Irak ve Suriye’deki Kürt Bölgelerinde Neler Yaşanıyor?

Irak’ta 30 Nisan’da yapılacak seçimler öncesi İKBY Başkanı Barzani’den “Bağımsız Kürt devletinin kuruluşu yakın” açıklaması geldi. Öte yandan Suriye’de radikal dinci gruplar ile Kürt grupların çatışmaları sürüyor. Bölgedeki gelişmeleri gazeteci Mutlu Çiviroğlu, RS FM’de değerlendirdi.

Image

“Ali Topuz’la Dünya Hali”ne konuk olan gazeteci Mutlu Çiviroğlu, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (İKBY) ve Rojava’da yaşanan gelişmeleri aktardı.

“ERBİL’DE ‘YENİ BİR BAKIŞ AÇISI’”

Rojava’da kurulan yeni dört partili yapıdan bahseden Çiviroğlu, yapılanmanın detaylarını şöyle anlattı: “Dört yapıdan iki tanesi Azadî Parti’nin iki kolu. Aynı partinin geçen seneler içerisinde ayrılan iki kolunun yeniden bir araya gelişi. Üçüncü kolu ise Yekiti Kürdistan’i denilen Yekiti Partisi’nden kopan bir grubun oluşumu. Aslında Azadî’nin ve El-Parti’nin Irak Kürdistan Demokratik Partisi’nin Suriye’deki Rojava’daki kolu El-Parti’yle birleşmeleri anlamında değerlendirilebilinir. Ama tabi böyle bir dönemde, sembolik olarak böyle bir birlikteliğin oluşturulması önemli. Irak Kürdistan Demokratik Partisi’nin ve Sayın Barzani’nin şimdiye kadar ürettiği politikalardan sonuç alamayışının ardından, böyle somut bir şekilde kendisine en yakın yapılanmaları Erbil’de bir araya getirerek aynı çatı altında toplaması, değişik bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. Oradaki PYD’ye karşı ya da PYD’ye alternatif olması açısından somut bir adım olarak görülebilir.”

“ROJAVA’DA HALK BÖLGEYİ TERK ETMESİN DİYE ÇABA SARF EDİLİYOR”

Rojava’da hendekler kazıldığını ve bunun halk tarafından tepkiyle karşılandığını belirten Çiviroğlu, Kürdistan Demokrat Partisi’nin bu durumu değişik ifadelerle açıkladığını söyledi. Çiviroğlu, söz konusu açıklamaları şöyle aktardı: “Bunlardan bir tanesi; ‘bu hendekler aslında Kürtler için değil, Araplar geçmesin diye kazılıyor’ şeklindeydi. Yine aynı açıklamada Peşmerge yetkilisi ‘biz bunu teröristler geçmesin diye kazıyoruz’ dedi. Dün yine Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin yetkilisi Hamit Derbendi’nin ‘Biz burada halk bölgeyi terk etmesin diye böyle bir şey yapıyoruz. Halk Rojava’yı boşaltıyor, onun önüne geçmek için böyle bir yola girdik’ şeklinde bir açıklaması olmuştu. Tabi bunların hiçbir karşılığı yok Rojava’da.” Rojava’da Türkiye ile bağlantılı olarak sürdürülmekte olan ambargonun daha da derinleştirilmesi ile durumun ‘nefes alınmaz’ bir noktaya geldiğini söyleyen Çiviroğlu, “Hatta Ceylanpınar’da seçime şaibe karıştırılmasını, BDP’nin ‘seçimi büyük oy farkıyla kazandık ama sonradan oylar değiştirildi’ demesini bire bir bu gelişime bağlıyorlar” dedi.

