Category Archives: Yezidis
DAİŞ’in karıştırılan Kardaşları
Kürt kaynakları, DAİŞ’in Irak’ta yakalandığı söylenen yeni lideri hakkındaki haberlere itibar etmiyor. Kürt gazeteci Bêrîtan Sarya, DAİŞ’in yeni liderinin Türkiye’de olduğunu, işi bittiği takdirde Türk devletinin onu gözden çıkartabileceğini söyledi.
DAİŞ çetesinin lideri Ebubekir El Bağdadi’nin 27 Ekim’de Türkiye sınırında bir köyde öldürülmesinin ardından yerine geçen Abdulnasır Kardaş’ın (Qardaş) Irak’ta yakalandı belirtilse de, bu konuda bir belirsizlik hakim.
Kürt kaynakları gerçek adının Muhammed Abdulrahman El Mewla El Selbi olduğu belirtilen Çetebaşı Abdulnasır Kardaş’ın yakalandığına ilişkin haberlerin doğru olmadığını, yakalandığı söylenen kişinin, Bahoz’da Suriye Demokratik Güçleri’nin (QSD) düzenlediği operasyonda yakalanan ve Irak’a teslim edilen kişi olduğu belirtiliyor. Abdulnasır Kardaş, DAİŞ içinde Abdullah Kardaş ya da Hacı Abdullah Olarak da biliniyor.
Suriye ve Rojava’daki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Bêrîtan Sarya, geçtiğimiz aylarda Kuzey Suriye’de tutuklu bulunan başka bir DAİŞ’li ile yaptığı söyleşide Abdulnasır Kardaş’ın Türkiye’de MİT denetiminde olduğu bilgisini geçmişti.
ANF’nin haberleri doğrulandı
DAİŞ’in yeni liderinin yakalandığına ilişkin haberler Sky News Arabia tarafından ortaya atıldı. Söz konusu bilgi, daha sonra Irak haber ajansı ve devlet televizyonu tarafından da doğrulandı. Ancak yetkililer, henüz bir açıklamada bulunmadı.
Geçtiğimiz Ocak ayında Irak istihbarat servislerinin sorumluları, The Guardian gazetesine verdikleri bilgilerde DAİŞ çetelerinin yeni şefinin Abdulnasır Kardaş olduğunu doğrulamıştı. Aynı yetkililer, çetebaşının gerçek isminin Emir Muhammed Abdulrahman El Mewla El Selbi olduğunu belirtmişlerdi.
The Guardian gazetesinden önce ANF, DAİŞ çetelerinin yeni elebaşısının Qardaş olduğunu ortaya çıkarmıştı. ANF’den gazeteci Bêrîtan Sarya’nın ortaya çıkardığı bu bilgi, daha sonra batılı medya ve istihbarat servislerince de doğrulanmıştı.
DAİŞ’in başı Ankara’da
Bêrîtan Sarya’nın Kuzey Suriye’de tutuklu DAİŞ Türk çete Taner Sabri Görenoğlu ile görüşmesi 22 Ocak 2020’de ANF’de yayınlanmıştı. Söyleşide Görenoğlu, DAİŞ içinde Abdulnasır Kardaş’ın (Hacı Abdullah, Abdullah Kardaş) yakın adamlarından biri olduğunu belirtiyor, Kardaş’ın Türkiye ve Erdoğan’a övgüler düzdüğünü ifade ediyordu. Bêrîtan Sarya’nın 13 Şubat 2020 tarihli ANF’de çıkan bir başka haberinde de yeni DAİŞ liderinin, Ankara ve Antep’te MİT denetimindeki DAİŞ’i yeniden örgütlediği, Irak’ta yeni bir cepheye açmaya hazırlandığı vurgulanıyordu. Haberde Kardaş’ın 2017’de İdlib’e, oradan da Türkiye’ye geçtiği bilgisi yer almıştı. Haberde, çete lideri ve Türkiye’deki faaliyetleri konusunda çok sayıda ayrıntıyı da bulmak mümkün.
QSD teslim etti
Bêrîtan Sarya, dün ise Irak’ta yakalandığı söylenen kişinin DAİŞ lideri Abdulnasır Kardaş ile bir ilgisinin olmadığını, Irak’ta yakalanan kişinin, QSD güçlerinin Bahoz operasyonunda yakalayıp, Iraklı yetkililere teslim ettiği kişi olduğunu kişisel twitter hesabından yayınladı.
Gazeteci Sarya’nın bir kaç twittinde şu ifadeler yer aldı: “Hacı Abdulnasır, yani Taha Abdurrahim Abdullah. Bağdadi’nin yakın adamlarındandı. 2017 yılında Lijne Muvafa’da genel emiriydi. 2019’da Bahoz’da SDG (QSD-Suriye Demokrati Güçleri) tarafından yakalandı. Daha önce haberini yapmıştım. Hacı Abdulnasır kod adlı DAİŞ üst yönetiminde yer alan Taha Abdürrahim Abdullah, 2019 Mart ayında SDG tarafından Bahoz’da yakalandı. Geçtiğimiz günlerde SDG tarafından Irak’a teslim edildi. Hacı Abdulnasır’la Rojava’da yaptığım görüntülü röportajların bir bölümünü yayınlayacağız. Taha Abdurrahim Abdullah’ın (Hacı Abdulnasır) soyadı Kardaş değil ve DAİŞ’in yeni Halifesi Abdullah Kardaş’la herhangi bir akrabalık bağı yok. Hacı Abdulnasır, DAİŞ’in en üst yönetim organı Lijne Mufavada’nın genel emirliğini yapmış Tilaferli bir Türkmen.
Bir süredir twitterda “DAİŞ’in yeni halifesi Abdullah Kardaş’ın yakalandığına dair haberler yapılıyor. Önce Derêzor, sonra Irak’ta yakalandı denildi. DAİŞ’in yeni lideri Emir Muhammed Abdurrahman El Mevla El Selbi (Abdullah Kardaş) Türkiye’de MİT denetiminde DAİŞ’i yeniden örgütlüyor. DAİŞ’in yeni liderinin yakalanacağını düşünmüyorum. Ama Türkiye’nin onunla işi bitirse öldürür ya da başka bir yerde (İdlib, Irak) Koalisyon’a öldürtür. Ölüm haberini servis ederler. Tıpkı Bağdadi olayındaki gibi. Ama Selbi, Türkiye’ye Bağdadi’den çok daha yakın. O yüzden daha zamanı var.”
Amerika’da yaşayan Kürt gazeteci Mutlu Çiviroğlu da Twitter hesabında Abdulnasır Kardaş’ın geçen yıl Bahoz’da yakalanıp Irak’a teslim edilen kişi olduğunu ayrıca bu kişinin DAİŞ lideri gibi bir sıfatının olmadığını belirtti.
HABER MERKEZİ
Kürt sancısı
Somut tabloya baktığımızda durum çok korkunç. Ben uzun zamandır etnik temizliğin bu kadar konuşulduğunu hatırlamıyorum. İsrail-Filistin meselesinde konuşuldu bu bağlam en son, şu an bunun bir ‘çözüm’ olarak hem ABD hem Türkiye liderleri tarafından açıkça konuşuluyor olması zaten yeterince korkunç.
ZABEL MİRKAN
Dr. Yektan Türkyılmaz, soykırım ve toplu şiddet çalışmalarında Türkiye’de akla gelen ilk isimlerden biri. Söyleşimizin ikinci bölümünde Türkyılmaz, soykırım ve etnik temizlik üzerine konuştuk. ‘’Uzun zamandır etnik temizliğin bu kadar konuşulduğunu hatırlamıyorum’’ diyen Türkyılmaz, Türkiye’de soykırım tehdidinin hiçbir zaman ortadan kalkmadığını belirtti ve ekledi: ‘’Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bunu sorundan ziyade işe yarayan ve kriz anında gerçek veyahut da hayali düşmanlara karşı başarıyla kullanılmış ve bir daha kullanılmasında bir sakınca olmayan bir edavat gibi tutuyor çantasında.’’
Savaşın 3. gününde AB-ABD eksenli somut bir adım göremeyen QSD’nin Şam ve Rusya ile hızlı bir diyalog geliştirmesi bu duruma hazırlıklı olunduğunu mu gösteriyor?
Bence tersini gösteriyor. Özellikle QSD’nin Amerika’nın çekileceğine dair bir beklentisi olmadığını anlıyorum. Yani ABD güçleri çekildiğinde ne yapılacağına ilişkin bir A, B planı da yoktu bence. Dolayısıyla aciliyet üzerine yapıldı bu hamleler. Bir öngörü yoktu. Bunun böyle olduğunu üç gün sonra da ABD’nin araya girmesi vasıtasıyla da gördük. Madem siz Şam’la anlaştınız, o doğrultuda ilerlersiniz; ama öyle olmadı. Bu işin birinci kısmı. İkinci kısma gelince: ABD’nin QSD ve YPG’yle yakınlaşmasına bakarsak, bu kadar önemli bir güç haline gelmelerinin koşullarını Türkiye Cumhuriyeti hazırladı. Davutoğlu hazırladı, Tayyip Erdoğan devam ettirdi. Bütün NATO üyesi ülkeler için öncelik IŞİD olarak belirlenirken, Türkiye bu önceliğini Esad’a verdi. Hâl böyle olunca, Ankara IŞİD’i Esad karşıtı mücadelenin ister zımni deyin, ister de facto deyin, ister fiili deyin ortağı olarak gördü. Ayrıca İŞİD’in Türkiye’nin ‘doğal’ düşman gördüğü grupları da hedef aldığını unutmayalım. Bu sebeplerle Türkiye Cumhuriyeti ne zaman ki IŞİD’e karşı global koalisyon kuruldu, bunun olmaması için elinden ne geliyorsa yaptı. Tel Abyad, Resulayn gibi bölgelerin IŞİD’in lojistik damarı olduğu biliniyordu. ABD temsilcileri ısrarla Ankara’dan buraları kapatması talebinde bulunuyor, yapılmıyor. İŞİD karşıtı mücadeleye aktif katılımı istendiğinde imkansız şartlar koşuyor. Peki Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaşıyoruz dediği nedir? Ne zaman anlıyorlar ki QSD-YPG Efrîn’de kantonları bağlayacak noktaya gelir, Türkiye Cumhuriyeti’nin IŞİD’le ‘savaşı’ başlar.
