MUTLU CİVİROĞLU YORUMLADI Afganistan: Biden sıkışmış durumda

Afganistan’dan çekilme sürecinin ABD’de başarısızlık olarak görüldüğünü söyleyen Washington’da yaşayan analist-gazeteci Mutlu Civiroğlu, uçaklara sarılan insan görüntüleri ve saldırıların 2022 seçimleri öncesi Biden’ı gafil avladığını belirtiyor.

*Afganistan’da halkın ABD uçaklarına atlamaya çalıştığı görüntüler tüm dünyada hafızalara kazındı.

Taliban’ın bir anlamda kendisi için de sürpriz olan iktidarının dünyadaki yankıları sürmeye devam ediyor. 

Washington’da yaşayan analist ve gazeteci Mutlu Civiroğlu, gelişmelerin Amerika Birleşik Devletleri tarafını, özellikle ara seçimlere bir yıl kala Biden’ı oldukça zora soktuğunu söylüyor. 

Taliban belki de kendisinin bile öngöremediği kadar hızlı bir şekilde Kabil’i ele geçirdi. Bir hükümet açıklamasındaki gecikme bununla ilgili olabilir mi?

Taliban çok hızlı bir şekilde Kabil’i ele geçirdi. Bu Washington’da da büyük bir şaşkınlığa yol açtı.

Biden’ın öne göremediği Afgan ordusunun hiçbir direniş göstermeden Kabil’i Taliban’a teslim etmeleri burada büyük bir tepkiye de yol açtı.

Biden’ı gafil avlayan bu oldu. Sayıları görünürde 300 bin olan, ağır silahlarla donatılmış, ABD askerleri tarafından eğitilmiş Afgan ordusunun savaşacağı, direneceği öngörülüyordu.

Böyle olmadı, çok cılız çatışmalar dışında ülke bir nevi Taliban’a teslim edildi. Tabii ki Taliban da belki bunu beklemiyordu.

Taliban’ın taktiği insanları yanına çekmekti. Yani aşiret liderlerini, tarikatları diyalogla, anlaşarak kendi lehine çekmek ya da kendisine karşı savaşmasını önlemek şeklinde ilerledi.

Bu noktada pek çok aşiret lideri, kumandan canlarına zarar gelmemesi şartıyla Taliban’a karşı savaşmadılar.

Bu tür etkenler bir araya geldiğinde Taliban ülkeyi ele geçirdi ve gördüğümüz kaos ortamı oluştu.

Kabinedeki kriminal isimlerin anlamı

Zaten dün hükümet de kuruldu. Bu hükümet Taliban’ın söylediğinin aksine Taliban’ın çok da değişmediği görüşünü pekiştirdi Washington’da.

Çünkü kabine tamamen Taliban üyelerinden oluşuyor. Yani dışarıdan, değişik siyasi ve toplumsal gruplardan kimse yok, kadın temsiliyeti yok.

Böyle olunca da Taliban’ın “Değiştik, eskisi gibi değiliz” sözlerinin de hiçbir anlamı olmuyor.

Zaten Dışişleri Bakanlığının açıklamasında da vurgulandı, kabinede BM tarafından arananlardan FBI’ın listelerinde olanlara isimler bulunuyor.

Ama şunu söyleyebiliriz ki mevcut durumda Taliban’ın hem Avrupa Birliği hem de Amerika tarafından tanınması kolay olacak.

Özellikle Biden birkaç gün önce “Taliban’ın tanınması mı? Bu çok uzun bir hikaye” şeklinde bir ifade kullandı.

Yani ABD’nin şartları fazla, beklentileri fazla, açıklanan hükümetin de bunu karşılamadığı görülüyor.

Çünkü kabine tamamen Taliban üyelerinden oluşuyor, bu kişiler de hem BM hem Amerikan hükümeti tarafından kriminal olarak tanımlanan Hakkani ağı gibi kişilerden oluşuyor.

“Tanınmaları kolay görünmüyor”

Avrupa Birliği bir Taliban hükümetini tanımayacağını duyurdu. ABD’nin de tanımaması bekleniyor. Uluslararası çapta tanınmayan bir hükümeti kısa-uzun vadede nasıl bir gelecek bekler?

Bu noktada Avrupa her ne kadar ABD’ye göre daha olumlu bir tavır takınsa da tanınmaları kolay görünmüyor.

Şu ana kadar 100’e yakın Amerikan vatandaşının Afganistan’da olduğu biliniyor, bu anlamda Taliban ile konuşuluyor.

Uçakların uçurulmasına izin vermediği söyleniyordu. 

Öte yandan Amerika kapıları kapatmıyor, ama Dışişleri Bakanlığının dediği “söze değil, eylemlere bakacağız.”

Katar, Taliban’ın müttefiki olarak, Taliban’a birçok noktada destek olmuş ve bölgede etkili bir ülke.

Taliban öte yandan Almanya’yı diğerlerinden ayırmıştı, “Almanya’ya olan tavrımız Amerika’ya olan tavrımız gibi değil. Almanlar ülkemize hizmet etmişti, gelmelerini isteriz” gibi bir açıklamaları olmuştu.

Almanya’nın Batı dünyası içinde böyle bir diplomasi rolü var.

Amerika ile Avrupa aynı sayfada olmayabilir ama benim gördüğüm Taliban’ın tanınmasının biraz zaman alacağı.

“Tüm hükümetlerinin talana bulaşması etken”

Taliban daha ılımlı bir portre çizmeye çalışıyor. Sizce hükümet kurulumunda ve uygulamada bunun arkasında duracaklar mı?

Yine basında çıkan Taliban’ın göstericilere sert müdahalesi, bugün de ortaya çıkan birkaç gazetecinin ağır şekilde darp edilmesi gibi pratikteki durumlar yakından takip ediliyor.

Bu bağlamda bakıldığında Taliban’ın işi pek de kolay görülmüyor. Ama Taliban da bir çaba içerisinde Batı dünyasında tanınmak için. Ama görünen nokta Taliban’ın bu söylemlerinin Batı’yı etkileyemediği yönünde.

Ama şimdiye kadar ki Afgan hükümetlerinin rüşvet, yolsuzluk, ekonomik başarısızlık, beklentileri karşılayamadığı görüldü. Bunu Biden da dile getiriyor.

Geçen haftaki konuşmasında Eşref Gani ve yöneticilerine eleştiride bulunmuştu, verilen desteği ülkeyi geliştirmek yerine çalıp çırpma, rüşvet, talanla tükettiklerini belirtmişti.

Bu bağlamda Taliban’ın hem toplumsal olarak, hem tarihsel, aşiretsel olarak bölünen bir ülkeyi de toparlayabileceğni söyleyenler de var.

“IŞİD-K yeni bir kaygı unsuru”

Washington’dan görünen bu. Ama tabii ki IŞİD-K olayı Amerika’yı kaygılandırıyor.

Mahkumların serbest bırakılmaları sırasında IŞİD-K yönetici ve üyelerinin de salıverildiği söyleniyor. Ama öte yandan IŞİD-K’nin önemli birkaç komutanının da Taliban tarafından serbest bırakıldıktan sonra infaz edildiği söyleniyor.

Taliban’ın tanınma sürecinde bir şart da El Kaide, IŞİD gibi örgütlere Afganistan’da izin verilmemesi şartı. Bunu ABD ve Taliban arasındaki görüşmelerde vurgulanıyor.