“KOBANİ’Yİ AYIRMAK HALKI PSİKOLOJİK OLARAK ÇÖKERTMEK DEMEK”

Çiviroğlu, bölgede Irak- Şam İslam Devleti ve diğer radikal grupların özellikle son 3-4 haftadan beri çok yoğun şekilde saldırdıklarını hatırlatarak sözlerine devam etti: “Özellikle Kobani bölgesinde, Urfa’nın Suruç karşısındaki bölgesine düşen Cizire, Efrin Kürt dağı bölgeleri arasında kalan noktadaki yoğun saldırıyı iyi anlamak lazım. Bu saldırılar, IŞİD’in Rakka’dan, Halep’ten, Deyrizor’dan bütün güçlerini getirip Kobani’ye yayılması aslında çok sembolik bir öneme sahip. Her üç Kürt bölgesi arasında kalan Kobani’yi diğer iki bölgeden ayırmak, halkı psikolojik olarak çökertmek anlamına geliyordu. Bunu bazı kaynaklarla görüştüğümde bana söyledikleri; bunun birebir rejimin desteğiyle olduğuydu. Bu kadar eleman Suriye’nin değişik bölgelerinden gelip, Kobani’ye toplanıyorlar. Bu rejimden bağımsız değil, birçok noktadan rejimin elinden geçiyorlar.”


Tamamını oku: http://www.rsfmradio.com/2014_04_11/271075950/

Polat Can: Rojava’da Kürtlerin Durumu İyi, Araplar Daha Zorda

Image

Polat Can Til Maruf kasabasının girişinde görülüyor

Suriye’nin kuzeyinde, Kürtlerin yaşadığı Rojava bölgesinde kurulan özerk yönetimin savunma gücü olarak gösterilen Halk Savunma Birlikleri (YPG) yeni Genel Medya Sorumlusu Polat Can, Til Maruf kasabasında yaşanan çatışmaların ardından bölgedeki genel askeri ve siyasi duruma ilişkin olarak sorularımızı yanıtladı.

Sayın Polat Can Til Maruf kasabası elinize geçtikten sonra oradaki genel durum nedir?

Til Maruf Perşembe sabahı güçlerimiz tarafından Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), El Nusra ve Ahrar el Şam’ın elinden kurtarıldı. Bu çeteci güçlerinin yerleştirdiği mayınları temizlemekle meşguldük birkaç gün. Cuma günü birçok basın mensubu bölgeye gelip, incelemelerde bulundu. Şunu söyleyebiliriz ki özellikle Kürtlerin dini mekânlarına yönelik çok vahşice saldırılar gerçekleştirilmiş.

Image

Şunu sormak istiyorum, Din adıyla hareket ettiğini söyleyen bu tür örgütler kutsal mekânlara, ibadethanelere saldırıyorlar… Bu gruplar bu tür saldırılardan ne tür bir çıkar sağlamayı umuyor?
Bu durum belki birçok kişiye tuhaf gelebilir neden böyle yapıyorlar diye! Biz yaklaşık iki yıldır bu tür örgüt ve çetelerle savaşıyoruz, az çok onların kişilik yapıları ve psikolojilerini, ahlak yapılarını bildiğimiz için, bu yaptıklarına şaşırmıyoruz. Ama ilk defa Kürtlere ait bir dini mekâna saldırıyorlar. Bu cami ve dergâh sadece Kürtler için değil, Araplar ve Türkler için oldukça kutsal ve önemli bir yerdi. Xiznewi şeylerinin yüzbinlerce müridi var. Bu saldırıda Şeyh Abidin Xiznewi’nin türbesini tamamen yerle bir etmişler. Yine, buradaki medrese ve cami, ne yazık ki yerle bir olmuş durumda. İçinde birçok Kuran-ı Kerim’in da bulunduğu, dini kitapların yer aldığı kütüphaneyi de ateşe vermişler.

Image

 

Bu kutsal yapıların yanı sıra, evleri araçları talan etmişler, onlarca evi ve arabayı da yakmışlar. Tarih kitaplarında Hülagû ve Cengiz Han ordularının yaptığı talanı, katliam ve yağmalamaları hepimiz az çok okumuşuzdur. İslamiyet adına hareket ettiğini söyleyen bu örgüt ve çeteler de aynı şekilde katliam ve talan yapıyorlar.