Burada ortaya çıkan çok atipik bir tablo. Bir NATO gücü, yanınızdaki NATO devletiyle değil devletsiz bir silahlı güçle işbirliği yapıyor. ABD bunu isteyerek, can-ı gönülden yapmıyor; mecburiyetten yapıyor. Çünkü alanda IŞİD’e karşı savaşan bir güç yok, stratejik ortağı ise bunu kendi çıkarları doğrultusunda görmüyor. Bu siyaseti YPG çok iyi değerlendirdi. ABD bu durumdan çok memnun olmasa da, YPG alanda o kadar efektifti ki bundan vazgeçemediler. Minbiç’te vazgeçmeye çalıştılar, baktılar olmuyor YPG’yle yollarına devam ettiler. Kısacası, bu ilişkinin koşullarını Türkiye yarattı, YPG de muazzam bir şekilde değerlendirdi.
Şunun altını çizmek istiyorum; ABD için YPG siyasi bir ittifak değildi; askeri bir ittifaktı. Stratejik bir ortaklık da sözkonusu değildi; konu ve hedef odaklı bir ortaklıktı söz konusu olan. Zaman içerisinde başka ihtimaller ortaya çıktı; ama ittifakın özü değişmedi. Kürt tarafının bunu iyi anlaması lazım. Bunlar olurken ABD yönetimi için stratejik ortak hâlâ Türkiye’ydi. ABD’nin YPG-QSD’yle askeri işbirliği hiçbir zaman siyasi işbirliğine dönmemiştir ve tam tersine ABD bu konuda her zaman çok kararlı biçimde otonom yönetimin siyasi açılımlarına engel olmuştur.
Kürtlerin cephesinden baktığımızda da anladığım kadarıyla QSD, ABD’yle ittifak düşünürken siyasi kanattakiler daha başka ittifakları da değerlendiriyor. Siyasi kanat Suriye’nin birliğine inanıyor ve bu işin Esad’la olmasına yekten karşı değil; ama ABD’nin askeri planı ve ülkeye ilişkin siyasi öngörüsü Esad’sız. SDK’den gelen seslere bakarsanız İlham Ehmed, Aldar Xelil, Salih Müslim; Mazlum Abdî ve Polat Can’dan daha başka yerden bakıyorlar meseleye. İlham Ehmed Foreign Policy dergisindeki röportajda söylüyor örneğin: Şam’la görüşmeye çalıştığımız zaman ABD geri çekilmekle tehdit etti. Bu önemli çünkü ABD’nin Kürtlerin siyasi bir proje geliştirmelerine engel olmaya çalıştıkları ortada. Uluslararası birçok toplantı yapıldı Suriye’nin geleceğiyle ilgili, ABD Kürtlerin temsiliyeti konusunda ne istekli ne de ısrarcı oldu. Tam tersine; buna ABD’nin kendi içinde yapılan toplantılar da dahil. Buna Obama ve Trump yönetimi ve şu anki durum da dahil. Nihayetinde evet QSD büyük bir güç oldu; ama diplomatik, siyasal alanda büyük bir güce dönüşemedi.
ABD bir yandan da sınırdaki ağır silahların kaldırılmasını istedi?
Bu zaten akla ziyan bir durum. Amerika’daki durum Türkiye’dekine çok benziyor. Suriye temsilcisi Jeffrey konuşmalardan haberi olmadığını söylüyor. Pentagon’un nasıl bir planı olduğuyla State Department’ın ne yaptığı, Trump’ın nihai kararları arasında uçurum var. Biri sürekli QSD’nin kıymetinin altını çiziyor, biri Türkiye’yi koruyan bir yerden konuşuyor. Bir diğeri ise Türkiye’yi tamamen hedef tahtasına koymuş tonda…
Bu süreçte demokrat dünya kamuoyunda Kürtlere yönelik bir soykırım tehdidi olduğu pek çok insan ve hatta devlet yetkilileri tarafından deklare edildi. Siz bu tehlikeyi ne boyutta görüyorsunuz?
İlk evvela “soykırım” kelimesini özenli kullanmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bunun etik sorunları kadar umduğunuz tersi siyasal sonuçlara yol açma ihtimali var. Biraz kanıksayıcı bir hâl de yaratıyor bu tür kavramların sık kullanımı ve baktığınızda “etnik temizlik” kavramı yeteri kadar korkunç bir şey zaten. Sanmayalım ki pogrom daha az kötü, soykırım daha kötü ve iki ayrı şeyler. Bunlar zaten relatif kavramlar. Birbirinden kopamazlar. Soykırım pogramlar içerir ve zaten etnik temizliktir. Meselenin etik kısmına gelince, bugüne kadarki soykırım örneklerini, Kürtlerin uğradığı Dersim de dahil, ucuzlatıcı tavırlara girmemek gerekiyor. Siyasal boyutta ise, siz soykırım dediğinizde insanlar mobilize olmuyorlar; çoğu zaman paralize oluyorlar. Madun grup adına siyaset yapanlar bu mefhumu kullandıklarında ne yapacaklarını da söylemek durumundalar. Bir de tabii ki soykırım dediğinizde siyasi tercihlerinizdeki doğrular ve yanlışlar da görünmez kılınıyor. Başka ihtimaller neydi diye kimse soramaz siz böyle dediğinizde.
Somut tabloya baktığımızda ise durum çok korkunç. Ben uzun zamandır etnik temizliğin bu kadar konuşulduğunu hatırlamıyorum. İsrail-Filistin meselesinde konuşuldu bu bağlam en son, şu an bunun bir ‘çözüm’ olarak hem ABD hem Türkiye liderleri tarafından açıkça konuşuluyor olması zaten yeterince korkunç. Soykırım ihmaline gelirsek de, 2016’da Cizre sonrası ilgili bir yazı yazmıştım Evrensel’de. Kabaca şunu söylüyordum orada, Türkiye’de bu tehdit hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bunu sorundan ziyade işe yarayan ve kriz anında gerçek veyahut da hayali düşmanlara karşı başarıyla kullanılmış ve bir daha kullanılmasında bir sakınca olmayan bir edavat gibi tutuyor çantasında. Özellikle Suriye krizinin ve Kürt meselesinin geldiği noktaya baktığımızda kırmızı alarm çalıyor. Bölgesel duruma soykırım demeyeyim ama zaten benzeri felaketleri üretebileceğini sürekli gösterdiler bize. Êzîdîlere ne oldu örneğin? Ve felaketler unutmayalım ki bulaşıcıdır, sınırları çok kolay aşar. Şengal dediğimiz yerin bir tarafı Suriye sınırı, bir tarafı Türkiye. Özellikle bu savaş esnasında sivillerin maruz kaldığı işkenceler ve etnik temizlik konusundaki programatik ve aşkâre çaba çok tehlikeli. Kürtler şurada yaşayabilir, Araplar şurada yaşayabilir söylemleri akla ziyan, kan dondurucu söylemler.
Türkiye’nin işgali Şam’ın elini Kürtlere karşı güçlendirdi gibi görülüyor. Bunun olası sonuçları nedir, Kürtlerin Suriye’de 2011’den önceki duruma gelmeleri söz konusu mu?
Evet; ama bir yandan da şu ortaya çıktı. Bu gibi anlarda maksimalist düşünen aktörler hem kendilerinin hem de başkalarının başına felaket getirmeye en meyilli aktörlerdir. Kazanç-kayıp hesabı için özellikle Kürtler için çok erken. Şu an ABD ve Avrupa genelinde yaşanan büyük bir sancı var ve bu aslında “Kürt sancısı”. Kürtlerin siyasi aktör olarak bugüne kadar dışlanması nedeniyle artık bu ülkelerin başkentlerinde büyük sancı yaşanıyor. Ayrıca, el güçlenmesinden ziyade önemli olan bu aktörün ayakta kalabilmesi. Şu an Kürtlerin ve Türkiye’nin temel sorunu ayakta kalma mücadelesi. Bu fırtına dindiği zaman kim ayakta kalacak? Güçlerinin bütünlüğünü koruyarak bu kasırgadan çıkma çabası kıymetli. Ayakta kaldığınız zaman rüzgâr daha çok değiştirecek yönünü.
Şam kısmında da Kürtlerin yapabileceği çok fazla bir şey yoktu, ABD bunu direkt bloke etti çünkü. Bugün anlaşma yaparsanız üç yıl öncesine göre tabii eliniz daha zayıf; ama 2011 öncesine dönmeyi kimse artık rüyasında bile göremez. Kürt Hareketi için böyle bir geriye gidiş mümkün değil artık…
Mutlu Civiroğlu Kürt yetkililerle yaptığı görüşmelerde Şam rejiminin hâlâ tekçi bir yapıyı savunduğunu, en azından o mantıkla işleri yürütmeye çalıştığını söylüyordu. Şam ve Rusya, ABD’yle kıyaslandığında nasıl müttefikler oldu Kürtler için? Ya da daha doğrusu, oldular mı?