Dediğim gibi açıklanan hükümet, Taliban’ın ılımlı mesajlarının çok da gerçekçi olmadığını ortaya çıkardı.

Çünkü açıklanan isimler Taliban’ın kendi isimleri. Hem de vurgulanan isimlerin sabıkalı isimlerden oluşması farklılığa yer vermeyen bir kabine olmasından dolayı bir hayal kırıklığı var.

Bu da şunu gösteriyor ki Taliban değiştik dese de bu tür örgütlerin kafa yapısının kolay kolay değişmediği görülüyor. Bu bağlamda Washington’da beklentiler fazla yüksek tutulmuyor. Temkinli bir yaklaşım var.

Amerikan hükümetinin dediği, Taliban ile ilişkiler karşılıklı çıkar üzerine olan ilişkiler.

“ABD’de güven yüzde 15 düştü”

Gelişmeler Biden hükümetine nasıl bir karne yazıyor? 

Amerikan Başkanı Joe Biden çok zor bir durumda. Çünkü Afganistan’da yaşananlar Biden’a halk desteğini azaltmış durumda.

Yakın zamana kadar anketlerde oldukça güçlü bir destek oranı vardı Biden’a ama bu çekilme sürecinde gerekli hazırlığın yapılmaması, Afganistan’ın bu kadar erken düşeceğinin öngörülememesi, gerektiğinden daha fazla askeri tahliye için tekrar Kabil’e göndermesi, Biden için çok zarar verici gelişmeler oldu.

Biden şu an için önceki başkanların karşılaştırılmasında en az desteğe sahip üçüncü başkan olarak yer alıyor.

Çünkü insanların can havliyle kaçmaları, uçak kanatlarına yapışıp uçaktan düşecek kadar zor durumda oldukları sahneler insanların kafasına kazınmış durumda.

Her ne kadar Afganistan’dan çekilme konusunda çok büyük destek vardıysa da bu çekilme sırasında hükümetin yetersizlikleri, hazırlıksız olması, Amerika’nın ülkeyi yönetirken bir anda kendi vatandaşlarını kurtarmaya çalışan bir hale gelmesi hem iç kamuoyunda ABD’nin itibarının zedelenmesi olarak okunuyor hem de Biden’in kendi kurumlarını dikkate almayarak inatlaştığı düşünülüyor.

Cumhuriyetçiler içinde olduğu kadar Demokratlar içinde de ciddi bir kesim Biden’a tepkili, Biden’ı sertçe eleştiriyor bu çekilme sürecinde yaşananlardan dolayı.

“Çekilme ‘başarısızlık’ olarak görülüyor”

Biden sıkışmış durumda. Afganistan’dan çekilme, 20 yıllık bir savaşın son bulmasına olan desteğe rağmen başarısızlık olarak konuşuluyor.

Şunu da hatırlatmakta fayda var, seneye seçim var. Biden’ın kongeredeki temsilciler meclisini kaybederek kolu kanadı kırık bir başkan olabilir.

Biden yönetimi şu anda hasar kontrolü ve zararın daha da artmaması için çalışıyor ama sürecin Biden’a verdiği zarar ortada. Burada şu an 2022 seçimlerinde daha ciddi kayıplar olmaması için çalışılıyor.

ABC televizyon kanalı ve Washington Post gazetesinin ortak yaptığı ve dün yayınlanan bir ankette insanların sadece yüzde 49’u 11 Eylül sonrası ABD’nin daha güvenli olduğunu düşünüyor. Bu oran Usame bin Ladin’in öldürülmesinden sonra yüzde 65-70’lerdeydi. Yani insanlar 20 yıllık bir savaş, dünya kadar harcanan para, 2 bin 500 askerin kaybedilmesi ve bu son tahliye operasyonlarına rağmen Amerika’nın daha güvensiz bir yer olduğunu düşünüyorlar.

Bu Afganistan’da yürütülen operasyonun çok bir güven oluşturmadığını, Usame bin Ladin’in öldürülmesiyle oluşan güvenin de yüzde 15 düzeyinde düştüğünü gösteriyor.

Bunları bir araya koyduğumuzda Biden’ın içinde bulunduğu durumu anlayabiliriz.

“Biden, topu Trump’a attı”

Biden, Salı günü yaptığı konuşmada ısrarla savundu kendi kararını, kararın uygulanmasının mecbur olduğunu, anlaşmayı Trump’ın yaptığını ve Trump’ın da Taliban’dan Mayıs sonuna kadar Amerikan askerlerine dokunmayacakları sözünü aldığını belirtti.

Biden, kendisinin bunu mecburen uygulamak zorunda kaldığını, aksi halde ABD askerlerini korumak için daha fazla takviye güç göndermesi gerekeceğini, bunun da savaşın daha çok uzaması anlamına geleceğini çünkü yaz aylarının Taliban saldırıları için en müsait aylar olduğunu vurguladı.

Yani bu anlaşmayı yapanın Trump olduğunu vurgulamaya çalıştı. Ladin’in öldürülmesinden sonra 10 yıl önce oradan çıkılması gerektiğini savundu.

“Günde 300 bin dolar para harcıyoruz, bunun meşruiyeti olamaz” savunmasında bulundu.

Çekilmenin iyi ya da kötü olacağının garantisi olamaz gibi açıklamalarda bulundu. Kendisinin eleştirilmemesi gerektiğini belirtti.

Ayrıca Afgan yöneticilerine çok sert çıkıştı, kendi ülkelerini korumak yerine ülkeyi Taliban yönetimine teslim etmelerini sertçe eleştirdi.

Amerikan askerlerinin, çocuklarının başkaları için ölmeyeceğini belirtti.

“Türkiye’nin rolü ilişkilerde avantaj olur”

Türkiye’nin tavrı ayrıca ABD-Türkiye ilişkilerine nasıl yansır?

Son olarak Türkiye’nin tavrı, Türkiye’nin son dönemlerde ABD ile yakınlaşma, Batı dünyasına yakınlaşma bağlamında birtakım hamleleri olduğu görülüyor.

Özellikle Afganistan’da Kabil havalimanının işletmesini yürütme talebi vardı ama Taliban yönetimi bu kadar çabuk ele geçirince bu gerçekleşemedi.

Ama Erdoğan ve Türk hükümet yetkililerinin açıklamalarından Taliban ile diyalogda olunduğu görülüyor.

Biden ve Erdoğan yönetimin yakınlaşma çabalarında Afganistan’ın bir tahta olarak görüldüğü imajı var burada. Her ne kadar Türkiye istediği fırsatı kaçırmış gibi görünse de Taliban’ın verdiği hem Türkiye hükümetinin verdiği mesajlar havaalanı işletmesinde hala bir rol oynayabileceğini de gösteriyor.

Bu hem Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinde yeni imkanlar yaratabilir ama Türkiye’nin Afganistan’da rol oynaması Batı dünyasının elini de rahatlatabilir.