Mayınlardan söz ettiniz. Peki, bu durum direk sivilleri de hedef alan bir şey değil mi?
Sivil insanların hayatı IŞİD ve diğer çetelerin hiç umurunda değil ki! Eğer öyle olsaydı Suriye’de yüzbinlerce masum insan öldürüldü, milyonlarcası yer değiştirmek zorunda kaldı. Yine, 6 milyon insan komşu devletlere sığınmak zorunda kaldı. Bugün Suriye’de insanlar aç, çocukların yiyebileceği yemek yok. Bütün bu olumsuz tablonun oluşmasında bu çetelerin etkisi çok fazla ve onlar yüzünden bu tür trajediler yaşanmaya devam ediyor. Onların umurunda mı çocuklar açlıktan ölmüş, Suriye bu duruma düşmüş, milyonlarcası göç etmiş? Arkalarında bıraktıkları mayınlara çocuklar, siviller gelip basmış, sonucunda sakat kalmış, ölmüş bunların hiç umurunda değil. Bu çeteler hiçbir zaman savaş hukuku gözetmedi, sivil, asker ayırımı yapmadı ve böyle bir hassasiyetleri de hiç olmadı. Eğer öyle olsaydı sivil alanlara yönelik bombalı saldırılar gerçekleştirmezlerdi. Kamişlo, Tirbesiye, Derik’te bombalı araçlarla saldırdılar. Bu şehirlerde yaşayan herkes asker mi sanki! Ama bu tür şeyler onlar için hiç önemli değil. Bu çetelerden geriye kalan kitaplar var elimizde. O kitaplarda deniliyor ki, “Eğer eyleminiz amacına ulaşmışsa, sivil insanların ölmesi sorun değil. O insanlar masum ise şehit olurlar ama değillerse zaten ölmeyi de hak etmişler demektir.”

Peki, ölü ve yaralı sayısı hakkında net bir bilgiye sahip misiniz?
Büyük bir sevinçle belirtmeliyim ki şimdiye kadar bu çatışma kapsamında YPG’den ve sivillerden herhangi bir kayıp yaşanmadı. Hafif yaralılar var. Çetelerden ise 13 tanesi YPG tarafından öldürüldü, birçoğu ise yaralandı. Ayrıca 9 tanesi de sağ olarak yakalandı ki şu an elimizdeler. Yine, bu çetecilerden başta 1 doçka, 3 BKC ve 15 adet Kaleşnikof olmak üzere çeşitli sayıda cephane ele geçirildi. Ama tam sayıyı bilmemekle birlikte, 15 kadar sivilin bu çeteler tarafından kaçırıldığını biliyoruz. Şunu de ekleyeyim ki Çeteler tarafından döşenen mayınları temizlemek, ateşe verilen evleri söndürmek için çok çaba harcadık.

Bazı Kürt siyasetçileri YPG’yi eleştiriyorlar, ‘Arap köylerinde ne işleri var. YPG böyle yaparak Kürtleri belanın içine çekiyor’ diye. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Biz kendilerini vicdan sahibi olmaya davet ediyoruz. Dilin kemiği yok malum. Oturdukları yerden her türlü sözü söyleme hakkını kendilerinde buluyorlar. Bir halkın ölüm-kalım durumu söz konusuyken, bu türden yorumlar gerçekten de insafsızca. Til Maruf kasabası çeteci grupların elindeki Til Hamis’a sadece beş kilometre mesafede. Bunlar Til Maruf’a Til Hamis’ten gelerek saldırdılar. Şunu da belirteyim ki bu çetelerin çoğu Libyalı! Aralarında Rakka’dan gelenler de var ama çoğu Libya’dan gelenler. Biz kendimizi, bölgemizi, köylerimiz korumak, savunmak zorundayız. Sadece oturduğumuz yerden, üstümüze gelmesinler demekle olmaz. Biz kendi köylerimizi, şehirlerimizi savunmak zorundayız. Bunun için de mutlaka kendi şehirlerimizin etrafında tehlike yaratabilecek yerleri kontrol altına almamız, güvenlik çember yaratmamız lazım. Aksi takdirde bugün Til Maruf’ta olanlar diğer bölgelerde de tekrarlanır. Kürtlerin, bölgedeki diğer halkların ve demokrasinin düşmanı olan bu çeteci güçlerin böylesi saldırılarını önlemek için buna mecburuz. Düşünün tonlarca patlayıcı bir araca yükleyip, insanların ortasında patlatıyorlar. Nitekim böyle saldırılar Kamişlo’da, Tirbespi’de ve Dêrik gibi yerlerde yapıldı da! Biz kendi toraklarımız ve halkımızı korumak için her türlü fedakârlığı yapmaktan, gerektiğinde canımızı da vermekten çekinmeyeceğiz.

