Suriye’de Kürtlerin özerk yönetim ilan ettiği Rojava’yı ilk kez ziyaret eden İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), bölgeyi ‘ülkenin en güvenli ve istikrarlı yeri’ diye tanımlarken Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) liderliğindeki Kürtlerin silahlı bir güçten iktidara geçmenin zorluklarını yaşadığını not etti.
HRW yetkilisi Fred Abrahams, geziyle ilgili Radikal’in sorularını yanıtladı.
Ziyaretinizin amacı neydi?
Rojava ya yaptığımız gezinin amacı bölgedeki durumu anlayabilmek ve orayı yeterince tanıyabilmekti. Her ne kadar daha önce Esad rejiminin egemenliği altında yasayan Kürtler hakkında araştırmamız olduysa da, özellikle 2004 ve 2005’teki kırılmalar, kovuşturmalar ve yapılan ayırımcılıklar hakkındaki raporların dışında daha önce hiç bölgede bulunmamıştık. Bu bölgeye yaptığımız ilk geziydi ve bölgedeki yaşananların, çatışmaların hızına yetişmemiz için gerekliydi. Bu yüzden biz bu geziyi bütün gelişmeleri sahada görebilmek ve sizin de haberdar olduğunuz gibi Rojava’da yerel yönetimleri oluşturan aktörlerle temas kurabileceğimiz bir fırsat olarak gördük. Rojava’da, bildiğiniz gibi, de facto bir yönetim oluşturmayı basarmış olan bir yapı var. Bu yönetim, askeri anlamda Kürt Halk Savunma Güçleri yani YPG ile siyasal anlamda ise Demokratik Birlik Partisi, PYD.
Böyle bir gerçeklik karşısında biz kendilerine şu mesajı vermek istedik; siz bir yönetim oluşturduğunuz vakit, bu de facto bir yönetim bile olsa, beraberinde legal sorumlulukları da getirir. Örneğin, uymakla yükümlü olduğunuz uluslararası insan hakları normları var. Bizler var olan şartları incelemek, oradaki yönetimin bu konularda ne durumda olduğunu görmek ve kendilerine bu uluslararası normlara uymanın gerekliliğini anlatmak için oraya gittik. Ayrıca, yetkilileri bu konularda nasıl geliştirebileceğimizi de konuştuk.
Peki, siz Rojava’daki yönetimin faaliyetlerini nasıl buldunuz?
Bu konuyla ilgili çok detaylı bir rapor hazırlamakta olduğumuzu belirteyim öncelikle. Genel olarak söylemeliyim ki hem olumlu hem olumsuz izlenimlerimiz var. Fakat bütün bunlardan önce en sevindirici olan şey Suriye’nin geri kalan kesimlerine göre bu bölgenin daha güvenli oluşu. Burada güvenliğin çok iyi olduğu anlamı çıkmasın ancak diğer kesimlere göre burası daha güvenli ve istikrarlı. Tabii ki sınırda bomba yüklü araçlarla yapılan saldırılar, şiddet olayları ve çatışmalar halen devam ediyor ancak korkunç bir durumun hükmettiği diğer parçalarla karşılaştırıldığında buranın güvenli ve istikrarlı olduğu açık.
İnsan hakları ile ilgili durumu ele aldığımızda bu alanda bazı sıkıntıların olduğunu gördük ve bunları direkt olarak oradaki yetkililerle konuştuk. Bu sorunlar arasında siyasal çoğulculuk, ifade özgürlüğüne saygı ve siyasi faaliyet özgürlüğü konuları bulunuyor. Bence PYD ve Demokratik Toplum Hareketi’nin (TEV-DEM) en çok zorlanacakları nokta, bir muhalefet partisinden, bir silahlı direniş grubundan, bütün vatandaşları ve bölgede yaşayan bütün kesimleri temsil edecekleri bir hükümete dönüşmeleri sureci olacaktır. Bu şu anlama geliyor; bütün görüşlere saygı, siyasal faaliyetlere izin verme ve farklı düşünen medya kuruluşlarına izin verme gerekliliği. Yani kurumların özgürlüğü.