Kürt dememeye çalışıyorum çünkü QSD’nin yüzde 40’tan fazlası Kürt olmayan unsurlar. Şam masaya öyle oturacaktır muhtemelen. Şam bunda ısrar ederse çözümsüzlükte ısrar edeceği manasına geliyor bu durum ki Rusya bile bu yönde konuşmuyor. Almanya’nın bir çıkışı vardı örneğin, güvenli bölgenin çok uluslu olmasına dair. Ve baktığınızda Avrupa Suriye konusunda pişmanlık yaşıyor gibi görünüyor ve daha çok dahil olmak istiyor. Onlar başından itibaren Esad’lı çözüme kategorik olarak karşı çıktılar ama gelinen noktada bir gerçeklik var. Esad’ın da bu çözümsüzlükten yana kalması teritoryal bütünlük iddiasını oldukça zora düşürecek bir konum. Şu an Kürtlere hiçbir statü vermeden çözüm, sadece Ankara’daki intiharcı maceracıların düşlerinden ibaret.
Son gelişmeler ışığında konuşacak olursak, Bağdadi’den sonra IŞİD sözcüsü de Cerablus’ta öldürüldü. Bu durum bize ne ifade ediyor? Bağdadi’nin Reyhanlı’da çekilmiş fotoğrafları da olduğu iddia ediliyor bir yandan…
Türkiye’de bu konuda “milli sessizlik” ilân edilmiş gibi gerçekten. Doğru düzgün kimse bir açıklama yapmadı ve aksine lafı geveledi. Cumhurbaşkanı tarafından İngilizce bir tweet atıldı, sanki olayın Türkiye için bir önemi yokmuş gibi. Onun dışında garip ifadeler geldi iktidara yakın kesimlerden. Başka dillere çevrildiğinde de insanın kanını dondurdan açıklamalar bunlar. “O ne kadar teröristse bu da o kadar terörist” gibi. Sükût ikrardan gelir sözünü unutmayalım. Burada bir sıkıntı var demek ki.
Şimdi bu sıkıntının ne olduğuna bakalım. Bir ülke düşünün, ‘ben teröre karşı mücadele için canımı vermeye hazırım’, ‘benim için hayat terörle mücadeleden ibaret’, ‘benim dünyaya gelmekteki en büyük hedefim terörle mücadele etmek’ diyor. Çok güzel. ‘Hatta o kadar rahatsızım ki terörden, 30 kilometreden yakın olduğu zaman uyuyamıyorum bile’ diyor. Gayet güzel. Bunun için de meşru bir güç kullanmak zorunda olduğunu söylüyor. Çok güzel. Peki ondan sonra ne oluyor? Kendi sınırına 5060 metrede, kendi gözlem noktasının dibinde, Türkiye denetimi altındaki topraklarda bir operasyon yapılıyor. Bu operasyonu NATO müttefiki bir ülke herkesi dahil ederek yapıyor; ama gelin görün ki Türkiye’ye kırmızı kart gösteriyor. Trump esas itibariyle sadece şunu söylüyor Türkiye’yle ilgili: “Bize sorun çıkartmadılar.” Operasyonu Pentagon yapıyor ve biz buraya TSK’dan habersiz QSD’yle ortak operasyon yaptık diyor. İşbirliğini geçin beraber operasyondan bahsediliyor, İŞİD sözcüsüne karşı Cerablus’taki operasyonda helikopterde QSD’lilerin olduğu bile iddia edildi. Bu operasyonda IŞİD kadar Türkiye de Pentagon’un hedefi, bunu görmemek mümkün değil. Türkiye’nin dahil edilmemesi ise Türkiye’nin güya terörizme karşı mücadeleyle hikâyeleştirmeye çalıştığı şeyin ne kadar berhava olduğunu gösteriyor. Bu anlatı, iflas etmiş bir anlatı ve dünya çapında bir karşılığı yok. Türkiye’nin IŞİD’le mücadele ettiğine diplomatik düzeyde inanacak kimse yok artık, aksine Türkiye’nin ne yaptığına dair eklenen daha fazla soru işareti mevcut.
9 Ekim’de gönderilen ama bizim bir hafta sonra haberimizin olduğu ve Türkiye devleti cumhurbaşkanına yönelik sert ifadelerin olduğu mektupta dahi Mazlum Abdî’nin adı geçiyordu. Abdî’nin hakkında kırmızı bülten çıkarılması isteniyor; ama bir yandan Twitter gibi güçlü bir sosyal medya kanalı onu tanıdığını gösteren “mavi tik” veriyor. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’nin terörle mücadele meselesinin ciddiye alınmadığının bir diğer göstergesi bu da. Dedik ya Türkiye küme düştü, düşünün artık Türkiye’nin Interpol raporlarını kimse ciddiye almıyor. ABD’nin davet ettiği bir ismi siz Interpol’e bildiriyorsunuz. Bu artık acziyetin ifadesi olabilir sadece. Sembolik durumu da gösteriyor tabii bu “mavi tik” olayı. Türkiye bu operasyonla eğer Kürt Hareketini marjinalize etmeyi umuyorduysa olan tam tersi oldu ve aslında olan Türkiye’ye oldu. ABD’de artık YPG, PYD zaten meşru ve hatta müttefik olarak görülüyor ve PKK ile bağın bir sorun olarak gündeme gelmiyor kongredeki tanıklıklarda. Jeffrey’nin söylediklerine bakın. Ki Jeffrey bakıldığında QSD’ye en uzak isimlerden biri aslında.
Terörle mücadele söyleminin artık dünyada bir karşılığı yok. Türkiye’nin trajedisi de bu oldu. Hiçbir meşruiyet devşiremediklerini; tam tersine, saldırdıkları tarafı güçlendiren bir pozisyona kendi elleriyle sürüklendiklerini gösteriyor. Bu süreçte içeride yürüttüğü politikalardan en ironik olanı ise antiemperyalist olduklarını iddia ederek yaptıkları. Türkiye kadar bölgedeki emperyalist güçlere sınırsız itaat gösteren başka bir ülke daha yoktur. Kıbrıs’ta Türkiye’nin talebi kolonyalist İngilizlere karşı isyan eden Kıbrıs Rumlarının statü sahibi olmamasıydı; ama Türkiye Kıbrıs’ta İngilizlerin varlığına hiçbir zaman itiraz etmemiştir. Aynı şekilde İskenderun’da mandaya hiçbir zaman itiraz etmemiştir. Ne zaman ki manda yönetimi, sosyalistler iş başına gelince geri çekileceklerini söylemiştir Türkiye de o zaman çıkmıştır. Burada da benzer bir durum söz konusu. Türkiye’nin emperyal güçlere karşı durduğu en büyük yalan. Bir şeyler elde ettik, “zafer” elde ettik diyorlarsa, öyle diyorlar ya biz de zafer kabul edelim, bunun yüzde 90’ı Trump idaresine ve Rusya’ya bağlı…
Turkey military operation much larger than anticipated: Analysts
Tactic is to advance into Arab-majority areas and drive a wedge between YPG-controlled territory, observers say.
![Turkey military operation much larger than anticipated: Analysts Arab and Kurdish civilians flee following Turkish bombardment in Syria's northeastern town of Ras al-Ain [Delil Souleiman/AFP]](https://www.aljazeera.com/mritems/imagecache/mbdxxlarge/mritems/Images/2019/10/10/4ea2542549d14dbeb82d372ea155a3b1_18.jpg)
Arab and Kurdish civilians flee following Turkish bombardment in Syria’s northeastern town of Ras al-Ain [Delil Souleiman/AFP]
The long-awaited operation launched by Turkey into northeastern Syria extended far beyond what was initially expected by military observers who predicted Ankara would likely embark on limited action.
In the first hours of Operation Peace Spring, Turkish air raids across the border reached as far as Qamishli in the east and further west of Kobane.
Mutlu Civiroglu, a Washington-based Middle East analyst, told Al Jazeera the scale of the attack surprised many analysts.
“They’ve already hit 300km length and 50km depth, almost all major cities are hit,” Civiroglu said.
Soner Cagaptay, Washington Institute for Near East Policy’s research programme director, told Al Jazeera Turkey’s assault at this point was focused on Arab-majority towns.
“I think that’s quite a smart choice for Ankara because of the fact that Turkish troops will be more welcome in Arab-majority areas, given how friendly Turkey has been towards the Arab population,” Cagaptay said.
He said Turkey will continue to drive a wedge between Kurdish-controlled territory as a strategy to undermine the Syrian Democratic Forces (SDF) and weaken the political authority that controls the border region with Turkey.
The SDF is spearheaded by the People’s Protection Units (YPG), which Ankara considers to be linked to the outlawed Kurdistan Workers’ Party (PKK) that has operated inside Turkey for decades. The PKK has been branded a “terrorist” organisation by Turkey and several other countries.
|
Wednesday’s cross-border operation was not the first. Last year, Turkey launched a similar offensive dubbed Operation Olive Branch into Syria’s Afrin town to “clear the area of terrorists”.
The SDF, while not wanting to comment on specifics, told Al Jazeera it was reviewing Turkish military strategy during Olive Branch to map out a response to the current operation.
According to local activists on the ground, the number one target for Turkey is the Arab-majority town of Tal Abyad, where Ankara hopes to quickly establish a ground presence.
|
Turkish security analyst and former special forces soldier Necdet Ozcelik told Al Jazeera he expects the first phase of Turkey’s operation will only last about 10 days, or a couple of weeks maximum, with the goal to take control of the area between Tal Abyad and Ras al-Ain.
The offensive will also involve thousands of Free Syrian Army (FSA) rebels providing ground support for Turkish commandos and its regular soldiers.
‘Under pressure’
Civiroglu said two scenarios were likely to unfold: Turkey intensifying ground operations, or the operation being halted because of condemnation from the international community.