(PT) 

https://m.bianet.org/bianet/dunya/250029-afganistan-biden-sikismis-durumda

SDF has maintained its unity even in the face of Turkish occupation – US Middle East Analyst

Syrian Democratic Forces (North Press)

(North Press) – The Kurdish National Congress of North America (KNCNA), a nonprofit organization founded in 1988 focused on Kurdish rights and the attainment of an independent Kurdistan, held an online seminar on North and East Syria titled “Where’s Rojava Today?” on Saturday. The seminar’s panelists included Syrian Democratic Council Representative to the US Sinam Muhammad, Middle East Scholar Dr. Amy Austin Holmes, Rojava Activist and KNCNA Member Dr. Ihsan Efrini, and Kurdish Journalist and Analyst Mutlu Civiroglu.
The organization has been organizing conferences since 1988, and wanted to organize a conference in Washington, but “because of [coronavirus], we couldn’t go ahead, therefore we thought about a webinar,” Ihsan Efrini, a native of Afrin currently residing in Canada, told North Press. “In 2019, Rojava was trending, but it seems like people have forgotten the region. There is still a lot happening in the region that needs to be talked about,” he added about the need for such a conference to take place.
Sinam Muhammad opened the discussion by talking about the dissolution of the Syrian opposition and the invasion and occupation of her native Afrin. “Afrin was a painful moment not only for Afrinis, but for all people in Syria, and also Arabs. They felt that they were also under attack and worried about Turkish intervention in Syria, and this is what Turkey did [in Sere Kaniye and Tel Abyad].” Muhammad went on to discuss the completion of the first stage of the intra-Kurdish dialogue, stating, “It was so good that we reached an agreement together with the help of the United States, and I would like to thank Mr. William Roebuck this effort.” She added, “it is good for Kurdish parties to have unity…in order to have a stronger administration and stronger political solution to present to the future constitutional committee of Syria.”
Dr. Amy Holmes discussed several subjects, chief among them the unity of the Syrian Democratic Forces (SDF) as one of its key characteristics from which it draws its strength. “The SDF is a multi-ethnic force…and a multi-religious force, with Muslims, Christians, and Yezidis,” said Dr. Holmes, who previously completed a thorough and comprehensive study on the SDF in all regions of northeastern Syria.
“When Turkey invaded in October 2019…many people thought that the SDF would disintegrate, or that, for example, the Arabs in the SDF would defect – that they would go back to the regime with Assad, or that they would join Turkey…but really, nothing like that happened. There [were] no major defections within the SDF as the result of the Turkish intervention,” Holmes explained, later telling a personal anecdote about an Arab individual from Sere Kaniye who joined the SDF in 2015, as well as mentioning Kurds who joined the SDF to liberate Arab-majority areas such as Raqqa and Deir ez-Zor. “The SDF has maintained its unity even in the face of this Turkish aggression,” she continued.
Mutlu Civiroglu further commented on the talks, saying that “the initiative has brought a very optimistic atmosphere to the region…[it] has caused happiness among the people: activists, local people, military people, and politicians.” Civiroglu also mentioned local concern about the Caesar Act, saying “the other major topic in the region was the Caesar Act, and its impacts on the region under the Syrian Democratic Council or Syrian Democratic Forces’ control – how will the region be protected?”
The seminar lasted around an hour and a half, with each panelist sharing their views and answering viewer’s questions in the end. Many topics, including the intra-Kurdish negotiations, entry of the Kurdistan Region of Iraq-based Rojava Peshmerga into Rojava, the Turkish occupations of Afrin, Serekaniye, and Tel Abyad, and the efforts and unity of the Syrian Democratic Forces, were discussed during the meeting.

 

Reporting by Lucas Chapman

https://npasyria.com/en/blog.php?id_blog=2860&sub_blog=12&name_blog=SDF%20has%20maintained%20its%20unity%20even%20in%20the%20face%20of%20Turkish%20occupation%20-%20US%20Middle%20East%20Analyst

DAİŞ’in karıştırılan Kardaşları

Kürt kaynakları, DAİŞ’in Irak’ta yakalandığı söylenen yeni lideri hakkındaki haberlere itibar etmiyor. Kürt gazeteci Bêrîtan Sarya,  DAİŞ’in yeni liderinin Türkiye’de olduğunu, işi bittiği takdirde Türk devletinin onu gözden çıkartabileceğini söyledi.

DAİŞ çetesinin lideri Ebubekir El Bağdadi’nin 27 Ekim’de Türkiye sınırında bir köyde öldürülmesinin ardından yerine geçen Abdulnasır Kardaş’ın (Qardaş) Irak’ta yakalandı belirtilse de, bu konuda bir belirsizlik hakim.

Kürt kaynakları gerçek adının Muhammed Abdulrahman El Mewla El Selbi olduğu belirtilen Çetebaşı Abdulnasır Kardaş’ın yakalandığına ilişkin haberlerin doğru olmadığını, yakalandığı söylenen kişinin, Bahoz’da Suriye Demokratik Güçleri’nin (QSD) düzenlediği operasyonda yakalanan ve Irak’a teslim edilen kişi olduğu belirtiliyor. Abdulnasır Kardaş, DAİŞ içinde Abdullah Kardaş ya da Hacı Abdullah Olarak da biliniyor.

Suriye ve Rojava’daki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Bêrîtan Sarya, geçtiğimiz aylarda Kuzey Suriye’de tutuklu bulunan başka bir DAİŞ’li ile yaptığı söyleşide Abdulnasır Kardaş’ın Türkiye’de MİT denetiminde olduğu bilgisini geçmişti.

ANF’nin haberleri doğrulandı

DAİŞ’in yeni liderinin yakalandığına ilişkin haberler Sky News Arabia tarafından ortaya atıldı. Söz konusu bilgi, daha sonra Irak haber ajansı ve devlet televizyonu tarafından da doğrulandı. Ancak yetkililer, henüz bir açıklamada bulunmadı.

Geçtiğimiz Ocak ayında Irak istihbarat servislerinin sorumluları, The Guardian gazetesine verdikleri bilgilerde DAİŞ çetelerinin yeni şefinin Abdulnasır Kardaş olduğunu doğrulamıştı. Aynı yetkililer, çetebaşının gerçek isminin Emir Muhammed Abdulrahman El Mewla El Selbi olduğunu belirtmişlerdi.

The Guardian gazetesinden önce ANF, DAİŞ çetelerinin yeni elebaşısının Qardaş olduğunu ortaya çıkarmıştı. ANF’den gazeteci Bêrîtan Sarya’nın ortaya çıkardığı bu bilgi, daha sonra batılı medya ve istihbarat servislerince de doğrulanmıştı.

DAİŞ’in başı Ankara’da

Bêrîtan Sarya’nın Kuzey Suriye’de tutuklu DAİŞ Türk çete Taner Sabri Görenoğlu ile görüşmesi 22 Ocak 2020’de ANF’de yayınlanmıştı. Söyleşide Görenoğlu, DAİŞ içinde Abdulnasır Kardaş’ın (Hacı Abdullah, Abdullah Kardaş) yakın adamlarından biri olduğunu belirtiyor, Kardaş’ın Türkiye ve Erdoğan’a övgüler düzdüğünü ifade ediyordu. Bêrîtan Sarya’nın 13 Şubat 2020 tarihli ANF’de çıkan bir başka haberinde de yeni DAİŞ liderinin, Ankara ve Antep’te MİT denetimindeki DAİŞ’i yeniden örgütlediği, Irak’ta yeni bir cepheye açmaya hazırlandığı vurgulanıyordu. Haberde Kardaş’ın 2017’de İdlib’e, oradan da Türkiye’ye geçtiği bilgisi yer almıştı. Haberde, çete lideri ve Türkiye’deki faaliyetleri konusunda çok sayıda ayrıntıyı da bulmak mümkün.