Bir de şunu belirtmek istiyorum ki bu çetelerden zarar gören sadece Kürtler değil. On binlerce Arap vatandaş da bu çetelerden mağdurlar. Kürtlerin durumu iyi, arkasında YPG var. Ama Rojava’daki Araplar öyle değil, kendilerini savunacak güçleri de pek yok. O nedenledir ki bizi kendi bölgelerine davet ediyorlar ve bu çetelerden korumamızı rica ediyorlar. Yine, bundan dolayı da YPG içinde birçok Arap arkadaşımız var.

Peki, bu söylediğiniz doğruysa niye bu tür eleştiriler geliyor o zaman?
Çünkü bu insanlar bizi eleştirmeyi görevleri haline getirmişler. Ne yaparsanız, yapın biz sizi eleştireceğiz diyorlar. Canımızı bile versek, niye öldünüz diyecekler. Herhangi bir faaliyeti yok bu insanların. Kendi rahatlıkları için kaçıp, yurtdışına gitmişler. Akşama kadar internet başında oturup, YPG’yi eleştirmeyi kendilerine görev edinmişler. Ama halkımız bu iflas etmiş inşaları çok iyi tanıyor, o nedenle de itibar etmiyor böylelerine.

Image

ImageImage

Fotoğraflar: Xoşman Qado

http://www.radikal.com.tr/dunya/rojavada_kurtlerin_durumu_iyi_araplar_daha_zorda-1179247

Cenevre’de Kürtler Neden Yok?

9mutluciviroglu-Alitopuz
Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulma amacıyla toplanan Cenevre-2 Konferansı’nda İran kadar Kürtlerin de yer almaması tepkilere yol açtı. Cenevre masasında Kürtlerin yer almamasını gazeteci Mutlu Çiviroğlu, RS FM için değerlendirdi.

“Ali Topuz’la Dünya Hali”ne konuk olan Mutlu Çiviroğlu, “Biz, bölgeyi ziyaret eden gazeteciler sürekli yazdık ama artık birçok Batılı gazetecinin de dile getirdiği bir durum var: Rojava, Suriye’nin en istikrarlı, yıkımdan en az mağdur olmuş, azınlıkların en iyi korunduğu, çok kültürlülüğün ve toleransın en güçlü olduğu bölge. Yani bir bakıma ilerleyen tarihler düşünüldüğünde, Suriye için model” dedi.

“ROJAVA’NIN DIŞLANMASI AZINLIKLARI HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI”

Rojava’nın Cenevre-2’den bu şekilde dışlanmasının elbette ki Kürtleri, Hristiyanları ve bölgedeki diğer azınlıkları büyük bir hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Çiviroğlu, “Kürtlere biçilen misyon şu: ‘Esad öncesi ya da Esad sonrası sizin için pek bir şey değişmeyecek.’ Kürtlerin toplantıya davet edilmemesi bu hissi uyandırıyor” dedi.

