyetin ifadesi olabilir sadece. Sembolik durumu da gösteriyor tabii bu “mavi tik” olayı. Türkiye bu operasyonla eğer Kürt Hareketini marjinalize etmeyi umuyorduysa olan tam tersi oldu ve aslında olan Türkiye’ye oldu. ABD’de artık YPG, PYD zaten meşru ve hatta müttefik olarak görülüyor ve PKK ile bağın bir sorun olarak gündeme gelmiyor kongredeki tanıklıklarda. Jeffrey’nin söylediklerine bakın. Ki Jeffrey bakıldığında QSD’ye en uzak isimlerden biri aslında.

Terörle mücadele söyleminin artık dünyada bir karşılığı yok. Türkiye’nin trajedisi de bu oldu. Hiçbir meşruiyet devşiremediklerini; tam tersine, saldırdıkları tarafı güçlendiren bir pozisyona kendi elleriyle sürüklendiklerini gösteriyor. Bu süreçte içeride yürüttüğü politikalardan en ironik olanı ise antiemperyalist olduklarını iddia ederek yaptıkları. Türkiye kadar bölgedeki emperyalist güçlere sınırsız itaat gösteren başka bir ülke daha yoktur. Kıbrıs’ta Türkiye’nin talebi kolonyalist İngilizlere karşı isyan eden Kıbrıs Rumlarının statü sahibi olmamasıydı; ama Türkiye Kıbrıs’ta İngilizlerin varlığına hiçbir zaman itiraz etmemiştir. Aynı şekilde İskenderun’da mandaya hiçbir zaman itiraz etmemiştir. Ne zaman ki manda yönetimi, sosyalistler iş başına gelince geri çekileceklerini söylemiştir Türkiye de o zaman çıkmıştır. Burada da benzer bir durum söz konusu. Türkiye’nin emperyal güçlere karşı durduğu en büyük yalan. Bir şeyler elde ettik, “zafer” elde ettik diyorlarsa, öyle diyorlar ya biz de zafer kabul edelim, bunun yüzde 90’ı Trump idaresine ve Rusya’ya bağlı…

 

Kürt  sancısı

Feuding Syrian Kurdish political blocs dance around rapprochement

As French and US initiatives for intra-Kurdish rapprochement in Syria stall, it seems that piecemeal defections from the Kurdish National Council to the Kurdish autonomous administration in the north of the country are the rule of the day.

al-monitor An officer of the Syrian Kurdish Democratic Union Party (PYD) stands guard near the Syrian-Iraq border, Oct. 31, 2012. Photo by REUTERS/Thaier al-Sudani.

 

France and the United States are encouraging a rapprochement between Syria’s two feuding Kurdish political blocs, the Democratic Union Party (PYD) and the Kurdish National Council, which is an official part of the Syrian opposition in exile known as the National Coalition of Syrian Revolution and Opposition Forces.

A Kurdish detente could serve as an early step toward incorporating parts of the opposition into the PYD-led autonomous administration of northeast Syria. In turn, wider opposition participation could help the autonomous administration gain a seat at negotiations to end the civil war, as well as win local and international recognition now that the main reason for the autonomous administration’s foreign support — the territorial fight against the Islamic State (IS) — has ended.

But the prospect of Kurdish rapprochement in Syria faces an uphill battle. Turkey wields influence over the Kurdish National Council and opposes the move; meanwhile, both Kurdish factions have unrealistic demands for a deal. Rather than an agreement at the organizational level, the most likely path forward for Syrian Kurdish cooperation involves disaffected council groups breaking off piecemeal to join the PYD-led autonomous administration, as they have done in the past.

The PYD and the council are at odds over the PYD’s nonconfrontational stance toward Damascus, the council’s proximity to the Turkish-backed Syrian opposition and each faction’s connection to rival Kurdish regional powers. Negotiations between the two sides to unite failed early in the civil war over power-sharing disputes. Since then, the council’s parties have refused to apply for licenses to participate in the autonomous administration, a fact the PYD has used to repress the council’s political activity.

Turkey opposes a Syrian Kurdish detente, as well as any step that might legitimize the presence of the PYD in northeast Syria. Ankara considers the PYD to be a branch of the Kurdistan Workers’ Party (PKK), which has fought a decades-long insurgency against Turkey. Turkey’s peace process with the PKK collapsed in 2015, and despite hopeful indications this spring, it will likely remain that way as Turkish President Recep Tayyip Erdogan seeks to divert attention from recent political setbacks. In July, Turkey launched a new phase of its military campaign against the PKK in Iraq and once again threatened to invade PYD-led northeast Syria.

Mutlu Civiroglu, a journalist who specializes in Kurdish affairs in Syria and Turkey, told Al-Monitor that following the blow Erdogan received in local elections this year, “he needs something to consolidate, to bring back his support, the morale of his base.” Civiroglu added, “National security is beyond sacred for many Turkish politicians. When the issue is national security, they all keep silent, they all support the government.”

Turkish opposition is not the only hurdle to Syrian Kurdish rapprochement. While both Kurdish parties endorsed the detente proposal, their key demands seem to preclude a deal. Top PYD officials have stipulated that for talks to move forward, the Kurdish National Council must leave the Syrian National Coalition, which would strip the council of its political relevance as the only internationally recognized Syrian Kurdish opposition group, as well as disrupt the lives of council members living in Turkey.