“Trump is under pressure, the Turkish government is under pressure, the UN Security Council will meet today … The world is not buying arguments of the Turkish government,” he said.
“The SDF always wanted good relations [with Turkey] … Kurdish sympathy is very strong, that’s why there’s strong diplomatic efforts to put an end to this.”
The possibility remains that Syrian government forces of President Bashar al-Assad may try to capture the main city of Manbij, if the United States decides to withdraw its troops from there without giving early warning to the Turks.
“In this case, the Syrian army may try to capture Manbij before the Turkish forces or the FSA,” Ozcelik said.
“We might be seeing some sort of tension, or maybe limited confrontation, between the FSA elements and the Assad regime forces in Manbij area, but not in the eastern part.”
‘Turkish aggression’
The SDF responded to Turkey’s military action with artillery attacks and rockets fired into Turkish territory.
SDF spokesman Mustafa Bali said on Twitter the Kurdish fighters would not allow Turkish troops to advance further. “We will use all our possibilities against Turkish aggression,” he said.
Heavy fighting was taking place in Syrian border villages between advancing Turkish forces and SDF soldiers on Thursday.
Ozcelik said the Kurds were no match for the advancing Turkish-led forces.
“The YPG elements are composed of a lot of PKK ideology people, and they forcibly recruited many people who did not have serious military experience,” he said. “I’m expecting a lot of defections from the YPG side, so the Turkish military is going to take advantage of that.”
Robert Wesley of the Terrorism Research Initiative told Al Jazeera that Turkey will also suffer setbacks considering how vast the area is that it wants to control.
“It will require huge amounts of direct military engagement from the Turkish side,” Wesley said.
“The use of the FSA, that will also be limited [because] these groups are not really well-trained. They don’t have a strong track record with more sophisticated defences.”
Turkey may not have the appetite for sustaining significant casualties, Wesley said, which a serious military encounter with the SDF would necessitate.
“I don’t think either side is particularly well prepared for the engagement,” he said.
The biggest challenge for the SDF is not having a weapon system that can counter Turkish air attacks, Civiroglu said.
“[Even so] they have said they will defend themselves until the end,” he noted.
|
Russian reaction
Russian President Vladimir Putin phoned Ankara after the Turkish operation began to stress that Syria’s sovereignty and territorial integrity be respected.
The Kremlin said it would not interfere further in Syria after years of supporting Assad’s forces against rebel groups, but cautioned Turkey not to take any steps that would destabilise the region.
Cagaptay said Moscow has no choice but to back Turkey’s move. “The most Russia will do is to voice support behind closed doors, even though they may publicly criticise the operation,” he said.
He said the Kremlin may even be welcoming Ankara’s military action.
“The [Syrian] regime and Russia consider Turkey a threat, so by provoking Turkey to attack Kurds really Russia is hitting two birds with one,” Cagaptay said. “Hitting Kurds, trying to make Kurds dependent on Russia, at the same time allow Turkey to suppress the Kurds, not allow them to make gains.”
Even if Turkey is successful in securing its so-called “safe-zone” to return about two million Syrian refugees, there will be major challenges ahead, observers said.
The complex issue of containing the Islamic State of Iraq and the Levant (ISIL or ISIS) fighters who are still active in the region must be addressed by Turkey.
As seen by the suicide attack claimed by the armed group in Raqqa on an SDF intelligence base, killing 13 people, ISIL may be defeated militarily but sleeper cells are still prevalent.
“It’s unfamiliar territory for Turkey,” Civiroglu said. “It’s Arabs, Kurds, Assyrians, Christians, and Yazidis of the region [who] fought these people.”
Kafkas Kürtlerinin sembol ismi, yazar ve Kürdolog Kerem Anqosi hayatını kaybetti
Kafkas Kürtlernin sembol isimlerinden aydın, yazar ve Kürdolog Kerem Anqosi Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te yaşamını yitirdi.
Osmanlı dönemindeki katliamlardan kaçarak Gürcistan’a yerleşen Ezidi Kürt bir ailenin ferdi olarak 1937 yılında dünyaya gelen Anqosi, Kafkas Kürtlerinin önde gelen isimlerinden biri olarak tarihe geçti.
Ailesi ise Van’ın Seydibeg köyünden, Osmanlı katliamlarından kaçmıştı.
Gürcistan Üniversitesi Doğu Bilimleri Farsça Dili Bölümünden mezun olduktan sonra Kürt dili üzerine master yapan Anqosi, Türkiye’yi hiç görmedi ancak yine de Gürcistan’da ailesi ve çevresinin etkisiyle Kürt kültürü içinde bir yaşam sürdü.
Kürtçe ve Gürcüce çok sayıda eser kaleme alan Anqosi, Kürt kültürü, tarihi, dili ve gelenekleri konularında kafa yordu.
Şair olarak da eserler veren Anqosi, kimi eserlerinde Kürdistan hasreti ile ilgili şiirler kaleme aldı.
Kerem Anqosi başkent Tiflis’te Kürt kurumlaşmasının öncülüğünü yaparak, 1990’lı yıllarda Kürtçe yayın yapan Ronkayi Radyosu’nu kurdu. Kurduğu radyoda Kürt gençleri ve bizzat kendisi Kürtçe programlar hazırlayarak Kürt dili ve kültürünün eski Sovyetler Birliği’nde kaybolmamasında büyük emek harcadı.
Kerem Anqosi 2014 tarihinde Dünya TV’ye verdiği röportajında hayatından ve çalışmalarından bahsetmişti.
Gürcistan’da Kürtlerle Gürcü, Ermeni ve Azeri halkları arasında köprü olmayı başaran Anqosi, Gürcistan Gazeteciler Cemiyeti üyesiydi.
HDP Kürtçe hesabından da Enqosi’nin vefatı üzerine Kürtçe bir paylaşım yapıldı.
Keremê Anqosî, rewşenbîrê naskirî, durc û warê Kurdên Êzidî yên Gurcistanê, xemxwerê zimanê xwe, dilsozê azaya miletê xwe, duh ji nav me bar kir. Sed korayî! Xwedê rehma xwe lê bike, serê malbatê û serê gelê me sax be. Em ê wî her tim bi şêkirdarî bi bîr bînin. #KeremêAnqosî
Kerem Anqosi’nin vefatını yorumlayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu, “Kerem Anqosî Gürcistan’da Kürtlerin sembol ismiydi. Bu ülkedeki Kürtlerin yaptığı tüm çalışmalarda en ön safta yer almıştı. 1950’li yıllarda başlayan Kürt kültürü ve folklore çalışmalarında, ilk Kürtçe Rock müzik grubu olarak bilinen Koma Wetan’ın oluşumunda ve Tiflis’te uzun yıllardır yayın yapan Kürtçe radyonun kuruluşunda çok önemli hizmetleri olmuştu” dedi.
Çiviroğlu, Anqosi ile ilgili şunları söyledi:
“Anqosî yine Kürt gençlerinin anadilleri Kürtçe’yi iyi öğrenmeleri için dil üzerine çok çalışmalar yaptı, dil kursları açtı ve kitaplar yazdı. Anqosî ayrica tüm Kürtler arasında çokça sevilen “Sîpan Sîpanê”, “Lêxin Birano Lêxin”, “Welatê Me Kurdistan”, “Ez Heyrana Dîtina Te Me Ey Welat” gini türkülerin de yazarıydı.
Sovyet Kürtleri arasında çok güçlü olan anavatan sevgisini hatayının sonuna kadar yüreğinde taşıyan Anqosî bu sevgisini etrafındaki binlerce gence de aşılamıştır. Kendisiyle birkaç defa telefonda konuşmuştum. Çok sıcak, sevgi dolu ve samimi bir insandı ve onun aramızdan ayrılışı sadece Gürcistan Kürtleri için değil, malesef tüm Kürtler için büyük bir kaypı oldu ama arkasında bıraktıgı ülke ve halk sevgisi her zaman akıllarda ve yüreklerde kalacak. Kürtlerin bir sözü var: “Ga dimire çerm dimîne, mêr dimire nav dimîne” yani bir insan ölse bile arkada bıraktıklarıyla her zaman canlıdır.”
A ticking time bomb: Meeting the ISIS women of al-Hol
A woman at al-Hol camp in Syria. Image: Mutlu Civiroglu
A pregnant woman was reportedly beaten to death this week in a Syrian refugee camp housing tens of thousands of people displaced by the war against Islamic State where they live among the militants’ wives and children in conditions described by international agencies and reporters who have visited the camp as harsh, dire, and even apocalyptic.
The woman, identified as 30-year-old Sodermini by ANHA news agency, was six months pregnant, and originally from Indonesia. On July 28, her body was discovered in a tent and taken to a hospital run by the Kurdish Red Crescent, where an autopsy determined she had suffered tremendously before she died.
The Indonesian government said it is investigating the circumstances of her death, and the woman is believed to be among about 50 Indonesian adherents to Islamic State living among about 70,000 people in the camp. It’s not known yet who killed her or why.
Children have died in the camp, and the International Committee of the Red Cross said recently that, despite the efforts of international NGOs to treat people with war wounds, infections, or who are suffering from malnutrition, the humanitarian needs in al-Hol remain “tremendous.”
Last month, Kurdish analyst and journalist Mutlu Civiroglu visited al-Hol camp and other areas managed by the Autonomous Administration of North and East Syria, the de facto government in northern and eastern Syria. He found al-Hol to be a “ticking time bomb” – dangerously overcrowded, too large for the Kurdish internal security police force called the Asayish to control, and full of children deeply at risk of becoming the next generation of ISIS fighters.
The interview has been edited for length and clarity.
Women walk in al-Hol camp in Syria in July 2019. Image: Mutlu Civiroglu
The Defense Post: To start, tell me about the camps. Who runs them? How many people are there –how many women, men and children? How many are believed to be ISIS adherents and their families? How many are civilians?