“RESMİ BELGELERDE KÜRT İBARESİ YOK”

Özellikle Washington, sadece Suriye Ulusal Koalisyonu’nu (SUK) öne alarak, Ulusal Koordinasyon Komitesi’ni SUK çatısı altında katılmaya zorlayınca, Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin bunu protesto ettiğini ve toplantıya katılmadığını söyleyen Çiviroğlu, “Böyle olunca PYD, Cenevre’de bağımsız heyet olarak zaten kabul edilmedi” dedi. Ulusal Koordinasyon Komitesi yer almayınca PYD’nin de Cenevre’de temsil edilme şansının ortadan kalktığını ifade etti. PYD lideri Salih Müslim ile yaptığı görüşmede, Müslim’in resmi belgelerde herhangi bir Kürt ibaresine rastlamadığına dikkat çektiğini söyleyen Çiviroğlu, “‘Bu şahıslar Suriye muhalefeti adı altında yer alıyorlar, yani Kürt olarak değil’ diye dikkat çekmişti. Hatta rejim delegasyonunda da Suriye’nin eski İspanya büyükelçisinin de Kürt olduğunu, sonuçta Kürt olmasının bir şeyi değiştirmeyeceği ama Kürt kimliğini temsil eden insanların orada yer almadığını vurgulamak için söylemişti” dedi.

Ses dosyasını indirin
https://mutluwdc.files.wordpress.com/2014/01/dunya_hali_29_ocak.mp3

http://www.rsfmradio.com/radio_broadcast/76365508/128017602.html

Kürtler Cenevre’ye Bağımsız Katılmalı

Erdal İMREK İstanbul

Suriye’de çatışmalar da yola nasıl devam edileceğine dair belirsizlik de sürüyor. İçeride savaş, göç, ölüm… Dışarıda Suriye’nin geleceğini şekillendirme planları… Bir tarafta uzun süredir rejime karşı savaşan cihatçı güçlerin birbirine girmesi, öte yandan tüm olup bitenler arasında demokratik bir düzen inşa etmeye çalışan Rojava Kürtleri. Suriye’de işler hâlâ oldukça karışık. Şimdi gündem Cenevre’de toplanması planlanan konferans. Büyük oranda Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin inisiyatifinde gelişen ve Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair önemli bir durak olacağı varsayılan Cenevre-2 Konferansı’ndan nasıl bir sonuç çıkacağı da kimin nasıl temsil edileceği de muamma. Dahası 22 Ocak’ta gerçekleşmesi planlanan konferansın yapılıp yapılamayacağı bile belirsiz.

Bölgenin nabzını en iyi tutan isimlerden biri olan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’ya göre Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin muhalefetin temsilcisi olarak Cenevre’de görmek istediği Ahmed Jarba’nın Suriye’deki parçalı muhalefeti temsil edebilmesi mümkün değil. Suriye’deki en örgütlü siyasal, toplumsal ve askeri muhalefet gücü olan Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bağımsız olarak yer alması gerektiğini söyleyen Çiviroğlu, “Kürtlerin sorunları ana gündem maddelerinden biri değilse ve kendileri de konuşma hakkına sahip olmayacaklarsa konferansa katılmamaları daha doğru olur” diyor. BBC ve CNN’in de aralarında bulunduğu uluslararası basın kuruluşlarında da bölgeye ilişkin analizleri yayınlanan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’yla Suriye’de olan biteni, Cenevre’de kimin nasıl temsil edileceğini ve Kürtlerin durumunu detaylarıyla konuştuk.

İlk olarak Qamişlo’da meydana gelen son patlamayı sormak istiyorum. Nasıl yorumladınız bu saldırıyı?

Bu patlamanın Qamişlo’yu hedef alması ilginç. Çünkü Qamişlo bölgenin siyasi merkezi. Zaten belli bir süredir bu radikal gruplar Qamişlo ve etrafına yoğunlaştı. Saldırının halka korku salmak, oradaki istikrarı zedelemek ve orada Demokratik Özerk Yönetimin ilan edilmesiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zaten son dönemde Qamişlo etrafında şiddetli çatışmalar da devam ediyor.