Bu noktalarda sıkıntıların olduğunu görüyoruz. Farklı siyasal faaliyetlere karşı bir tahammülsüzlük olduğunu söyleyebilirim. Ama bazı gelişmelerin olduğunu da belirtmek lazım. Biz, öte yandan sadece Cizire bölgesinde de bulunabildik çünkü güvenlikle ilgili sebeplerden ötürü Kobane ve Afrin’e gidemedik. Cizire’de siyasi tutukluluk ile ilgili herhangi bir şikâyet veya rapor yoktu. Bu çok iyi bir şey ve bu bence bu bir ilerleme göstergesidir. Son Erbil Anlaşması’ndan sonra salıvermeler yaşanmış. Ancak Afrin’de bazı tutuklulukların olabileceğine dair duyumlarımız oldu. Öte yandan bazı şeyleri birbirinden ayırmak oldukça zor. Şöyle ki; bir kişinin Suriye Kürdistan Demokratik Partisi (PDKS) ya da Suriye Kürdistan Birlik Partisi (Yekiti) üyesi olması onun siyasi tutuklu olacağı anlamına gelmiyor.
Bölgedeki bazı siyasetçiler ve yetkililerle yaptığımız görüşmelerde “Adli sebeplerden dolayı tutuklanan insanlar hemen olaya siyasi bir boyut kazandırmaya çalışıyorlar” şeklinde iddiaları gündeme getiriliyor. Siz böylesi durumlarla karşılaştınız mı?
Evet haklısınız. Bakın, politik nedenlerden ötürü saldırıya maruz kaldığınızı söyleyip, kamuoyu yaratmak, bunu da siyasi amaçlar için kullanmak çok kolay. Bu yüzden bizler bu tur olayları dikkatlice araştırmalıyız. Yani bir muhalif partiye üye olmanız size yasaları çiğneme hakkı vermez. Burada mesele sizin bir muhalif parti üyesi olmanız değil, yasaların doğru bir şekilde uygulanıp, uygulanmadığı meselesidir.
Örneğin daha iyi anlaşılması için şu örneği vereyim; şimdilerde oradaki yerel makamlar yasaları değiştirmeye çalışıyorlar. “Sosyal Sözleşme” dedikleri ve esasında Suriye yasaları ile diğer bazı ülkelerin yasalarının bir karışımı olan bu anayasa belgesi, gerek yasa uzmanları arasında gerekse avukatlar, hâkimler ve hatta bu yasaların verdiği cezalar sonucunda tutuklananlar arasında ciddi bir kafa karışıklığına yol açmış. Bu büyük bir sorun çünkü eğer yasalar yeterince açık değilse ve net bir biçimde tanımlanmamışsa bu beraberinde kötüye kullanmayı ve keyfiliği getirir. Bence bu büyük bir sorun.
Bizim onlara önerimiz şu oldu; bakın dedik, Suriye yasalarında birçok sorun olduğunu biliyoruz. Uluslararası insan haklarını ihlal eden birçok tarafının olduğunda hemfikiriz. Özellikle Kürtlere karşı ayırımcı bir yapısının olduğunun çok açık olduğunun farkındayız. Ancak siz bu tarz insan haklarına aykırı olan kısımları almak zorunda değilsiniz. Bu kısımları ayıklayabilirsiniz. Çünkü Suriye yasalarının çoğunluğu fena değil. Özellikle normal suçlarla ilgili yasaların hemen hemen %90-95’i iyidir- hırsızlık, hatta cinayet gibi suçları da buna dahil edebiliriz. Bunlar zaten standart yasalar ki yanılmıyorsam Suriye yasaları, Fransız Ceza Yasaları’ndan alınma. Simdi yasal reformlar yapma zamanı değil. Ülke’de savaş hüküm sürüyor, siyasi ortam istikrarsızken, mahkemeler değişiyor, bir de bütün bunların üstüne bir de yeni hukuk sorununu çıkartmak istiyorsunuz. Yasaları ileride değiştirebilirsiniz. Bizce şu an bunun için çok erken.