Mutlu Civiroglu: According to the U.N. over 70,000 people live in al-Hol Camp. UNICEF estimates that more than 90% of them are children and women. Nearly 20,000 of the children are Syrians. According to Kurdish officials I spoke with, in total there are about 30,000 ISIS women and their children from 62 different countries. They are mainly in al-Hol but also in Ain Issa and Roj camps.
The whole of al-Hol camp is very crowded. Over 70,000 people live there. Considering the very hot summer, the camp residents live under very tough circumstances.
We were there one day when it was very hot. The sewage water was outside, on the surface – a very unhygienic environment and invitation for disease and illness. There are not enough doctors or health centers, according to the people we spoke to.
Security-wise it’s very risky because it’s over-crowded, hard to control. A few weeks ago an Asayish officer was stabbed. A 14-year-old Azeri girl was killed because she was not covering her hair, according to the people on the ground. I had to go to the camp with strong protection after this incident. It’s like a ticking bomb. The Kurdish administration runs the camp but UNICEF [the U.N. children’s agency], UNHCR [the U.N. refugee agency], the Red Cross, World Health Organization, and other intergovernmental organizations are there to support them, from what I could see.
Abdulkarim Omar, head of foreign relations in Jazira canton, told me that including Syrians and Iraqis there a total of 30,000 ISIS women and children under their control and around 12,000 are foreigners (muhajirs) and 8,000 of them are children. Of course male suspected ISIS members are kept in prison in different locations. Currently some 6,000 ISIS fighters are under SDF control: 5,000 are Iraqi and Syrian, and the other 1,000 are foreigners from 55 different states.
TDP: How are they separated?
The ISIS families are separated from the rest of the Iraqis and Syrians. There are wires separating them from the rest of the refugee community in the camp, and their location is known by the security and Asayish forces.
TDP: Do they live more or less freely within the camp or are their schedules and movements restricted?
The camp residents were allowed to go out for shopping until recently, but several escape incidents took place, and some ISIS women were taken out by smugglers, so the camp administration recently banned residents from going out. Instead they set up a new market inside of the camp, called Baghuz market. The administration is more strict now.
Their movements have to be restricted because of the killings. I was told the Russian women did that [killing of a 14-year-old Azeri girl] – by Russian I mean women from Chechnya, Dagestan, the Muslim republics of Russia – so their movements are more restricted and security is tightened after these incidents. Some camp residents have complained that because they’re not allowed out of the camp, the prices became more expensive and they’re having a hard time living because things are more expensive now. But they also acknowledge that by the mistake of some of the ISIS wives they’re all suffering.
I was told that kids are encouraged by women to throw stones at the camp officials. This also creates pressure on the security forces to be more careful.
TDP: What is the food and water supply like? Medicine? Sanitation? Are international organisations helping with humanitarian needs?
Based on what I saw I think there is enough water, but because the camp is overcrowded it causes problems especially with the water and in the summer. The Red Cross, WHO and UNHCR are there to provide help in addition to the Kurdish administration. They are also in-camp hospitals and health centers being built and mobile health centers set up by the Kurdish Red Crescent, so I don’t think there is a very desperate need, but because of the large number of residents I’m sure from time to time food and water is becoming a problem. International organizations and the local government are there trying to do their best.
However, Kurdish officials are asking for more support from the international community in terms of medicine, hospitals, water and cleaning materials. They also want countries to take back their citizens so that the population of the camp will be reduced.
TDP: There were some reports recently that some women escaped – do you know how? What is internal security like?
I was told the same thing and also read that some people in the Asayish are involved in taking the women out of the camps, but Kurdish officials strongly denied that and said it’s propaganda and their members would never be involved in such a thing because money is nothing for them, and they do this because of their values.
But the way different sources explained it to me is this: The women were allowed to leave the camp before for shopping, and since they all have the black burqa on, they look alike, and when they leave, they never come back because their families arrange a smuggler who is waiting for them in the town. Once these women go out of the camp they change their clothes and they are smuggled out. Since the camp is very large it’s not possible to have 100% control. That’s why the camp administration has now stopped allowing the women to leave for shopping. According to sources it’s arranged by families who pay a large amount of money to smugglers.
Internal security is tight. There are many Asayish forces guarding the camp, and the main gate is also a checkpoint. Before you reach the camp you pass through several checkpoints on the road from Hasakah. After you enter the main gate there’s another gate that’s also well-protected, and visitors are strictly controlled. When you’re inside they give you protection so stabbing incidents won’t happen. With me I think there were four people guarding us.
But again, because of the large area and a huge number of residents it’s not very easy to control the camp, and since you don’t know what’s inside of the tents or what kind of weapons they might have it’s not 100% safe or secured.
Authorities in the al-Hol camp in Syria set up a market called Baghuz in an attempt to counter the smuggling of female ISIS adherents. Image: Mutlu Civiroglu
TDP: Do the families seem to be repentant?
I observed mixed feelings. Some were defiant; for example an Egyptian woman was cursing us. She was using bad language and was very aggressive towards us, and was chanting pro-ISIS slogans. Also Russian-origin ISIS wives were very aggressive, so you see that they’re very motivated by what they’re doing. Some Turkish ISIS families seemed defiant, but at the same time I saw some Azeri women look very regretful. They seemed willing to go back home.
One Tajik woman showed me drawings by her child, saying her son drew their home and they want to go home. And you see people saying they were deceived, especially Dutch and Belgian ISIS wives, they say they believed everyone was equal but realized that the rich lived better lives, and the emirs paid money to smuggle their families out of Baghuz before the SDF took control, but these women ended up in these camps in very tough circumstances.
They were criticizing Baghdadi, saying he was in Libya living a good life but they are like this [in al-Hol], and they want their countries to take them back. When I pressured ed them, saying they had many opportunities to leave and that they came to Syria willingly, they said they are ready to be in prison in their countries, but at least their children would not live in camp conditions. They hoped even when they are in prison, their families will be able to take care of children. They were well-aware that they might spend long years in prison, which I found very interesting.
Because of the tough circumstances in the camp I think going home is a common desire. But to me the most important thing was that the vast majority of the camp residents are children, and especially children under 12. They are on the dirt, they play in dusty alleys – no playground, no sanitizing, under the sun – I think no child should be living under those circumstances, no matter what their parents did. Children have nothing to do with this, so they need to be given the opportunity to play and be a child, to flourish. They need help to get out of this trauma and be de-radicalized and rehabilitated, and the camp is no place for that. They need expert support and psychological support.
I am hoping that the governments will understand that children desperately need help, because if they stay there they will be brainwashed by their mothers. In a few years these children are going to be core ISIS members, so there’s a danger waiting for societies if these kids are not helped as soon as possible.
TDP: Do you think there’s a realistic possibility of a tribunal? Why in North and East Syria rather than the International Criminal Court, or trials in Iraq for foreigners, as with some French citizens who already have been sentenced? The Autonomous Administration isn’t recognized as a government, so how would sentences or verdicts given by the tribunal have any force in international law?
The Autonomous Administration feels like they’re under pressure because there are thousands of ISIS fighters, their wives and children. It’s a heavy burden for them to carry so they need the international community to help them. Especially after the Turkish statements about a military operation inside Syria, there are concerns that such a move may help these people to flee from the prisons and camps. But so far very few countries have taken back their citizens so the problem remains on Kurds’ shoulders and they feel like they need to do something.
The idea of an international tribunal is a step in this direction to push the international community to do more to share the burden with them.
Currently the administration is not recognized officially but a tribunal can be different. The legal experts in International Forum on ISIS conference agreed that there is a base for establishing a tribunal in Rojava because there is already a judicial system, legal experts, lawyers and with the support of the international community a tribunal could be established and it would be a good way to start to find a solution to the huge problem of post-caliphate ISIS.
Again, there are thousands of fighters under SDF control, many of their wives, and tens of thousands of children and they feel like they need to do something because so far the international community is turning a blind eye to the issue.
The caliphate was ended in March. Western countries are not open to the idea to expatriate their citizens. So the problem is with Rojava, with the Syrian Kurds. The attacks show the gravity of the situation, and since nothing is being done, Kurds and their allies feel like they need to take the initiative.
Iraq is motivated to do that in a way to clear its name that was ruined when it was overrun by ISIS. The Iraqi army fled from ISIS and left it for them. But at the same time, Iraq is also driven by the idea of revenge. Numerous ISIS members have already been executed.
The system in Rojava is more progressive and closer to Western systems and it is a better location for an international court because most of the fight was done in Syria. The caliphate’s heart was in Raqqa. Manbij is where the attacks against the West were planned. Kobani is where ISIS was first defeated and ISIS’s unstoppable advance was first prevented. Baghuz was the last remaining stronghold of the caliphate. They’re all in Syria. And the SDF, YPG, YPJ, Syriac Military Council are there so Syria is more suitable than Iraq considering these people have done the work, they have paid the highest price. These people defeated ISIS.
A security gate separates the families from ISIS fighters from displaced Syrians and Iraqis at al-Hol camp. Image: Mutlu Civiroglu
TDP: Are there plans to help the victims of ISIS?
There are some orphanages for the Yazidi children, de-radicalization centers for Yazidi children and other ISIS children, and some villages for Yazidi women who were not accepted back by their communities, but the resources are very limited in the Kurdish parts of Syria. Finances, expert advice and equipment are limited, so there has to be external support. The West especially should step in because the problem is very serious and requires a joint effort by Kurds and the West, especially the countries that are members of the international Coalition. The camps have the support of the international, humanitarian organizations but mainly Kurds are running them. There are great efforts, but it’s not enough.