Yani Geçici Yönetime ‘bu işler o kadar kolay değil’ mesajı mı verildi?
Evet, bir bakıma Kürtlerin statü sahibi olmasına karşı bir direniş bu. Çünkü Kürtlerin hayata geçirmek istediği, önerdiği model bu radikal gruplara ters. Kürtler bunu pratiğe de yansıttı. Bu federatif yönetim çok dilli, çok kültürlü, azınlıklara hem siyasi hem politik hem de yönetim anlamında ne kadar yer verdikleri ortada zaten.

Son ‘Toplumsal Sözleşme’de de Kürtlerin bu tutumu açığa çıkmış oldu…
Doğru. E tabi sonuçta bu adımlar, el Kaide bağlantılı gruplarla bağdaşmayan şeyler. Sadece bu radikal gruplara bağlamak da yetersiz kalır. Bazı bölge güçlerinin de Kürtlerin statü sahibi olmasından rahatsız olduğu sır değil.

Türkiye’nin de dahil olduğu bölge güçleri…
Tabi. Türkiye açık açık söylüyor karşı olduğunu zaten. Sayın Davutoğlu, Kürtlerin bu girişimlerini bir tehdit olarak algıladıklarını, statü sahibi olmalarından rahatsız olduklarını sürekli dile getiriyor. Tabi bu saldırı rejimin de işi olabilir. Benim aldığım bilgiye göre saldırı havan topuyla yapılmış. Rejim de bunu yapabilir. Yani rejim Kürtleri sevdiğinden, haklara layık olduğunu düşündüğünden değil, mecburiyetten sessiz kalıyor Kürtlerin bu girişimlerine. Bu bakımdan bunu da ihtimal dışı bırakmamak lazım. Her ne kadar şartlar gereği Kürtlere saldırmıyorsa da, karşısına almak istemiyorsa da bulduğu fırsatta Kürtlerin böyle bir statü sahibi olmasını engellemek için bu tür girişimlerde bulunabilir. Ama şu andaki güçlü görüş, bu saldırıyı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi güçlerin yapmış olduğu. Ama kimden gelirse gelsin Qamişlo’nun siyasi başkent oluşu, özerkliğin merkezi oluşu, Kürtler için sembol bir şehir olması nedeniyle hedef alındığı göz ardı edilmemeli.

Yeri gelmişken sorayım; Kürtlerin Geçici Yönetimi kurmasının, Toplumsal Sözleşme’de kabul edilen maddelere ilişkin Esad yönetiminden bir açıklama gelmedi. Ne oldu bu gelişmelerin rejimdeki yansıması? Buna ilişkin bir izleniminiz var mı?

Rejimin resmi bir açıklaması yok. Dolaylı olarak bakıldığında bu mesajları anlayabiliyoruz. Ben bundan birkaç hafta önce Esad’a yakınlığıyla bilinen, Suriye Kürt Konseyi başkanı, parlamenter Omer Osê ile görüşmüştüm. Osê hükümetin ve Esad yönetiminin Kürtlere borçlu olduğunu, Kürtlerin bu zor günlerde kendilerini arkadan bıçaklamadığını ve bu yüzden kendi deyimiyle ‘bu kargaşa durumu’ bittiği zaman Şam hükümetinin Kürtlere bir takım haklar vermeye hazırlandığını söylemişti. Osê sıradan bir isim değil. Beşar Esad’a çok yakın bir insan.  Sonuçta Esad yönetiminin sessizliği, doğrudan karşı açıklamada bulunmayışı Kürtlerin bu hamlelerine ses çıkarmadığı anlamına gelebilir.