Peki. Yetkililerin bu söylediklerinize karşı tutumları nasıldı. Önerilerinize açıklar mıydı?
Tepkileri karışıktı, yani hem olumluydu, hem de olumsuz. Bir şekilde önerilerimiz anlaşılır bulundu, ama öte yandan bu projeye katı bir şekilde karşı çıkanlar da oldu. Bu bir ideolojik karşı çıkıştı. Sanırım bu hareketin geleneksel yapısından kaynaklanıyor. Bu daha önce bahsettiğim siyasal bir hareketten, yönetimi elinde tutan bir otoriteye geçiş arasındaki farklılıktan kaynaklanıyor. Yani her ikisinin yapısı farklı. Sanırım insanlar buna hak verecek.
Şunu da belirteyim ki, iki cezaevini ziyaret ettik. Oraların kapılarını bizlere açtıklarından ötürü ve desteklerinden ötürü övgüyü hak ettiklerini düşünüyorum. Genel olarak cezaevlerinin durumu iyiydi. Ama nihayetinde Suriye’deki bir hapishaneden bahsediyoruz. İncelemelerimiz sırasında ciddi bir soruna rastlamadık. Tutuklular iyi muamele gördüklerini söylediler. Kendilerine yeterince yemek verildiğini ve herhangi bir şiddete maruz kalmadıklarını belirttiler. Fakat daha önce tutuklanıp, bırakılan insanlarla görüşmelerimiz sırasında insanların tutuklanırken şiddete maruz kaldıklarını öğrendik. Tabii ki bu yöntem, yani şiddet yöntemiyle suçu itiraf ettirme Suriye’de yaygın bir yöntem ve o bölgeye özgü bir şey değil. Tabii henüz profesyonel bir polis teşkilatının olmamasının bunda etkili olduğunun farkındayım ve onlardan olay yeri inceleme ve forenzik laboratuvarları vb. sahip olmalarını da beklemiyorum.
Ama sonuçta bu yaptıkları illegal. Sorgu sırasında dayak atma “Sosyal Sözleşme”ye, Suriye yasalarına ve de uluslararası standartlara aykırı. Ancak bu tür şeyler oluyor ve biz bu sorunu onlarla konuştuk. Yetkililere direk olarak bu sorunu aktardık ve kendileri de inkâr etmediler zaten. Şu an bir geçiş döneminde olduklarını ve bu tür sorunları aşıp, ortadan kaldıracaklarını söylediler. Tamam, kendilerine hak veriyorum ama bu bir mazeret değil ve biz bu konuda baskı yapıp, düzelmeleri için onları zorlayacağız.
Üzerinde durduğumuz bir diğer mesele de çocuk asker kullanımıydı. Her şeyden önce hem YPG hem de Asayiş (polis) yönetmeliklerinde 18 yaşından küçük çocukların askere alınmaları yasaklıyor.
Bir kaç ay önce Cenevre Konvansiyonu’na imza atmamışlar mıydı?
Hayır. Ancak birkaç şey var. Birincisi, PKK bir yıl önce “Cenevre Çağrısı’”adi verilen kurumla beraber çocuk savaşçı bulundurmayacaklarına dahil açık bir beyanda bulunmuş ve sözleşmeye imza atmıştı. YPG simdi ayni şeyi yapmak için “Cenevre Çağrısı’” ile görüşme halinde. Buna ilaveten, YPG 2013 Aralık ayında bütün üyelerine bir talimat göndererek 18 yaş altı savaşçı alımını yasakladığını bildirdi. Bunların hepsi elbette ki çok olumlu ve memnuniyet verici şeyler. Ancak sorunun halen sürdüğünü de belgelendirdik. Durumun daha iyiye gittiğine inanıyorum ve çocuk savaşçı bulundurmayı sonlandırdıklarını düşünüyorum. Örneğin artık kontrol noktalarında çocuk savaşçılar görmüyorsunuz. Daha önceleri bu kontrol noktalarında 12 yaşında çocuklara bile rastlamak mümkündü. O talimattan sonra bu tür durumların kalmadığını düşünüyoruz ama yine de 16, 17 yaşında çocukların kullanıldığına dair belgeler de mevcut elimizde.