QSD teslim etti

Bêrîtan Sarya, dün ise Irak’ta yakalandığı söylenen kişinin DAİŞ lideri Abdulnasır Kardaş ile bir ilgisinin olmadığını, Irak’ta yakalanan kişinin, QSD güçlerinin Bahoz operasyonunda yakalayıp, Iraklı yetkililere teslim ettiği kişi olduğunu kişisel twitter hesabından yayınladı.

Gazeteci Sarya’nın bir kaç twittinde şu ifadeler yer aldı: “Hacı Abdulnasır, yani Taha Abdurrahim Abdullah. Bağdadi’nin yakın adamlarındandı. 2017 yılında Lijne Muvafa’da genel emiriydi. 2019’da Bahoz’da SDG (QSD-Suriye Demokrati Güçleri) tarafından yakalandı. Daha önce haberini yapmıştım. Hacı Abdulnasır kod adlı DAİŞ üst yönetiminde yer alan Taha Abdürrahim Abdullah, 2019 Mart ayında SDG tarafından Bahoz’da yakalandı. Geçtiğimiz günlerde SDG tarafından Irak’a teslim edildi. Hacı Abdulnasır’la Rojava’da yaptığım görüntülü röportajların bir bölümünü yayınlayacağız. Taha Abdurrahim Abdullah’ın (Hacı Abdulnasır) soyadı Kardaş değil ve DAİŞ’in yeni Halifesi Abdullah Kardaş’la herhangi bir akrabalık bağı yok. Hacı Abdulnasır, DAİŞ’in en üst yönetim organı Lijne Mufavada’nın genel emirliğini yapmış Tilaferli bir Türkmen.

Bir süredir twitterda “DAİŞ’in yeni halifesi Abdullah Kardaş’ın yakalandığına dair haberler yapılıyor. Önce Derêzor, sonra Irak’ta yakalandı denildi. DAİŞ’in yeni lideri Emir Muhammed Abdurrahman El Mevla El Selbi (Abdullah Kardaş) Türkiye’de MİT denetiminde DAİŞ’i yeniden örgütlüyor. DAİŞ’in yeni liderinin yakalanacağını düşünmüyorum. Ama Türkiye’nin onunla işi bitirse öldürür ya da başka bir yerde (İdlib, Irak) Koalisyon’a öldürtür. Ölüm haberini servis ederler. Tıpkı Bağdadi olayındaki gibi. Ama Selbi, Türkiye’ye Bağdadi’den çok daha yakın. O yüzden daha zamanı var.”

Amerika’da yaşayan Kürt gazeteci Mutlu Çiviroğlu da Twitter hesabında Abdulnasır Kardaş’ın geçen yıl Bahoz’da yakalanıp Irak’a teslim edilen kişi olduğunu ayrıca bu kişinin DAİŞ lideri gibi bir sıfatının olmadığını belirtti.

 HABER MERKEZİ

DAİŞ’in karıştırılan Kardaşları

‘Kürdistan Bölgesi ile Rojava Kürdistanı Washington’a ortak mesaj verebilmeli’

Ruken Hatun Turhallı

BasNews – ABD’nin Irak’ta Kudüs Tugayları Komutanı Kasım Süleymani’ye karşı gerçekleştirdiği suikast  ve daha öncesinde Irak’ta başlayan, yoğunluk kazanan protesto eylemleri ile birlikte çok yönlü sorunlar yaşayan Irak, ABD’yle de derin sorunlar içerisine girdi. En son  Irak Parlamentosu’nda ABD ve yabancı güçlerin ülke dışına çıkartılma kararı ardından, Irak  bilinmezliğe doğru büyük bir hızla sürüklendi. Kürtlerin ve Suni Arapların parlamento oturumuna katılmamaları, mevcut kararı desteklememeleri bu süreçte Kürtlerin elini güçlendirdi. ABD ve Irak ilişkilerinde yaşanan kriz ve olası sonuçları, yaşanan durumun Kürdistan Bölgesi’ni etkileme boyutunu, ABD’de yaşayan deneyimli gazeteci ve siyasal analizci Mutlu Çiviroğlu’na sorduk.

Gazeteci ve Siyasal analizci Mutlu Çiviroğlu: ” ABD’nin Irak’la yaşadığı sorunlar Kürdistan Bölgesi için yeni fırsatlar doğurabilir. Bu nedenle Kürdistan Bölgesi ve Rojava’nın ABD ve Washington siyaseti açısından artık birlikte hareket etmeleri ve birlikte ortak taleplerde bulunmaları çok önemli. Özellikle Ortadoğu gibi her an her şeyin olabileceği ve her gün yeni fırsatların doğabileceği bir coğrafyada Kürtlerin bu şekilde birlikte hareket etmelerinin önemi her geçen gün daha da fazla ortaya çıkıyor.” dedi.

ABD’nin 2003 sonrası Irak’a dönük bir stratejisi oldu mu? ABD’nin Irak’ı Saddam’dan alarak İran’a sunduğu yönünde görüşler mevcut. Bu durum Amerika’da nasıl yorumlanıyor?

George W. Bush döneminde Amerika’nın Saddam’ı devirmeye yönelik içerisine girdiği tutuma ilişkin tartışmalar günümüze kadar birçok kesim tarafından eleştiriliyor. Aynı şekilde Obama’nın Irak’tan zamansız bir şekilde askerleri geri çekme kararı da birçok kesim tarafından, Irak’ta yaşanan istikrarsızlığın asıl sebebi olarak gösteriliyor. Özellikle Cumhuriyetçiler IŞİD’in doğuşunu ve Irak’ta yaşanan istikrarsızlığın asıl sebebinin Obama’nın zamansız asker çekmesinden kaynaklı olduğunu düşünüyor. Genel olarak Amerika’nın Irak operasyonu çok sert bir şekilde eleştirilere tabi tutuluyor.

Kasım ayında gerçekleşecek ABD seçimlerinde Demokratlardan aday olacağı belirtilen ve Irak operasyonuna aktif destek veren Joe Biden bu nedenle çok sert bir şekilde eleştiriliyor ve adaylığı tehlike altında görülüyor. Yani kısaca Irak operasyonu tartışmalarının, ABD’de de günümüze kadar hararetli bir şekilde devam ettiğini belirtebiliriz.

Başkan Trump’ın Irak’a dönük açıklamalarının net bir şekilde anlaşılmadığı tartışılıyor. Aslında mevcut haliyle ABD’nin dış siyasetinde ki duruşunun, Irak’a ilişkin siyasetinin de net olmadığı kanısı baskın durumda. Örneğin Trump’ın ‘Suriye’den çekileceğiz ama Irak’ta kalacağız’ söylemi, Kasım Süleymani’ye yapılan suikast, akabinde Irak Parlamentosu’nun yabancı güçler ve özellikle ABD’nin ülke topraklarından çıkmasına dönük aldığı karar ve özellikle Şii grupların bu konudaki tavırları, ABD’yi sıkıştıran bir durum olarak kabul edilmekte. Ama unutulmamalıdır ki her şeye rağmen Irak ABD’nin dış siyasetinde önemli bir yere sahip olan bir ülke.