Bu sessizlikte savaşta yeni bir cephe açmak istememesinin de etkisi olmalı…
Evet. Buna ses çıkarmaması gerçekten de Kürtleri desteklediği için değil. Malum Esad rejimi Kürtleri en temel haklarından mahrum bıraktı ve vatandaşlık haklarını ellerinden alarak birçok Kürdü adeta yaşayan ölüye çevirdi. ‘Rejim gerçekten de bu yaptıklarından pişmanlık duydu, şimdi bu haksızlıkları telafi etmeye çalışıyor’ demek pek de mümkün değil. Bana göre sessizliği daha çok, mevcut durumda Kürtler gibi siyasi ve askeri alanda örgütlü bir yapıyı karşısına almak istememesinden dolayı. Ayrıca, rejimin Rojava bölgesini kontrol etme şansı yok mevcut şartlarda. Orası ya Kürtlerin kontrolünde olacak ya da el Kaide destekli radikal grupların. Bu nedenle de Kürtlerin laik, ılımlı ve toleranslı yapısının rejim için Kürtleri daha iyi bir seçenek haline getirdiğini düşünüyorum. Ama tekrar söyleyeyim ki bu durum Esad rejiminin Kürtlerin kendi haklarına gerçekten de sahip olması gerektiğine inandığı anlamına kesinlikle gelmiyor.

Rojava Anayasası’na yeniden dönelim. Çok dilli, yönetimde Kürtler dışındaki halkların da yer aldığı oldukça demokratik bir sistem ön görülüyor. Türkiye’nin de dahil olduğu bu bölge için düşünüldüğünde oldukça ileri bir Toplumsal Sözleşmeden söz ediyoruz. Bölgede nasıl bir etki yarattı bu?

Bölgeyi pek memnun ettiği söylenemez. Çünkü bölge ülkelerinin çoğu demokrasiden yoksun. Çok dilliliği, çok kültürlülüğü tehlike olarak gören yönetimler. Bu nedenle Kürtlerin bu adımları olumlu karşılanmıyor.  Sorun sadece bu Toplumsal Sözleşme’nin demokratik oluşu değil, Kürtlerin statü sahibi olmasını dahi istemiyor bölge güçlerinin çoğu. Bakın İran, Suriye rejimini destekliyor. Türkiye de dahil bir çok ülkeyle çelişki halinde. Ama Kürt sorununda Tahran, Ankara’dan da geri bir noktada. Irak’ta Maliki de konjonktürel olarak ne kadar Suriye’deki Kürtleri destekliyor görünse de kendi Kürtleriyle sorun yaşar halde. Türkiye de bir yandan ‘barış süreci’ diyor ama öte yandan da PYD’nin öncülüğünde Rojava Kürtlerinin bu kadar toleranslı, demokratik, bu kadar gelişmiş, bölgenin çok ilerisinde bir yapı oluşturmasını tehdit olarak görebiliyor. Sonuçta bu bölgenin yapısıyla ilgili. Bahsettiğimiz bölgede demokrasi kavramı çok oturmamış. Suriye’de taraf olan bölgesel güçlere baktığınızda; Suriye hükümeti, İran, Suudi Arabistan, Katar… Bu ülkelerde demokrasi zaten oturmamış. Bu nedenle bu ülkeler böyle eşitlikçi bir sistemi kendileri için tehdit olarak görüyor. Bu nedenle iyi karşılamaları beklenemez.  Bölgede bu saydığım ülkelere göre demokrasisi en ilerde olan Türkiye bile 900 km’lik güney sınırında, kendisine dost elini birçok kez uzatan Rojava Kürtleri yerine silahlı, radikal grupları tercih edebiliyor!

Peki demokrasiden çokça söz eden Batı’nın tutumuna ne diyorsunuz?

Evet, tabii ki demokrasiyi ve insan haklarını savunan Batı’dan, Amerika’dan Rojava’ya destek gelmesi beklenirdi. Ama onlar da Kürtlerin güç olmasını istemiyor ve olaylara kendi çıkarları temelinde bakıyorlar. Ayrıca Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve diğer Arap ülkelerini rahatsız etmek istemiyorlar. Bu yüzden de kendileriyle iyi ilişki kurmak isteyen, laik ve radikal gruplara karşı iyi bir alternatif sunan Kürtlere destek sunmuyorlar. Amerika’nın başını çektiği Batı, Kürtleri etkili bir muhalif güç olarak değil de, en fazla Suriye Ulusal Koalisyonu içinde etkisiz bir yapı olarak görmek istiyor. Bu nedenle de şu an için Kürtlerin Rojava’da oluşturduğu yapıyı desteklemiyorlar ama bu durum ilerde elbette ki değişebilir.