18 yaşından küçük savaşçı bulundurma ile ilgili nasıl bir açıklama getiriyorlar?
Bu çocukların gönüllü olarak katıldıklarını söylüyorlar. Bu çocuklar davalarına katkı sunmak istiyorlar ve eve gitmelerini söylesek de gitmiyorlar diyorlar. Aslında bu söyledikleri doğru. Çocukların birisinin annesi ile konuştuk. Annesi çocuğunu gidip geri getirdiğini, ancak çocuğun tekrar evden kaçıp tekrar katılmış. Çünkü çocuk 17 yaşında olduğunu söylüyormuş ve hareketin pir parçası olmak istiyormuş. Olabilir. Ancak o çocuğun gidip katıldığı grubun komutanı çocuğu kabul etmemeli. 18 altı kimseleri kabul etmemelerine dair emir aldıklarını söylemesi gerekir. Bu çocuklar siyasal çalışmalarda yer alabilirler, medya alanında çalışabilirler, insani projelerde katkı sunabilirler. Ancak 18 yaşının altında herhangi düşmanca bir aktivitenin içinde yer alamazlar. Bu halen bir şekilde problem olmaya devam ediyor. Onların bunu aşabileceğine inanıyoruz çünkü çok iyi organize olmuş bir hareketleri var ve bu sorunu isterlerse kolayca bitirebilirler. Bunu yapmaları gerektiğini düşünüyoruz.
Başka ne tür sorunlar dikkatinizi çekti?
Gözlemlediğimiz iki şey daha vardı. Birincisi terörist grupların, İslamcı grupların saldırıları. Abdülkerim Ömer adlı yerel bir memurun yara almadan kurtulduğu ancak orada bulunan başka birinin hayatını kaybettiği bombalı yüklü araçla bir saldırı vardı. Hayatını kaybeden şahsın ailesi ile tanıştık. Beş çocuk babasıydı ve yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuştu. Çok açık ki bu İslamcı gruplar ve terörist gruplar ciddi insan hakları ihlallerinde bulunuyorlar.
İkinci husus ise sınır ihlalleriydi. Yarubiya Sınır Kapısı’nı gördüm. Görünüşe göre geçen hafta Irak ile sınırların açılması konusunda bir anlaşmaya varıldı ki bu çok iyi bir haber . Irak’taki güvenlik meselelerinden ötürü bunun ne kadar hayata geçeceğini tam olarak bilemiyoruz ama göreceğiz. Bu tabi ki olumlu bir durum, ancak insani yardımlar üzerinde nasıl bir etkisinin olacağını göreceğiz. Ve tabi ki, Türkiye ’nin sınırlarını kapalı tuttuğunu biliyoruz. İlginçtir, Türkiye’nin Dirbesiye (Şenyurt) Sınır Kapısı’nı ayda bir açtığını duyduk. Son olarak 5 Şubat’ta bunu yapmışlar ve sınırın öte yakasındaki Kürtler topladıkları yardımları her ay bu kapıdan Rojava’ya gönderiyorlar. Ancak siz de kabul edersiniz ki bu kesinlikle yetersiz.
İnsan Hakları İzleme Örgütü olarak Türkiye Hükümeti’ne sınırı daha sıklıkla açması konusunda bir talebiniz oldu mu?
Tabii ki oldu. Bu işin politik boyutunu anlıyoruz. Ancak sorun şu ki politik tutumlar insanların acı çekmelerine yol açıyor. Sınırlar bu tür insani yardımlar için açılmalı çünkü insanların bu yardımlara ihtiyacı var. İnsanlar açlıktan ölmeseler bile burada çok hayati yiyecek ve ilaç sıkıntısı yaşanıyor. Örneğin, bebek sütü, mama bu ihtiyaçlardan bazıları. Eğer kronik bir hastalığınız, şeker hastalığı mesela, varsa gerçekten başınız dertte demektir. Bu temel ilaçları bulmak çok güç ve Türkiye bunda pay sahibi olmakla suçlanıyor.