Başkan Trump’ın Davos Zirvesi’nde hem Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih ve hem de Kürdistan Bölgesi Başkanı Neçirvan Barzani ile görüşmesi de bununla alakalı. Görüşmelerde Başkan Trump ırak için ‘ilişkilerimiz gayet iyi’ dese de ağır problemlerin olduğu aşikar. Fakat Kürtler açısından önemli olan, ABD’nin Irak’la ilişkilerinde ki belirsizlik ve istikrarsızlığın avantajlar doğurmasıdır. Bu durum Kürtler açısından doğru ele alınır ve kullanılırsa, hem Güney hem de Rojavalı Kürtler açısından büyük imkanlar yaratabilir. Kürtlerin böylesi problemli dönemlerde yüzlerinin Batı’ya ve ABD’ye dönük olması, hem Batı hem de ABD kamuoyunda büyük imkanların doğmasını sağlıyor. Zaten son dönemlerde Washington’da bu durum açık bir şekilde dillendiriliyor.

ABD’nin Irak’ta (Exxon Mobil şirketi) dışında ekonomik ve ticari ilişkilerinin olmadığı söyleniyor. ABD’yi Irak’ta tutan etkenler nelerdir?

Irak ABD’nin büyük yatırımlar yaptığı, askeri, ekonomik anlamda her türlü imkanını kullandığı bir saha. İran’a baskı uygulamak için de ideal bir alan. ABD Irak’ta olduğu sürece, bu coğrafyada etkinliğinin sürekli devam edeceği kanaatinde. Örneğin, ABD’nin Suriye ve Rojava Kürdistanı üzerindeki varlığı Irak üzerinden sağlanıyor. Rojava’ya lojistik teminini Irak üzerinden Semelka kapısından sağlıyor. Bu açıdan istikrarlı, Şii, Suni Arapların ve Kürtlerin bir arada yaşadığı bir Irak ABD için önemli.

Kürtler Irak ile ilişkilerini ‘zoraki evlilik ya da zoraki ev arkadaşlığına’ benzetiyorlar ve haklılar. Fakat ABD’nin yakın döneme kadar, Irak için düşündüğü ve uyguladığı, kendi menfaatleri açısından uygun gördüğü yapı; dini, mezhebi ve etnik bütün yapıların bir arada yaşamayı esas aldığı bir Irak’tır. Bunun ne kadar gerçekçi ve sahaya uygun bir durum olduğu tartışılması gereken bir realite. Irak’ta giderek artan Şii mezhep baskısı ve neredeyse bir bütün İran’ın hegemonyacı yaklaşımı altına girmeleri, bölgede yeni ve daha tehlikeli problemlere neden oluyor. Mevcut durum için ‘saatli bomba’ tabirini kullanmak çok da abartılı olmasa gerek.

Bildiğiniz gibi bu sene ABD’de Başkanlık seçimleri olacak ve Başkan Trump kamuoyu nezdinde zayıf bir Başkan olarak görülmek istemiyor. Bundan dolayı da İran’ın saldırılarına karşılık yeni bir hamle geliştirme olasılığının da mevcut olabileceği kanaatindeyim. ABD’nin Irak’ta ki ekonomik varlığını sadece Exxson Mobil olarak düşünmemek gerek. Bunun haricinde çok geniş ekonomik ilişkiler de mevcut. ABD’nin Ortadoğu’daki varlık siyaseti için Irak’ın jeopolitik ve lojistik arka cephesi konumu çok önemli. Irak’ta ki mevcut istikrarsızlık ve kaosta ABD’nin payının çok büyük olduğu düşünülüyor. Çünkü askeri bir operasyonu fiziksel olarak Irak’a yapan güç olarak biliniyor ve buranın bir istikrara kavuşması ABD’nin hem Dünya’da hem de ABD’de ki prestiji açısından çok önemli.

ABD’nin Ortadoğu ve Irak’a yönelik stratejisinde, Kürdistan Bölgesi’ne dönük özel bir siyaseti var mıdır?

ABD’nin Irak siyaseti, Bağdat merkezli, Şiilerin çoğunluğunu kabul eden, ama Sunileri ve Kürtleri de siyasi, ekonomik, toplumsal hayatta belirgin anlamda var olmasını benimseyen bir yaklaşımı esas alıyor. Yani ABD ilk süreçlerde belirlediği Cumhurbaşkanı Kürt, Başbakan Şii, Parlamento Başkanı Suni sisteminin istikrar açısından devam etmesi gerektiği kanaatine sahip. Zaten ABD’nin Kürdistan Bölgesine bakış açısı; Irak’ın İran eksenine kaymasını engellemek için denge unsuru olması gereken bir bölge şeklinde. ABD, Bağımsızlık referandumu sürecinde aslında bunu çok açık bir şekilde dillendirdi. Yani ABD’nin Kürdistan Bölgesi’ne yönelik siyasetinin, Kürdistan Bölgesini Irak’ın bir parçası olarak görmek istediğini belirtebiliriz. Zaten Irak’ın geleceği açısından Kürtlerin varlığını bir zorunluluk olarak gördüğü için ayrı bir yapı olarak görme yaklaşımına şimdilik karşı gibi duruyor. Özellikle Kürtlerin laik, coğrafyasındaki farklı bileşenlere pozitif yaklaşımları ve yüzlerinin Batı’ya dönük olmasından kaynaklı olarak, ABD Irak’ın geleceği açısından Kürtlerin varlığını olmazsa olmaz şeklinde görüyor.  Fakat son dönemlerde İran’la fiili olarak yaşanan çatışma durumu ve burada ortaya çıkan Şii, Suni ve Kürtlerin tavır ve tutumlarından kaynaklı ABD’nin şimdiye kadar ki siyasetinin değişme ihtimali olabilir diye düşünüyorum ve böylesi bir değişikliğin Kürtlerin lehine olacağı kanaatindeyim. Ama bu durumda Kürtlerin bu yeni durumu nasıl kullanacakları önemli.

Özellikle ABD’de ve Washington’da Kürtler ve Kürtlerin temsili denildiğinde Rojavalı Kürtler ve Rojava  önplana çıkmakta. Özellikle onlara dönük sempati ve destek oldukça fazla. Zaten ABD basınında Başkan Trum’ın Davos Zirvesinde Kürdistan Bölgesi Başkanı Neçirvan Barzani ile görüşmesin de, Trump’ın sanki karşısında Suriye Kürtlerinin temsilcisi ve lideri varmış gibi davrandığını yazıp çiziyorlar ve hatta eleştiriyorlar. Ama bu durumu şu şekilde de okuyabiliriz; ABD kamuoyunda Kürtler denildiğinde akla ilk gelen, Rojava Kürtleri ve bu durum aslında şu fırsatı doğuruyor diye düşünüyorum; Kürdistan Bölgesi ve Rojava’nın ABD ve Washington siyaseti açısından artık birlikte hareket etmeleri ve birlikte ortak taleplerde bulunmaları çok önemli. Özellikle Ortadoğu gibi her an her şeyin olabileceği ve her gün yeni fırsatların doğabileceği bir coğrafyada Kürtlerin bu şekilde birlikte hareket etmelerinin önemi her geçen gün daha da fazla ortaya çıkıyor.