“There’s no talk within this [detente] initiative, nor any direction within this initiative, toward withdrawing from the Syrian National Coalition or dealing negatively with it,” Hawwas Khalil Saadun, a council representative and member of the Syrian National Council, told Al-Monitor.

Meanwhile, the Kurdish National Council has called on the Rojava Peshmerga, its military wing based in Iraqi Kurdistan, to enter northern Syria to ensure the terms of an agreement with the PYD are implemented. The PYD will “never” accept this, Mohammed Abdulsattar Ibrahim, a Syrian Kurdish journalist with Syria Direct, told Al-Monitor. PYD officials maintain that “if there are two Kurdish forces on the ground, they will fight with each other, as happened between [Massoud] Barzani and [Jalal] Talabani from 1994-1998 [in Iraq]. That’s very possible,” Ibrahim said.

While the Kurdish National Council and the PYD are unlikely to strike a deal, wider Kurdish participation in the autonomous administration is possible — via council parties breaking off piecemeal and joining the administration.

Some council members have long disagreed with their organization’s closeness to the Turkish-backed Syrian opposition. One sticking point was Turkey’s resistance to the 2017 Kurdish independence referendum championed by Barzani of the Kurdistan Democratic Party in Iraq; he helped found the council and enjoys good relations with Ankara. Then came the rebel invasion of the Syrian Kurdish enclave of Afrin in January 2018. Turkish-backed Syrian opposition groups committed widespread human rights violations against Kurds, and resettled Arabs evacuated from the suburbs of Damascus — who survived years of strangling siege imposed by the Syrian government — in houses abandoned by Kurdish residents. The council condemned the assault on Afrin when it occurred, but ultimately remained within the Syrian opposition.

“What happened in Afrin horrified people, including [Kurdish National Council] people in Kobani, Jazeera and other parts. They are very much afraid the ongoing atrocities in Afrin will recur in other Kurdish regions,” said Civiroglu.

Internal tensions caused by the council’s closeness to the Turkish-backed Syrian opposition, in addition to routine conflicts over power and positions, have resulted in several defections over to the autonomous administration. Certain council politicians imply that the defectors are PYD plants.

In 2016, three parties previously expelled from the council formed the Kurdish National Alliance, which went on to participate in formal autonomous administration elections. Two years later, prompted by Turkey’s assault on Afrin, the president of the Kurdish Future Movement in Syria split from the council and established a new party that now works alongside the PYD. Thirty more colleagues from the Kurdish Future Movement followed suit soon after.

The specter of future defections looms large as long as the PYD is the dominant Kurdish power in Syria. Ibrahim said that when the council “used to call for a protest or demonstration, thousands of people came. Now, a few people attend.” He added, “When the [council] parties defect, it’s for their own interests — they want to have a role.”

In June 2019, one of the council’s oldest factions, known as the Yekiti Party in Syria, expelled three leaders primarily because of a power dispute, said Ivan Hassib, a local Kurdish journalist who covers internal council dynamics. These leaders, who went on to form a new party, have not expressed a desire to work under the autonomous administration, as their “popular base is Barzani’s people. … Today, if the party that defected directly joined the PYD, that’s like suicide,” Hassib told Al-Monitor.

Nevertheless, he added that two of the three ousted politicians were accused by former colleagues of connections to the PYD. They might remain independent, or join the autonomous administration sometime in the future.

For its part, the PYD encourages Kurdish (and Arab) opposition parties to participate in the autonomous administration system that it leads, if they register, and provides a degree of freedom to criticize policy while maintaining control over the most important decisions. The more opposition parties join the administration, the more they dilute the presence of leaders connected to the PKK, and the closer the administration appears to its ideological premise as a decentralized, democratic system. Movement in this direction reduces the chance of a Turkish invasion and increases the chance of continued Western support.

“The entire [autonomous] administration wants to unify the Syrian opposition,” said Khabat Shakir, a PYD representative in Germany.

Pending a major shift in northeast Syria — such as US President Donald Trump pulling out US troops in advance of the 2020 presidential elections, and/or a Turkish invasion — piecemeal defections from the Kurdish National Council to the autonomous administration are the most likely form of Kurdish rapprochement currently available.

Dan Wilkofsky

https://www.al-monitor.com/pulse/originals/2019/08/syria-kurdish-national-council-defections-rapprochement.ac.html

World Lit A Candle for Ezidi People

Light_A_

https://twitter.com/search?q=%23LightACandle4Ezidis&src=hash&mode=photos

Yezidi Demonstrations in Washington, DC & North American Cities

Yezidi Community in Washington, DC and some other cities will hold a some rallies to draw attention to critical situation of thousands of Yezidi children, women and elderly who are stranded in mountains.

Yezidi_Kurds

***

A group of devastated Yezidi women who safely arrived Kurdstan of  Syria, Rojava speaks about the catastrophic situation of Yezidi civilians in Sinjar Region who fled from ISIS

***

Video- US Humanitarian Air Drop over Sinjar Mountains where thousands of Yezidi people are still trapped

***

***

Washington, DC

August 9 between 11:00am to 3:00pm

In Front of the White House

 

***

Toronto

August 9 between 12:00am to 3:00pm

Dundas Square

 

**

Atlanta

August 9 between 4:00pm to 6:00pm

In front of CNN Center

 

***

Ottawa

August 11 between 10:00am to 12:00pm

In Front of Canadian Parliament

***

mutciv@gmail.com +1202-2410506