Ben geçen Ekim ayında Rojava’daydım ve anlattıklarınıza ben de tanık oldum. Demek ki, oradaki insanlar halen bu sorunları yaşıyorlar?
Evet. Kesinlikle. Ayrıca Fişhabur (Sêmelka) Sınır Kapısı’nda da çok tuhaf bir durum var. Açıkçası Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) bu yardımların rahatça geçmesi için daha fazla şey yapabileceğini düşünüyorum. Aynı zamanda bütün bunların çok karmaşık ve kirli politikaların sonucu olduğunu biliyorum. İnsanların bu kadar ihtiyaç duydukları halde gerekli yardımları alamamaları gerçekten utanç verici. Ayrıca, iki yakayı birbirine bağlayan köprünün de zarar verilerek kullanılmaz hale getirildiğini öğrendik. Aslında KRG daha fazla şey yapabilir. Daha fazla yardımın geçişine izin verebilir. Bazı yardımların geçişine izin veriliyor, yani tamamen kapalı değil ancak yetersiz.
KBY’ye de benzeri şekilde daha fazla yardımcı olması noktasında bir çağrınız oldu mu?
Kesinlikle. Bunu zaten söyledik ve ben bazı röportajlarımda da dile getirdim. Bizce Türkiye ve KYB hükümetleri siyaseti bir kenara bırakıp, insanlara yardımcı olmalılar. Sınırları kapatmak var olan durumu daha da kötüleştiriyor.
Bunların dışında insan hakları ile ilgili olması hasebiyle tutukluların hakları ve tutuklama süreci üzerinde yoğunlaşıyoruz. Çok açık olarak gördük ki, tutuklanan kişiler yakalanmaları esnasında avukat edinme şansından mahrum bırakılmışlar. Her zaman hakim karşısına çıkarılmalar da olmamış.
Peki yeterli sayıda avukat var mı?
Bu sorunuzun cevabını bilemiyorum. Ancak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki cezaevindeki birçok tutuklunun avukatı olmamış ve buna ödeyecek paraları olmayanlar dahil. Devlet yahut yetkililer bu davalara avukat sağlamalı ancak bu gerçekleşmiyor. Birçok kimse resmi olarak hüküm giymemiş. Onlar bir tür sosyal arabuluculuk sistemi kurmuşlar. Örneğin ben sizi bana ait bir şeyi çalmakla suçlayabilirim ve bu durumda yetkililer aramızda arabulucu olurlar. Bunun sonucunda bir anlaşmaya varabiliriz. Sen çaldığını bana geri verir ve üstüne biraz da para verirsin veya ben seni affedebilirim. Biz bu tür prensiplerin karşısında değiliz. Bu tarz geleneksel ve uzun yıllardır yapıla gelen sorun çözme yöntemlerini memnuniyetle karşılayabiliriz. Ancak bu tür geçici çözümler beraberinde bazı sorunlar da getiriyor. Aile içi şiddet konusunda ne yapabileceksiniz mesela? Bir kadının kocasını şikayet etmesi çok zor ve aile içi arabuluculuk daha da zor. Yani bu yöntem sorunların çözümü noktasında her zaman doğru bir yöntem değil. Bu aynı zamanda bana seni keyfi olarak suçlama sansı verir. Belki seni sevmediğim için haksız yere suçlayabilirim seni! Bu yüzden açık ve anlaşılır olmayan kanunlar karmaşaya ve karışıklığa yol açar ki bence durum biraz da bu.
Genel olarak kadınların durumu nasıldı? Nasıl bir gözleminiz oldu?
Fred Abrahams: Bu soruya verilebilecek en açık cevap tabi ki kadın savaşçılar olgusu ve TEV DEM’in vurgu yaptığı ve uygulamaya çalıştığı cinsel eşitlik projesi. Açıkçası bu çok hoşnut edici ve ferahlatıcı bir konsept ve bölgedeki diğer alanlarda veya devletlerde görülmeyen bir proje. Sanırım bu yansıtıldığı kadar derin bir proje değil. Bir başka deyişle; evet bir kadın ve bir erkekten oluşan eşbaşkanlık sistemi hakim ve kurumlarda kadın kotası yüzde 40 olarak belirlenmiş. Ancak halen karar verici otorite erkek egemen. Ben bir gelişmenin ve ilerlemenin olduğunu inkâr etmiyorum sadece söyledikleri kadar bir kadın erkek eşitliğinin sağlandığını düşünmüyorum.