2003’te ABD’nin Irak müdahalesi sırasında karadan askerlerini ve lojistik desteğini geçirebilmek için Türkiye’den istediği iznin, Türkiye Parlamentosunda çıkmaması ve ABD’nin güçlerini başka yerlerden götürmek zorunda kalması gibi bir durum Kürtlerin daha fazla önem kazanmasına sebep olmuştu. Zaten şu an ABD’de Kürtlere yönelik yanlış siyaset yaklaşımlarını eleştirenler, yöneticilere şunları söylüyorlar; ‘ İşte görüyor musunuz, bugün bile Irak’ta kalabiliyorsak bu Kürtler sayesinde. Kürtler Irak Parlamentosu oturumuna katılmayarak, alınan kararı protesto ettiler’. Kürtlerin kararda yer almaması, ABD karşıtı açıklamalar yapmaması ve Suriye’de ABD varlığını sağlayan tek güç olmaları nedeniyle, kamuoyu ve siyasetçiler nezdinde, Kürtlere yönelik genel anlamda ciddi bir sempati ve saygı durumu söz konusu. Bundan dolayı da herkes Kürtlere daha fazla önem verilmesi ve daha fazla değer verilmesi gerektiği kanaatinde. Ama dediğim gibi, bütün bu durumlar karşısında önemli ve belirleyici olacak olan şey; Kürtlerin hem kendi aralarında ki, hem de dışarıya yönelik geliştirecekleri tavır ve tutum olacak.

Kürtlere yönelik ABD’nin siyasetini bir de şu şekilde okumak gerektiği kanaatindeyim; ABD’nin dış siyaseti şu an birçok yerde belirsiz ve net değil. Mesela İran’a yönelik siyasetini ‘bir adım ileri, iki adım geri’ diye eleştirenler var. Kuzey Kore ile, Avrupa Birliği ile olan ilişkiler, Suriye konusunda, yani birçok dış siyaset konusunda net olmadığı göze çarpmakta. Bundan dolayı da ABD’nin dış siyasetini mevcut haliyle okuyabilmek ve hangi adımları atacağını kestirebilmek çok güç. Yani şunu iyi bilmek gerekir, belirsizlik sadece Kürtlere dönük bir durum değil. ABD’nin dış siyasetinde ki ana konularda da bu belirsizlik mevcut. Ama ne yazık ki Kürtler realist bir yaklaşımdan uzak bir şekilde ABD’ye yönelik büyük beklentilere girdiler. Tabi bu durumu sadece Kürdistan Bölgesi açısından değil, aynı zamanda Rojava açısından da söylüyorum. Katıldığım birçok toplantı, konferans ve röportajlarımda bunu dile getirmeye çalıştım. ABD’ye dönük bu türden beklentilerin gerçekçi olmadığını anlatmaya çalıştım. Ama ne yazık ki insanlarımız sadece görmek istediğini veya duymak istediğinin söylenmesini istiyorlar. Zaten dediğim gibi ABD’nin bir bütün dış siyasetinde de bu yönlü bir problem var ve bu sadece Kürtlere yönelik özel bir durum değil.

IŞİD sonrası ABD Ortadoğu ve Irak ‘ta stratejik bir değişime gitti mi? IŞİD’e karşı mücadelede sahadaki partnerlerini yalnızlaştırması (Kürtler) İran’ın bölgede güçlenmesine nasıl bir zemin sundu?

ABD, IŞİD sonrası stratejik bir değişime gitti mi? Sorusuna ancak bir soruyla cevap verilebilir. ABD’nin stratejisi neydi ki, nasıl bir değişikliğe gitsin? ABD’nin zaten söylediğim gibi belirgin bir dış siyaseti maalesef ki yok. Mevcut yönetim dış siyasette çok ciddi problemler yaşıyor ne yazık ki. Bu durumu Başkan Trump’ın klasik bir siyasetçi olmayışıyla değerlendirebiliriz kısaca. Zaten Ortadoğu siyasetiyle en fazla alakalı olan iki Bakanlığa, yani Dışişleri ve Pentagon’a baktığımızda, en tepedeki sorumluların istifa ettiklerini ya da ettirildiklerini görüyoruz. Bu sebeple mevcut yönetimin hem iç kamuoyunda, hem de kendi yönetimleri içerisinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle belirsizliklerin kendisini her alanda gösterdiğine tanık oluyoruz. Zaten Trump’ın seçim vaatleri içerisinde en önemli olanlarından biri, dünyanın birçok yerinde olan ABD güçlerini kademeli olarak ülkeye geri çekmekti. Burada Trump’ın sloganı ‘ ABD’yi yeniden büyütelim’. Bununla Amerika’nın kaynaklarını Amerika için harcama gibi bir yaklaşımı söz konusuydu. Bu nedenle her seferinde ‘ABD güçlerinin Suriye çöllerinde, tozunda ne işi var’ gibi sözleri çok rahatlıkla sarf ediyor. Aynı şekilde Irak’ta güç azaltmaya gideceğini de yakın zamanda açıklamıştı. Yani kısacası Trump’ın alakadar olduğu konu Ortadoğu’da ki güçlerin ya tümden çekilmesi, ya da azaltılması. Bu yaklaşım sadece Ortadoğu için değil Dünya’nın her yerindeki ABD güçleri için geçerli bir yaklaşımdır. Trump bu durumu ‘Biz Dünya’nın polis gücü değiliz’ şeklinde ele aldı zaten. Aynı şekilde ‘Bütün Dünya’nın ekonomik masraflarını biz üzerimize almak zorunda değiliz’ tarzında yaklaşımı belirginleşti. Hatta Trump daha da ileri giderek; ‘ ABD halkı NATO’nun, Birleşmiş Milletlerin, Ortadoğu’nun, Suudi Arabistan’ın bütün yükünü çekmek zorunda değildir’ dedi. Yani Trump’ın kafasında şekillendirdiği siyaset tarzı bu şekilde diyebiliriz. Bu nedenledir ki ‘IŞİD bitti, yüzde yüz halloldu, herhangi bir sıkıntı kalmadı. Bu yüzden güçlerimizi geri çekeceğiz’ yaklaşımına girmekte. Zaten Trump’ın tabanının da görmek istediği bu. Şunu da görmek gerek, Trump’ın ekibinin büyük çoğunluğunu silahlı güçlerden, yani asker kökenlilerden oluşuyor. Siyasetini, ekonomik yaklaşımını, diplomasisini belirleyen kişilerin geldiği kaynak eski silahlı güçler çalışanları. Bu nedenle bu grup, askeri güçlerin yurt dışından ülkeye dönüşlerini olumlu buluyor ve destekliyor. Zaten Trump’ta özellikle yurt dışındaki askeri güçlere harcanan kaynağın Amerika’nın içine harcanması taraftarı. Bunun için Trump IŞİD’in yüzde yüz bitirildiğine inanıyor ve buradaki güçlerinin kalmaları için meşru bir gerekçenin olmadığına inanıyor. Ama şu bir gerçek ki Ortadoğu Dünya’nın hiçbir yerine benzememekte. Değil bir yıl sonrasını, bir ay, bir hafta, hatta bir gün sonrasını bile çoğu zaman kestirmek mümkün olmuyor. Zaten ABD ile İran arasında fiziksel olarak yaşanan son durumda, nihayetinde böyle olduğunun kanıtı.

Irak ve Suriye’de ABD – İran çekişmesinin sonuçları Kürtlere nasıl yansır?

Amerika için özellikle Kürdistan Bölgesi’nde referandum sürecinde öne çıkan ‘ABD bizi sattı, bizi kandırdı veya yalnız bıraktı’ gibi yaklaşımlar olduysa da şunu unutmamak gerekir ki, o dönem ABD yönetimi, diplomasisi ve hatta etkin çevrelerinin bile referandum olayına bakış açıları çok net ve açıktı.  Özellikle referandumun zamanlamasının yanlış olduğu, referandumun ABD’nin Irak siyasetine hizmet etmeyeceği en açık bir biçimde dile getirildi. Zaten ABD’nin şimdi de bu konuda değişikliğe gittiği bir siyasi yaklaşım mevcut değil.