TDP: Do you see any sign that the International Forum on ISIS conference has influenced foreign countries to change their Syria policies? Will they leave troops in the north, will they take their citizens back?
Such international forums are good venues to understand what’s happening on the ground and hear what people people on the ground – activists, experts, military and political leadership – say. It’s very important. There were representatives from the U.S., France, United Arab Emirates, Saudi Arabia, Egypt and other European countries, as well as South Africa. It’s important that people from different backgrounds come and learn about the situation in Syria, ISIS captives, operations against ISIS families, and also share with the local people what their countries think about it. So it’s a good platform for them, and when these people go back they talk to the public, media and think-tanks. I’m optimistic that they’ll have an impact in their own countries.
I think the countries that have a military presence in northern and eastern Syria will continue; I don’t foresee any significant change in the plans of these countries, specifically the U.S., France, Germany and others. They’ll be there because they all know the ISIS threat is not fully resolved yet. The caliphate is ended but the danger, the ideology is there, the support base is there, sleeper cells are there. CENTCOM Commander Kenneth McKenzie and Ambassador William Roebuck’s recent visit shows that the Coalition gives the same importance to Rojava.
The world has almost forgotten Syria. International foreign policy priorities change so rapidly that Syria does not have the same spot it used to have, but ISIS is a global problem and it hasn’t been fully resolved. The resolution needs a global effort. Taking back citizens from Syria is one way of doing that, because the more people who stay there, the more is it is a ticking bomb.
All countries should repatriate their citizens, and they should try these people in their countries. If not, they should support the idea of helping to set up a tribunal in Rojava so that these people can be brought to justice and pay the price for the atrocities they committed. But I think the world is still turning a blind eye, although recently I see more awareness in terms of countries taking back at least the women and children and sentencing them in their own countries instead of keeping them in Syria.
ANALİST MUTLU CİVİROĞLU “IŞİD Coğrafi Olarak Bitti, Ama Bir de Uyuyan Hücre Gerçekliği Var”
*Fotoğraflar: Mutlu Civiroğlu/ Suriye
SDG’nin Bağuz operasyonu sonrası “IŞİD’in yenildiği” yönündeki açıklamasının ardından, gelişmelerle ilgili Suriye’de izleyen analist Mutlu Civiroğlu, bianet’e konuştu.
Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Cumartesi günü Suriye’de Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) yerleşik olarak bulunduğu son yerleşim yeri Bağuz’un da ele geçirildiğini açıkladı.
SDG, IŞİD’in kesin olarak yenildiğini ilan etti. Gelişmeleri yerinde izleyen gazeteci/analist Mutlu Civiroğlu, bianet’e konuştu.
“IŞİD’in kendini hilafet olarak adlandırdığı yapı bitti”
SDG’nin Bağuz’daki başarısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye için IŞİD’den yüzde 100 özgürleştirildi demek doğru bir ifade mi?
SDG’nin Bağuz’daki başarısı tabii ki çok önemli. Uzunca yıllar Irak’ta ve Suriye’de etkili olan bir örgütün Bağuz’daki bulunduğu son bölgede sona erdirilmiş oldu.
Bu IŞİD’in kendini hilafet olarak adlandırdığı yapının bitmesi anlamına geliyor. Oldukça önemli bir başarı. Hem SDG için, hem uluslararası koalisyon için önemli bir başarı.
Saklanan bir grup IŞİD üyesi en son yakalandı ve kalanı teslim oldu. Şu anda coğrafi olarak alan kalmadı. YPG’nin başını çektiği SDG bütün bu alanları özgürleştirmiş oldu.
Yüzde 100 özgürleştirildi denilebilir mi? Bu operasyonla IŞİD’in elinde tuttuğu alan kalmadı. Ama IŞİD’in yüzde 100 bittiği anlamına gelmiyor bu. Çünkü IŞİD’in ideolojisi halen mevcut. IŞİD’i doğuran siyasi, sosyolojik, ekonomik, tarihsel nedenler özellikle Suriye bağlamında konuştuğumuz için söylüyorum, yerinde duruyor.
Uluslararası koalisyonun artık bu saatten sonraki gündemi bu özgürleştirilen yerlerde istikrarın sağlanması olacak. Özellikle uyuyan hücreler konusu ciddi bir konu. Hem Deyr-ez Zor bölgesinde hem Haseke’de, hem Halep, Menbiç, Rakka bölgelerinde bir uyuyan hücre gerçekliği var.
IŞİD’e yardım yataklık yapmış bölgelerin özgürleştirilmesi için operasyona başlanacak. Coğrafi olarak IŞİD yüzde 100 bitirildi ama siyasi, askeri ve toplumsal bir sorun olarak duruyor. Bunun hem SDG hem de uluslararası koalisyon farkında.
Onlardan gelen açıklamalardan da görüyoruz ki, zaten sahadaki görüşmelerimizde de artık Bağoz’dan sonra gündemin bu olacağını görüyoruz. Şu anda coğrafi olarak IŞİD bitirildiği için, aslında olay çok daha kapsamlı ve çok daha zor.
Düşman belli bir coğrafyadayken, siz de ona göre mücadelenizi şekillendiriyorsunuz. Ama şu anda bahsettiğimiz mücadele çok daha yorucu ve zahmetli bir süreç. Böyle bir aşama olmadan da IŞİD’in hilafetinin sona ermesi bir şey ifade etmeyecek.
“SDG tarafından verilen bedel çok ağır”
IŞİD’in bölgede yenilmesinin ardından AFP ajansına verdiğiniz demeçte de “Kürtleri iki taraftan da (Suriye-Türkiye) zorlu bir süreç beklediğini” söylüyorsunuz. Bölge Kürtleri açısından önümüzdeki dönemde en büyük problemler ne olabilir?
Suriye Kürtleri, SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin deyimiyle 11 bin kayıp verdiler. IŞİD ve diğer örgütlerle mücadelelerde 20 bin yaralı var. Verilen bedel çok ağır. Ama dünya da bu başarıyı gördü. Özellikle Suriye’de Kürtlerin oynadığı asli rol görüldü.
Uluslararası koalisyonun yükünü çeken SDG’ydi. Bu yüzden bedel ödediler ve Suriye içerisinde kendi yarattıklarını korumak istiyorlar.
Suriye’de dışarıdan bir formülün tutmadığı da görüldü. Kürtlerin, Arapların, Ezidilerin, Kürt Alevilerin beraber oluşturduğu bu yapılanma hem kendi halkları için hem de Suriye’nin geneli için bir model teşkil ediyor.
Kürtler, bu kazanımlarını siyasi alanda geliştirme çabasında olacaklar. Kürtlerin özellikle Cenevre görüşmelerinde var olma isteği var. IŞİD’in coğrafi olarak bitirilmesinden sonra Kürtlerin bu taraflarının daha çok başarı görebileceği düşünülebilir.
Bedel ödediler, sahada projeleri var. Yerelden güçlenen ve her etnik yapının kendi özgürlüğü içinde yaşayabilecekleri bir süreç istiyorlar. O sebeple siyasi açıdan Kürtlerin öncelikleri bu olacak.
Üç hafta önce ben oradaydım. Oradaki siyasi, askeri yetkililerle yaptığımız görüşmelerde Türkiye’nin bölgeye yönelik açıklamaları çok kaygı verici boyutlarda, ciddi tehdit olarak algılanmakta, onu gördük.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin olası bir saldırgan tutumu ya da olası bir operasyon onların gündeminde ilk sırada. Sadece Kürtler değil bunu Araplar da, Süryaniler de görüyor.
Özellikle Afrin’de Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye destekli grupların Afrin’i ele geçirdiği dönemden sonra yaşananlar, Human Rights Watch, Amnesty International gibi kurumların da dile getirdiği gibi Suriye’nin Kürt bölgelerinde ve SDG’nin kontrol ettiği bölgelerde büyük bir rahatsızlık yaratmış durumda. Aynı pratiklerin tekrarlanma ihtimali kaygı yaratıyor.
“Etnik kimliklerin anayasal güvence altına alınması bekleniyor”
O sebeple Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Ezidilerin en büyük kaygısı Türkiye’nin kendi bölgelerine bir saldırı düzenlemeleri, buna karşı hazırlıkları da var zaten.
Öte yandan Suriye rejiminin halen, bunca yıldır devam eden iç savaştaki tutumunda bir değişiklik olmadığı da görülüyor. Halen Suriye’yi tek bir ulustan oluşan, tek bir ideolojinin yönetebileceği düşünülüyor. Kürtlerin kontrol ettiği toprakların seve seve ya da zorla alınacağı yönünde açıklamalar yapılıyor.
Ülkenin en büyük azınlığı olarak kendi yaşama taleplerine saygı gösterilmesi, Suriye’nin demir yumrukla yönetilemeyeceğinin anlaşılması, Suriye’nin etnik farklılıklarına uygun yeni bir anayasa oluşturulması, Kürt dilinin tanınması, Kürtçe eğitimin önünün açılması, Kürt ve diğer kimliklerin anayasal güvence altına alınması bekleniyor.
İstihbarat raporu: Ağları hala çok geniş*Büyütmek için tıklayın. ABD İstihbarat yetkilileri Şubat ayının ilk günlerinde kongreye sundukları “Küresel Risk Değerlendirme” raporunda “IŞİD’in kayda değer derecede liderlik ve bölge kaybına rağmen hala Irak ve Suriye’deki binlerce savaşçıya komuta ettiğini, bu savaşçıların sekiz ayrı dala (örgüte) ayrıldığını ve dünya çapında binlerce destekçisi olduğunu” kaydetmişti. İstihbarat raporunda ayrıca IŞİD’in Suriye ve Irak’taki “normalleşme çabalarını sarsmak için saldırı hazırlıklarında olduğu, mezhep çatışmasını artırma hedefinde olduğu” ifadeleri kullanıldı. TIKLAYIN – ABD istihbaratının kongreye sunduğu Küresel Risk Değerlendirme raporu |
(PT) Pınar Tarcan
Özgürlüğe yakışıklı girmek istedim
DAİŞ’in köle olarak alıkoyduğu Êzîdî çocukları bir bir kurtarılıp ailelerine teslim ediliyor. Ednan, Kînan, Walîd kurtarılan çocuklardan sadece üçü. Kînan, özgürlüğe takım elbise ve kravatla adım atarken, Ednan QSD’nin DAİŞ’ten kurtardığı annesiyle buluşacağı günü iple çekiyor.