Genel anlamda kadın hakları meselesine gelince; korkarım bu konuyu irdeleyecek kadar zamanımız olmadı orda. Yani aile içi şiddet, ya da cinsel şiddet gibi konulara eğilecek kadar uzun kalamadık. Dediğim gibi ziyaretimiz beş günlük bir ziyaretti.
Rojava’daki diğer azınlıkların durumu nasıl peki?
Gerçekten güzel bir soru ve bu da bir sonraki gezimiz için belirlemiş olduğumuz bir konu başlığı. Kısaca belirtmek gerekirse, bizim oradaki diğer azınlıkları veya cemaatleri ziyaret etmeye veya durumlarını irdelemeye yeterli zamanımız olmadı. Ancak bunu kesinlikle yapmayı düşünüyoruz. Öte yandan oradaki oluşum diğer grupları ve partileri de yönetime dahil ederek çoğulculuk anlamında güçlü bir irade ortaya koyuyor ve bu açıkçası çok memnuniyet verici. Ancak, biz yine de PYD’nin hakim bir güç olduğu kanaatindeyiz ancak hepsinin üstünde biz PYD’nin bir silahlı muhalif gerilla grubu olmaktan çıkıp bir sistem oluşturan ve yapısal olarak bir yönetici hükümete dönüşümün önemine vurgu yapıyoruz. Bu yeni sistemde herkesin temsil edilmesinin gereğini belirtiyoruz. Tabii bunun zaman alacağının bilincindeyiz.
Bu bahsettiğiniz geçiş surecinde Rojava’daki yönetime yol gösterecek veya onları eğitebilecek kurumlar var mı? Oradaki yapı böylesi bir şeye açık mı?
Ben bu tarz bir çalışma yapan sadece bir grup biliyorum; Kürt Legal Araştırmalar ve Danışmanlık Merkezi (YASA). Kürt avukatlardan oluşan Avrupa merkezli bir organizasyon ve çeşitli konularda legal eğitimler veriyorlar. Anladığım kadarıyla Rojava’daki bu yapı böylesi bir çalışmaya açık ve kendilerini daha fazla geliştirmeyi istiyorlar. Ancak tekrar vurgulamak gerekirse asıl sorun ve beklenti PYD ve YPG’nin bir rahatlık, tolerans ve işbirliği ortamı sağlayıp diğer düşünce ve partilere çalışma alanı verip vermeyecekleri meselesidir. Tabi ki, biz şiddet içermeyen anlayışlara çalışma ortamı sağlanmasından bahsediyoruz ve yukarıda değindiğim hususlar bizce önem arz eden meselelerdir.
Amude olaylarını da incelediğinizi duydum. Doğru mu bu?
Evet doğru. Biz ayrıca Amude’yi de ziyaret ettik ve halen delilleri inceleme aşamasındayız. Aşırı güç kullanımına dair kaygılarımız mevcut, ancak savaşçılara karşı şiddet kullanılıp kullanılmadığından emin olmak için araştırmalarımızı devam ettirmek zorundayız. Asayiş yetkilileri bir savaşçılarının hayatını kaybettiğini söylüyorlar. Diğer tarafın iddiası ise bu kişinin protestolar sırasında değil, Haseke’deki çatışmada hayatını kaybettiğiydi. Sonuçta bunlar sadece iddialar ve bizler araştırmalarımız neticesinde bir sonuca varabileceğiz. Ancak sunu söyleyeyim ki bunun takipçisiyiz ve bu konudaki görüşümüzü bildireceğiz.