özellikle İran’la yaşanan son gerginlik nedeniyle ABD yönetiminin Kürdistan Bölgesi’ne dönük siyasetinde bir değişiklik yapma olasılığı mevcut olabilir. Bu durum da Kürdistan Bölgesine yeni ve olumlu olanaklar sunabilir. Tabi şunu da unutmamak gerekir; böylesi durumlar pozitif olanaklar sağladıkları gibi, negatif durumlarda ortaya çıkarabilirler. Kürtlerin olası bir gerginlikte hedef alınma durumu da yaşanabilir. Bunu da görerek tedbirlerini almak önemlidir diye düşünüyorum. Son olarak, Kürdistan Bölgesi için ABD’de yaşanılan son durumlara bağlı olarak; ‘Kürdistan Bölgesi’ni güçlendirelim’ tarzında söylem ve yaklaşımlara da giderek daha fazla rastladığımızı da belirtmekte fayda olur kanaatindeyim.

Rojava konusunda ABD’de ki farklı birçok çevrede ciddi bir rahatsızlık durumu söz konusu. Hem Kongre’de, hem Cumhuriyetçi Parti’nin kendi bünyesindeki Trump’a yakın kesimler içerisinde de yine Demokratlar içerisinde ve genel kamuoyu nezdinde Suriye politikasının yanlışlığı ve Rojava Kürtlerine haksızlık yapıldığı sıkça vurgulanmakta.  Burada Kürt güçlerinin IŞİD’le savaşta kaybettiği 10 binlerce savaşçı var ve ABD kamuoyu bunu görüyor. Bu nedenle ABD içerisinde Suriye Kürtlerine yönelik bir hassasiyet, hatta ‘biz Kürtlere ihanet ettik’ tarzında bir yaklaşım söz konusu.

Trump bir konuşmasında, ‘ABD’nin amacı yurt dışında ‘Ulus İnşası yaratmak değil’ dediğini biliyoruz. ABD’nin Irak ve Suriye’de Kürtlerle ilişkilerinin askeri bir ilişkiyi aşamamasının nedeni bu yaklaşım olabilir mi?

ABD, Kürtleri Irak’ta Şiilerin dominosunu dengeleme unsuru olarak ele alıyor. Ve zaten ABD’nin Irak’ta Kürtlere yönelik resmi siyaseti bu. Yani bu siyaset sadece Trump yönetiminin değil, Obama yönetimin de siyaseti bu şekildeydi. Yani genel yaklaşım şu; ‘Kürtler bağımsız bir devlet olmamalı, Kürtler Irak içerisinde bir denge unsuru olarak kalmalı’ tarzında bir yaklaşım belirgin şu ana kadar. ABD’ye göre Kürtlerin Irak’tan ayrılması halinde Irak’ın tamamen bir Arap devleti olması hassasiyeti söz konusu. Ve sadece Araplara ait Irak’ta da Şii mezhebin belirleyici olması halinde, İran’ın yörüngesine kayma tehlikesi olacağı kaygısı içerisinde ABD. Oysa Kürtler olduğunda, yine Suni mezheple birlikte Irak genelinde bir denge unsuru rolü üstlenebilirler düşüncesine sahipler. Irak’ın toprak bütünlüğüne atıfta bulunurken, yine Peşmerge güçlerine askeri destekler verirken ya da uluslararası resmi ilişkiler oluştururken ABD, çok bilinçli bir şekilde bütün bunları Bağdat üzerinden geliştirmeyi esas alıyor. Tabi denge unsuru konusu uygulanırken, işte İran’la yaşanan gerginlik, Irak Parlamentosu’nda alınan karar sonrası, bazı ABD’li yetkililerin bilerek Bağdat’ı By – pas ederek Erbil’e gelmeleri durumu söz konusu oldu. Bu durum gelişen konjektürel durumla çok yakından ilintili. Bağdat yönetiminin İran güdümünde olduğu düşüncesi nedeniyle, Kürtleri ön plana çıkartma ve İran’a yakın gruplara gözdağı verme yaklaşımı olduğu şeklinde Washington’da yorumlar gelişti bu dönemde.

ABD’nin Suriye’de ki Kürtlerle ilişkisi, Kürdistan Bölgesi’ne olan yaklaşımından çok farklı değil. ABD’nin Suriye’deki Kürtlerle ilişkisi tamamen askeri bir ilişki ve zaten ABD resmi yetkilileri her açıklamalarında bunu hiç gizlemeden dile getiriyorlar. Buradaki ilişki hiçbir zaman siyasi veya ekonomik bir ilişkiye dönüşmedi. Suriye Kürtlerinin de var olan mevcut durumu yanlış okuma durumları söz konusuydu. Özellikle Ortadoğu gerçeğinde siyasi yapıyı domine eden güç, askeri güç olduğu için ABD’nin askeri varlığının da bu şekilde olduğu yanılgısına kapıldı. Nitekim 15 – 20 yıl daha Suriye’den çıkılmaz denilen ABD’nin bir gecede buradaki bütün mühimatını nasıl çıkarttığı da görüldü. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de ABD’nin politik yaklaşımı aşikar. Yani sır değil. ABD burada ki Kürtleri siyasi bir güç olarak ele almak istemedi ve salt askeri güç olarak ele aldı, ilişkilendi. Peki buradaki Kürtler siyasi güç olarak kendilerini kabul ettiremezler miydi? Diye sorulursa, elbette ki bunun imkanları vardı. Fakat Kürtlerin ciddi bir lobi anlayışının olmayışı, ABD kamuoyunu bir bütün etkileyecek güçlerinin olmayışı, bunun yanında kamuoyunda doğal yollarla gelişen ilişki ağı – ki ben buna doğal lobi diyorum bu şekilde olunca da siz bu ilişkiye yön veremiyorsunuz, etkileyemiyorsunuz ve karar gücü olamıyorsunuz. Nitekim bir gecede verilen bir kararla güçler çekilebiliyor ve siz kendinizi ortalıkta yapayalnız görebiliyorsunuz. Suriye’de ki Kürtler açısından da durumu bu şekilde okumak doğru olur sanırım. Zaten Trump’ın ‘ulus inşaası bizim işimiz değildir dediği’ durum, Kürtlere devlet sağlama konusunda ‘bizim öyle bir amaç veya planımız yok’ demek olduğu çok açık bir yaklaşım. Trump ile Erdoğan ilişkisi de kamuoyuna açık bir ilişki. Kasım ayında Türkiye’nin Gri Sipi ve Seré Kaniye yönelik operasyonu sırasında, kamuoyu, Kongre ve siyasi çevrelerin Trump’a itirazlarına rağmen, Trump’ın Erdoğan’a verdiği destek halen devam etmekte. En son olarak Trump’ın ‘ulus inşasına yokuz’ sözlerinden okuyabildiğimiz, Irak’ta bir Kürt devletine, Suriye’de ise sınırları belli bir federasyon yapılanmasına destek vermeyeceği yaklaşımının öne çıktığı durumu burada en fazla değerlendirilen durumlar arasında.

Kasım Süleymani suikastı, seçilen zaman ve mekanın özel bir anlamı var mıydı? Bu suikast ile neler hedeflendi? ABD açısından amacına ulaşıldı mı?