Babası Şengal Katliamı’nda katledilen Kînan, annesi ile birlikte DAİŞ çetelerince köle olarak kaçırıldı. Ancak annesi bir patlamada yaşamını yitirdi. Ebû Saed isimli DAİŞ çetesinin İdlib’e kadar kaçırıp 30 bin dolar karşılığı amcasına teslim ettiği Kînan, gazetecilerin karşısına takım elbise ve kravatla çıkıyor ve ekliyor: “Özgürlüğümün ilk günlerinde yakışıklı görünmek istedim.”
DAİŞ çetelerinin kıstırıldığı son toprak parçası Baxoz’da, 3 Ağustos 2014’teki Şengal Katliamı tekrar gündeme getiren gelişmeler yaşanıyor. Kaçırılan Êzîdî kadınlar ve köleleştirilen çocukların trajik öyküleri çıkıyor karşımıza.
Ednan, Kînan, Walîd… Üç çocuğun da babası katledilmiş ve anneleriyle kaçırılmış. Kînan ve Walîd’in anneleri ise DAİŞ’in kontrolündeki bölgelerde yaşanan patlamalarda hayatını kaybetmiş.
Ednan onlara göre biraz daha şanslı, bir süre önce annesi de QSD savaşçıları tarafından özgürleştirilmiş ve şimdi bir birlerine kavuşacakları anı sabırsızlıkla bekliyorlar.
Ednan annesine kavuşuyor
Gazeteci Mutlu Çiviroğlu önceki gün Twitter hesabından DAİŞ tarafından kaçırılan ve QSD savaşçılarınca kurtarılan Êzîdî bir çocuğun görüntülerini paylaşarak, söz çocuğun ailesine bir an önce kavuşmasını umduğunu söyledi.
Aynı gün akşam saatlerinde Êzîdîlere ait Ezidipress internet sitesi DAİŞ’in elinden kurtarılan çocuğun annesine kavuştuğunu duyurdu.
Çiviroğlu paylaştığı görüntüde çocuğun ismini sorması üzerine, “Benim adım Ednan” diyor. Ezidipress yetkilileri de çocuğun annesine ulaşarak oğlunun kurtarıldığının haberini veriyor. Haberi duyan anne mutluluk gözyaşları döküyor. Ezidipress Ednan’ın annesinin, QSD savaşçıları ile Mutlu Çiviroğlu’na teşekkür ettiğine de yer verdi.
DAİŞ çeteleri 3 Ağustos 2014 Şengal’de Êzîdî Kürtlere yönelik gerçekleştirdikleri soykırım saldırısında Ednan’ın babasını katletti. Çeteler, annesi ve kendisini de köle olarak götürdü. Annesinin de bir süre önce DAİŞ’ten kurtarıldığı belirtiliyor.
DAİŞ’in köle olarak kaçırdığı Êzîdî çocuğu Kînan, “Çok ölü gördüm, katledilen çok insan gördüm” diyor.
Kînan ömrünün tam yarısını DAİŞ’in zorbalığının altında geçirmiş. Bir süre önce QSD savaşçılarınca kurtarılmış. Fransız radyo kanalı France İnfo’nun haberine göre, Ebû Sead isimli DAİŞ çetesi sivillerin arasında küçük Kînan’i de yanına alarak Baxoz’dan kaçarak İdlib’e gitmiş. Şengal Katliamı’nda Kînan’ın babası da katledilenler arasında. DAİŞ’in yanında yaşadığı kabusu ise Kînan, “Ben çok ölü gördüm, DAİŞ’lilerin eliyle katledilen insanlar… Bizi çok dövüyorlardı. Babamı haksız yere öldürdüler” şeklinde bir çırpıda özetliyor.
Şık bir şekilde radyo muhabirleriyle görüşmesi, dikkat çekmiş.
Bir iki boy büyük de olsa takım elbise giymiş ve kravat takmış. Şık giyinmeyi de “Özgürlüğümün ilk günlerinde yakışıklı görünmek istedim” sözleriyle ifade ediyor.
Büyük ablasını DAİŞ’liler tarafından satılmış. Annesi ise Baxoz’da yaşanan bir patlamada yaşamanı yitirmiş. Küçük Kînan annesinin ölümünden sonra Ebû Saed’in kendisini, hiç bir sebep yokken de dövmeye başladığını söylüyor.
DAİŞ çeteleri Kürtçeyi yasakladıkları için Kînan da bir çok Êzîdî çocuğu gibi 5 yıl içerisinde ana dilini tamamen unutmuş.
Baxoz, QSD savaşçılarınca kuşatmaya alındığı süreçte Ebû Saed İd lib’e kaçmaya karar vermiş. Kînan’ın amcası Ebû Saed’e ulaşarak Kînan’i almaya çalışmış. Ebû Saed amcasından aldığı 30 bin dolar karşılığı Kînan’ı bırakıyor, O da 5 gün sonra Güney Kürdistan’daki amcasına ulaşıyor.
Walid de kurtarıldı
France İnfo muhaberleri göre Kînan ve amcası ile görüşürken, amcasının telefonuna bir mesaj ile fotoğraf düşüyor. QSD savaşçıları 9 yaşında bir çocuğu kurtarmış. Adı Walid ancak DAİŞ çeteleri ona Ebdul Haman ismini vermiş.
Onun da babası DAİŞ çetelerince katledilmiş ve onun da annesi Kînan’ın annesi gibi bir patlamada ölmüş. Şimdi Walid de kurtarılan ve annesine kavuşma anını iple çeken Ednan gibi emin ellerde ve özgür…
DÊRAZOR/PARİS
Baxoz’da 6’sı çocuk 8 Êzîdî kurtarıldı
Demokratik Suriye Güçleri (QSD), DAİŞ çetelerine karşı final savaşının yürütüldüğü Baxoz’da 6’sı çocuk olmak üzere 8 Êzîdî’yi daha kurtardı. Alınan bilgilere göre, QSD savaşçıları Baxoz’daki operasyon sırasında 8 Êzîdî’yi daha kurtararak güvenli alanlara ulaştırdı. Kurtarılanlar 6 çocuk ve 2 kadından oluşuyor. Operasyonda kurtarılan kadınların, T. S. ve E. M. olduğu öğrenilirken, çocukların isimleri ise şöyle: Eymen Xelil Heci, Dilbirîn Celer, Xeyri Şeref, Musa Hadi, Ayşe, İbrahim.
ANF/BAXOZ
Li Washingtonê projeya Rojava
Hevseroka MSD´ê Ilham Ehmed li Washigtonê di panelekê de got, ew alîkariyê ji bo projeya xwe ya siyasî dixwazin û divê ew di nava çareseriyeke siyasî de cihê xwe bigirin.
Bi organîzasyona ARCDEM´ê (Navenda Rojava a ji bo Demokrasiyê ya Emerîkî) bi navê “Piştî DAIŞ´ê? Bakurê Sûriyê li ber duriyanekê” li paytexta Emerîkayê Washingtonê panelek bi rê ve çû. Di vê panelê de Hevseroka Meclîsa Sûriyeya Demokratîk (MSD) Îlham Ehmed, ji zanîngeha Columbiayê Prof. David L. Phillips, analîstê ji Center for a New American Security (CNAS) Nicholas A. Heras û nivîskara pirtûka “Nearamiya Civakî û Baregehên Eskerî yên Emerîkî li Tirkiye û Elmanyayê ji 1945´an ve” Amy Austin Holmes weke qiseker amade bûn. Rojnamevan û analîstê siyasî Mutlu Çiviroglu moderatoriya panelê kir. Li mekanê panelê Press Club a li paytexta DYE´yê, gelek kes û rojnamevan amade bûn.
Destekê bidin projeya me ya siyasî
Hevseroka MSD´ê Ilham Ehmed axaftina destpêkê ya di panelê de kir û got, “Li Sûriyê niha krîzek heye, û ev krîz kûrtir bû. Em projeyeke nû ji bo Sûriyeke nenavendî pêşniyaz dikin û em hez dikin vê projeyê li tevahiya welêt pêk bînin.”
Ilham Ehmed ji bo dewra Tirkiyeyê li Sûriyê eşkere peyivî û got, “Dewleta Tirk li Sûriyê bi roleke gelekî xirab rabû. Li Efrînê wan komkujî kirin. Pirraniya xelkê Efrînê bi darê zorê koçber kirin. Wan çete û malbatên wan anîn Efrînê û demografî guherand. Wan mal û milkê xelkê dizî û dest avêt jinan.”
Îlham Ehmed navê terorîzmê li van kirinên dewleta Tirk kir: “Em dizanin ku ya Tirkiye dike terorîzm bi xwe ye. Îro, ya em dibêjin ew e ku divê ewlekarî û aramiya herêma me bê parastin. Ya ku em dibêjin ev e; me ewlekariya dinyayê parast (li dijî DAIŞ´ê), em xwe ji bo ewlekariya mirovahiyê berpirsiyar dibînin. Pêdiviya me bi alîkariya wan welatan heye ku me ew parastin.”