Ziyaretiniz Rojava’da demokratik özerklik ilan edilen bir döneme denk geldi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
PYD’nin bu yönetimde güçlü bir rol oynadığını düşünüyorum. Sanırım bunu kimse inkar edemez ve onların bunu inkar edeceğini düşünmüyorum. Yine ana temamıza dönecek olursak bu yapı gerçekten bir yönetime mi dönüşüyor yoksa bir hükümranlık aygıtı mı oluyor? Bu ikisi ayrı şeyler. PYD kuskusuz alandaki en güçlü yapı ve hükümet oluşumunda en güçlü etkiye sahipler.
Son olarak Esad güçlerinin Kamişlo ve çevresindeki yerleşim birimlerindeki varlığı ile ilgili durum nedir? Kamişlo’da bazı giriş ve çıkışların kontrol edildiğini biliyorum. Esad güçlerinin Kürt şehirlerindeki durumunu nasıl gördünüz?
Esad güçleri esas olarak Kamislo’da üç yerde bulunuyor. Birincisi ‘Güvenlik Meydanı’ adı verilen merkez mahallede. Sanırım bu bazı Arap mahallelerini de kapsıyor. İkincisi, Türkiye ile olan sınır kapısı, üçüncüsü de havaalanında. Bir kaç hafta önce Birleşmiş Milletler Dünya Yiyecek Programı bu havaalanı üzerinden insani yardım malzemeleri göndermişti. Yerel yetkililerin bize anlattığına göre, bir gram tahıl ya da pirincin bile Kurt bölgelerine ulaşmamış! Bu yardımlar büyük bir ihtimalle hükümetin denetimindeki bölgelere dağıtıldılar çünkü Kürt Bölgeleri’ne ulaştırılmadığı kesin. Öte yandan Esad güçleri ile Asayiş arasında bir çatışmasızlık anlaşması söz konusu. Sokakta birbirleriyle karşılaşıyorlar ancak iki taraf da çatışmadan kaçınıyor. Her iki kesimde de karşılıklı bir tolerans var ve birbirlerinin varlığına göz yumma konusunda anlaşmış gibiler.
Böyle bir anlaşmanın nedeni ne sizce?
Bana göre su anda birbirleriyle çatışmaları her iki tarafın da çıkarına değil. Böyle bir çatışma ancak iki tarafın ortak düşmanlarının işine yarar. İsim vermek gerekirse İslamcı güçlerin işine yarar. Bu yüzden karşılıklı bir çatışmasızlık anlayışı ve tolerans hakim. Ancak bunun böyle ne kadar devam edeceğini kestirmek güç. Sanırım ortak düşmanları var oldukça ya da siyasi dinamikler değişmedikçe bu durum böyle devam edecek ancak ondan sonra ne olur kestirmek zor. Bu bir soru işareti olarak duruyor.
Biliyorum son soru demiştim ama kısaca İslamcı Cihatçılarından da bahsedebilir misiniz? Onların da karıştığı insan hakları ihlalleri veya savaş suçları tespit ettiniz mi?
Evet. Hem de ilk sırada bu gruplar geliyor. Çünkü onlar ayrımsız bir şiddet uyguluyorlar ve bu çoğu zaman sivillerin ölümüne yol açıyor. Tabii bir de geçmişte sıkça rastlanan sivillerin kaçırılması sorunu vardı ve halen yer yer devam etmekte. Öte yandan ele gecen savaşçılara uygulanan kötü muamele durumu var. Geçenlerde Afrin’de ele geçirilen YPG’li savaşçıların kafalarının kesildiğine dair korkunç haberler gördümi. Bu aşırı bir şiddet ve bir savaş suçu örneği. Savaş esirlerine insanca muamele etmek zorundasınız.
Son olarak Resulayn (Serekaniye) ziyaret edemedik ama orada insanlar hastanelerin yağmalanmasından şikâyet ediyorlar. İslamcı güçler kasabaya hakimken hastanelerdeki medikal gereçleri çalıp götürmüşler. Bu tabi ki ciddi bir ihlal. Orası sivil bir hastaneydi ve insanlar o gereçleri çok güçlükle dışarıdan temin ediyorlardı.
http://www.radikal.com.tr/dunya/hrwye_gore_rojavanin_basarilari_ve_acmazlari-1179955
Like this:
Like Loading...