Trump seçim sürecinde Hillary Clinton’a en fazla Libya Bingazi’de ki ABD elçiliğine yapılan saldırı ve elçinin burada öldürülmesi üzerinden yüklendi. Trump bu olayda Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un ihmalkarlığının olduğu konusunu ön plana çıkardı sürekli olarak. Zaten bu olay Cumhuriyetçiler tarafından halen de çok sıkça değerlendirilmekte ve eleştirilmekte. Trump aynı durumu kendisinin de yaşayabileceğinden çok korktuğu için, ABD’nin Irak’ta ki Büyükelçiliğinin saldırıya uğrama kaygısından dolayı bir şeyler yapma zorunluluğunda hissetti kendisini. ABD’li İş insanının öldürülmesi olayı zaten bir alarm durumu ortaya çıkarmıştı. ABD Büyükelçiliğinin saldırıya uğraması hali de kırmızı çizginin aşılması anlamına gelecekti. Trump kamuoyunda Hillary Clinton’u en fazla eleştirdiği bir konuda kendisinin de aynı duruma düşmesi halinde neler olabileceğini kestirebiliyordu. Bu nedenle de böylesi bir duruma düşmemek adına ve tedbir amaçlı bu kadar sert bir tavır göstermeyi uygun gördü diyebiliriz. Zaten Washington kulislerinde bu konuya ilişkin en fazla gelişen kanı bu şekilde. İran’ın Ortadoğu sahasında ki beyni, örgütleme gücü olarak kabul gören Kasım Süleymani suikastına karar verildi ve uygulandı. Zamanlama olarak; birincisi, ABD’li bir sözleşmeli personelinin İran’a bağlı güçler tarafından öldürülmesi, ikinci olarak, ABD toprağı olarak kabul edilen Büyükelçilik binasının kuşatılması ve fiziki saldırıya uğraması, bu nedenle burada bulunan diplomatik ekibin zorunlu olarak çekilmesi durumu Bingazi olayını anımsattığı için, ABD’nin ve onun Başkanı’nın güçsüz, zayıf olmadığı imajını göstermek için bu suikasta karar verildi. Tabi bu suikast Trump açısından, kamuoyu nezdinde ABD’yi ve vatandaşlarını koruyan, kollayan, sahiplenen Başkan imajını oluşturma adına iyi bir fırsat sundu. Genel anlamda Cumhuriyetçiler bu suikasttan çok memnun. Hakeza ABD kamuoyu genel anlamda Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden gayet memnun diyebiliriz. Burada Demokratların getirdiği eleştirileri, bir muhalefet partisinin yaptığı eleştiriler dozunda görmek gerekir. Aslında Demokratlar arasında da çok güçlü bir memnuniyet yaklaşımı söz konusu. Zaten bu suikastla, bölgeyi kendi çıkarlarına göre dizayn etmek isteyen İran’ın bu yaklaşımının nötr edilmesi olarak görülme durumu söz konusu. Tabi en önemli konulardan birisi de seçim yılı içerisinde Trump seçime giderken asla güçsüz, zayıf bir başkan görüntüsü vermek istemiyor. Bu suikastla Trump İran karşısında ve bütün Dünya’ya ABD’nin gücünü, kararlılığını ve hassasiyetlerini göstererek kendisi açısından da bir artı puan oluşturmayı hedefliyor ve zaten bu yaklaşım aslında ABD açısından gerçekçi bir yaklaşım olarak ta ele alınabilir.

Irak Parlamentosu’nun aldığı, ABD ve yabancı güçlerin Irak’tan çekilmesi kararı, ABD’de bölgeye yönelik her hangi bir tavır değişikliğine sebep olur mu?

Son olarak Irak Parlamentosu’nun aldığı karar, aslında ABD’nin Irak siyasetinin ne kadar sağlıksız bir siyaset olduğunun göstergesi. Çünkü Irak doğal bir ülke değil. zorla ele geçirilmiş bir ülke ve ayrı 3 grubun zorla bir evde birlikte yaşamaya zorlatılması, bunun yanında örneğin; Kürtlerin kendileri açısından bağımsızlık istemelerinin ne kadar meşru olduğunun görülmesi açısından farklı bir olanak sağlıyor. Irak’ta her ne kadar Parlamento’nun aldığı kararların bağlayıcılığı olmazsa da çoğunluğunu İran yanlısı Şiilerin oluşturduğu Parlamento ABD ve yabancı güçlerin, Irak’tan güçlerini çekmesi kararı aldı. Bu ciddi ve önemli bir karar, fakat Kürtlerin bu parlamento oturumlarına katılmayışı da çok önemli bir durum. Burada Kürtlerin ABD’ye bakış açılarının dostane bir bakış açısı olduğu gerçeği ortaya çıktı. Aksi durumu ele aldığımızda, şayet Kürtlerin de Parlamento’da alınan bu kararda olmaları halinde ABD’nin Irak’ta kalma koşulları yok denilecek kadar az bir realiteyle karşı karşıya kalacaktı. Bu durum ABD’de Kürtlere sempati duyan, dayanışma geliştiren kesimler açısından ABD’de siyasi arenada daha rahat bir şekilde görüşlerini ve yaklaşımlarını sergileyebilmeleri açısından büyük bir avantaj yaratmakta. Ama son olarak bir kez daha tekrarlama gereği hissediyorum; Washington’un şimdi de yapmaya çalıştığı, Irak’ı biraz yumuşatmaya çalışmak ve Kürtlerle ilişkilerini daha da sıcak bir hale getirmek. Zaten Erbil’e gerçekleştirilen üst düzey ziyaretlerle de Iraklı, Kürt olmayan siyasetçilere yukarıda da değindiğim gibi bazı mesajlar vermeye çalışıyor ABD. Ve ‘bizimle ilişkilerinizi düzeltmezseniz, Kürtler üzerinden alternatif oluştururuz’ yaklaşımını hissettirmek istiyorlar.

http://www.basnews.com/index.php/tr/interviews/577920?__cf_chl_jschl_tk__=11ecbf547e05e5c6cef6a87bce68d7c87fbedfc5-1587397179-0-AaIlX5DoaiYcEyPc2-YwomPVWJ-72BjGMsCRdBZeZ_SMOtwzq1zAEXVn6AymVwrZyqC2eNf1vBmJi1qYBNsm9Q6dhDaxA6n1ShWoWARW7V_rg7ypZWEmsK1Qd6Aat18XfVSupaPU2D9p1Q-fumq61njVblZB12LZa6zlDLdhjHj51c_sazi0HgDwYnjquVOYKl_L9VEpajUHtfxNV5qAhnHG476yDVNEtbqu3WmCG_1sEVg6-0VFXoy0actiACPqZvDGdv4v1F41R9gLI-mI3br24uKMIKAmcUTnehVZyyebZxaE0qQMv0hqo9_969VhhQ#.XjH5Snm4EYM.whatsapp

 

Mutlu Çiviroğlu: 2019’da Kürtler ve K. Suriye, ABD-Türkiye ilişkilerinin merkezine oturdu

Konuşa Konuşa’da Gülten Sarı’nın konuğu gazeteci Mutlu Çiviroğlu. Çiviroğlu, 2019 yılında Türkiye-ABD ilişkilerinin tam merkezine oturan Kuzey Suriye bağlantılı gelişmeleri yorumladı.

https://ahvalnews.com/tr/konusa-konusa/mutlu-civiroglu-2019da-kurtler-ve-k-suriye-abd-turkiye-iliskilerinin-merkezine-oturdu