Ka ev alîkarî wê alîkariyeke çawa be jî, ji van gotinên Îlham Ehmed diyar bû: “Pêdiviya me bi alîkariya ji bo projeya me ya siyasî heye. Divê em di çareseriyeke siyasî de hebin. Destûrnedana beşdarbûna me di pêvajoya Cenevreyê de zexmkirina krîzê ye, zexmkirina şer e.”
Tenê QSD dikare bi DAIŞ´ê
Nicholas A. Heras di panelê de got, “Ya ku li vir em behsa wê dikin tevgerek e ku hewl dide gelêrî be û bersivê bide daxwazên gel. Li ber çavê me, ha vê kêliyê ya ku em dibînin, bi gewdebûna îdeala sivaka demokratîk e.” Li gorî wî, ji bilî QSD´ê jî ti hêza din wê nikaribe li dijî DAIŞ´ê herêmê biparêze: “Ti hêzeke din a cihî û bikêrhatî (ji bilî QSD´ê) nîne ku karibe ji nû ve derketina holê ya DAIŞ´ê asteng bike.”
Amy Austin Holmes jî îşaret bi girîngiya têkbirina daîmî ya DAIŞ´ê kir û got, “Rêya herî muhim a misogerkirina şikandina daîmî ya DAIŞ´ê ew e ku bê misogerkirin ku îdeolojiya tundraw a Îslamî bê têkbirin.”
WASHINGTON
İnsanlığın güvenliği için siyasi çözümde olmalıyız
ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den asker çekme kararının adından Kürtlerle ilişkiler ve Türk devletinin işgal saldırısı yönündeki tehditleri halen tartışma olurken, Suriye Demokratik Meclisi (MSD) Yürütme Konseyi Eşbaşkanı İlham Ehmed’in Washington’daki temasları da sürüyor.
10 günden fazla bir zamandır ABD’li yetkililer, Kongre ve Senato üyeleriyle görüşen Ehmed, önceki gün katıldığı panelde Türkiye’nin Kuzey Suriye’de tümüyle teröre yöneldiğini, kendilerinin ise insanlığın güvenliğini sağladığını söyledi.
Amerika-Rojava Demokrasi Merkezi’nin (American Rojava Center for Democracy) organizesiyle Washington’da ‘DAİŞ’ten sonra Kuzey Suriye’de yol ayrımı adlı bir panel düzenlendi. Gazeteci Mutlu Çiviroğlu’nun moderatörlüğünü yaptığı panele Ehmed’in yanı sıra Colombia Üniversitesi’nden Prof. David L. Phillips, Center for a New American Security (CNAS) analisti Nocholas A. Heras ve ‘Social Unrest and American Military Bases in Turkey and Germany since 1945- 1945’ten bu yana Toplumsal İstikrarsızlık ve ABD’nin Almanya ve Türkiye’deki Üsleri’ kurumundan Amy Austin Holmes, konuşmacı olarak katıldı.
İlk sözü alan Ehmed “Suriye’de bir kriz var ve bu kriz daha da derinleşti. Biz merkezi olmayan bir Suriye için yeni bir proje sunuyoruz. Bu projenin tüm ülkede hayata geçmesini istiyoruz” dedi.
‘Siyasi çözümde yerimizi almalıyız’
Türk devletinin Suriye’ye yönelik saldırıları hakkında da MSD Eşbaşkanı İlham Ehmed şunları belirtti: “Türk devleti Suriye’de kötü bir rol oynadı. Efrîn’de katliam yaptı. Efrîn halkının çoğu saldırılar karşısında göç etmek zorunda kaldı. Efrîn’e yerleştirdikleri çete ve ailelerle kentin demografik yapısını değiştirdi. Halkın malını çaldılar, kadınlara tecavüz ettiler. Türk devletinin bu yaptığı terörizmdir. Bugün bizim istediğimiz bölgemizin güvenliği ve istikrarının korunmasıdır. DAİŞ’e karşı biz dünyanın güvenliğini sağladık. Kendimizi insanlığın güvenliği için sorumlu görüyoruz. Koruduğumuz ülkelerin desteğine ihtiyacımız var. Siyasi projemizin geliştirilmesi için desteğe ihtiyacımız var. Siyasi çözümde biz de yerimizi almalıyız. Cenevre görüşmelerine katılımımızın engellenmesi, krizin daha da büyümesi ve savaşın daha da derinleştirilmesi anlamına geliyor.”
Sadece DAİŞ’i QSD yenebilir
Nicholas A. Heras de panelde yaptığı konuşmada “Burada söz konusu olan halkın ihtiyaçlarına cevap olmaya çalışan bir hareket. Demokratik toplum idaali ile hareket ediyor. QSD dışında hiç bir güç bölgeyi DAİŞ’e karşı koruyamaz. QSD’nin dışında DAİŞ’nin tekrar hortlamasını hiç bir güç engelleyemez” dedi.
Amy Austin Holmes de DAİŞ’nin tamamen ortadan kaldırılmasının önemine değindi ve şu ifadeyi kullandı: “DAİŞ’nin tamamen ortadan kaldırılması ancak İslam adına yapılan şiddet iddolojisinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.”
Öte yandan HDP’nin ABD Temsilcisi Giran Özcan önceki akşam telefonla Medya TV’de Heval Aslan’ın sorularını yanıtladı.
Özcan Ehmed’in temasları ve ABD’deki tartışmalar hakkında şunları söyledi: “İlham Ehmed, temasları kapsamında hem yetkililer, hem de Kongre ve Senato üyeleriyle görüştü. Trump ile kısa bir görüşmesi oldu. Trump’ın Suriye’den asker çekme kararına Kongre ve Sanato üyeleri karşı çıkmıştı. Bu konuda şu anda bir yasa tasarısı var. Kürtlerin askeri olarak korunmasını içeren bir yasa tasarısı sunuldu. İlham Ehmed aynı zamanda buradaki toplum ile de görüşüyor. Geçmişle kıyasladığımızda basının çok büyük ilgisi var. İlham Ehmed’in yürüttüğü temaslar bir şekilde basına da yansıyor. Trump’ın çıkışı her ne kadar hem iktidar hem de farklı çevrelerde bir şaşkınlık yaratsa da bu kararın üzerinden geçen bir buçuk ayda Beyaz Saray dışında Amerika’daki atmosfer, ABD’nin Kürt halkına ihanet etmemesi yönündedir. Bu konuda herkes hem fikirdir. Bu olay Savunma Bakanı Jim Mattis ve bazı yöneticilerin adeta kafasını aldı.”
Trump’ın asker çekme kararının ardından, Türk devleti özellikle Kürtlerin bulunduğu Kuzey Suriye’de ‘güvenli bölge’ adı altında kendi askerleri ve çetelerinin işgal edeceği bir ‘güvenli bölge’ yaratmak istiyor. Erdoğan’ın “güvenli bölge konusunda Amerika ile anlaştık” sözü de Özcan’a soruldu.
Özcan soruyu şu sözlerle yanıtladı: “Şu anda ABD’de hem Türkler hem de Suriye’deki Kürtlerin uzlaştırılması noktasında bir arayış da var. ABD, ilk defa iki taraftan da üzerinde anlaşabilecekleri bir plana imza atmak istiyor. İki tarafı da buna ikna etmeye çalışıyor. James Jeffrey bölgedeydi. Bugünlerde buraya geri dönecek ve bu konuda her hangi bir ilerleme kaydedip, kaydetmediğini buradaki yönetime aktaracak. Suriye Kürtlerinin ve Türk devletinin bunu kabul edip etmeyeceği burada tartışılıyor. Tabii Kürtler, Türk devletinin denetiminde olan ve Türk askerlerinin içinde olacağı bir tampon bölgeyi kabul etmiyor. Bu onaylanması zor bir plan olarak görülüyor. Ancak yönetim ve Dışişleri Bakanlığı umutlu görünüyor. Kuzey Suriye’de böyle bir anlaşmaya varılabilirse bunun Türkiye ve PKK arasında yeniden bir uzlaşmanın olabileceğini dair umutlu olan bir kesim var. Ancak şimdi bu ne kadar gerçekçi? Mevcut Erdoğan iktidarı bir siyasi parti olan HDP’yi bile bu kadar hedef noktasına getirirken, HDP’yi ‘terörle’ suçladığı bir ortamda bu ne kadar gerçekçi olabilir? Bu da ayrı bir tartışma konusu.”
Pentagon: DAİŞ yeniden dirilebilir
Trump 19 Aralık 2018’de Suriye’den asker çekme kararını gündeme getirdiğinde buna en fazla karşı çıkan ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) olmuştu. Savunma Bakanlığı ana gövdesini YPG/YPJ’nin oluşturduğu QSD güçlerinin gerçekleştirdiği özgürleştirme operasyonlarıyla DAİŞ’in ağır bir yenilgi aldığını ancak asker çekilmesiyle birlikte oluşacak bir boşluk durumunda DAİŞ çetelerinin yeniden canlanacağını belirtiyordu.
Pentagon son olarak önceki gün yeni bir rapor yayınladı. Pengagon raporunda DAİŞ’in 6 ila 12 ay içinde yeniden güçlenebileceği ve sınırlı toprağı yeniden kontrol altına alabileceğini vurguladı. Suriye’de batı ve kuzeyinde otorite boşluğunun yaşandığı bölgelere saklanan DAİŞ’lilerin ABD askerlerinin çekilmesinin ardından yeniden örgütlenebileceği uyarısında bulunuldu. Pentagon raporunda ayrıca Irak ve Suriye’de DAİŞ’in yeniden güçlenmemesi için Sünnilerin sosyo-ekonomik, siyasi ve mezhepsel kaygılarının giderilmesini de önerdi.
HABER MERKEZİ