Sonuçta Kürtler demokratik bir sistemin adımını attılar Rojava’da. Peki ‘bu yeni durum baskıdan bunalmış Ortadoğu halkları için bir umut olabilir’ dersek çok mu iddialı olur sizce?
Aslında olmaz. Sonuçta bir emek harcanıyor, insanlar bedel ödüyor. İnandıkları şeyi pratiğe dönüştürüyorlar. Her ne kadar bu demokratik sistemin uygulanmasının önüne engeller konuluyorsa da bunun hayata geçeceğini düşünmek hayalcilik olmaz.  Sonuçta Kürtlerin bu ideallerinde samimi oldukları ortaya çıktı. Halkın bu kadar iç içe yaşadığı bu coğrafyada bir umut olmaması için bir neden yok. Ama bunun bölge halklarına umut olabilmesi için sağlam temellere inşa edilmesi lazım. Bu da tabi demokrasi isteyen, ilerici güçlerin sahiplenmesiyle mümkün. Buradaki yapıya destek olmak, buradaki yapıyı tehditlerden koruma çabasına girmek mümkün. Eğer Rojava’daki yapı yaşayabilirse, bütün çevre ülkelerde yaşayan halklar için bir umut, bir model olması hiç de ütopik değil. Ama dediğim gibi bunun için de Rojava’ya dönük saldırıların engellenmesi, buraya dönük ablukanın kırılması, yaşam şartlarının normale dönmesi de gerekli. Bu konularda çevre ülkelerdeki demokrasi isteyen, ilerici güçler, barışı, insan haklarını savunan güçler mutlaka etkin rol almalı.

Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ve Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) arasında gerçekleşen görüşmeleri yakından izlediniz. Taraflarla da birçok kere görüştünüz. Nasıl bir tablo çıktı ortaya bu görüşmelerden? Cenevre’ye birlikte katılma konusunda varılan mutabakatın yansımaları neler olacak?
Ortaya çıkan tablo şu; Bu görüşmeler PKK ve KDP’nin girişimleriyle oldu. Kürtlerin en güçlü bu iki yapısı arasındaki üst düzey görüşmeler neticesinde gerçekleşti. Özellikle Cenevre Konferansı öncesinde, Kürtlerin taleplerinin uluslararası arenada daha güçlü dillendirilmesi için bir güç birliğinin, bir tek sesliliğin gerekliliği konusunda mutabakat sağlandı. Bunun bir yansıması olarak MGRK ve ENKS, Erbil’de Federal Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Barzani’nin ev sahipliğinde. Leyla Zana ve Osman Baydemir’in de arabuluculuğuyla gerçekleşen bu görüşmeler 6-7 gün sürdü. Bu görüşmeden sizin bahsettiğiniz karar çıktı. Kürtlerin Cenevre’ye ortak bir komisyonla gitmesi konusunda mutabakat sağlandı. Fakat bu kararın bir de ‘eğer’ kısmı var. ‘Eğer Cenevre Toplantısı’nı düzenleyen güçler bunu kabul ederse.’ Şimdi bu böyle olduğu zaman bu biraz zayıf bir ifade oluyor.

Nasıl bir Cenevre istiyor bu güçler?
Cenevre toplantısını düzenleyen güçler şu fikirde; Toplantıda Suriye’den sadece iki taraf olacak. Hükümet ve Muhalefet. Muhalefet dedikleri; Amerika’nın başını çektiği Batı’nın, Türkiye’nin, Katar’ın, Körfez sermayesinin desteklediği Ahmed Jarba’nın başkanı olduğu Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDGUK). Bu yapılanma zaten başlı başına hastalıklı, kendi iç çatışmalarıyla boğuşan bir yapılanma. Ama Suriye’de muhalefet bu değil. Mesela, PYD’nin de yer aldığı ve Salih Müslim’in genel başkan yardımcısı olduğu, Suriye Ulusal Koordinasyon Komitesi (NCB) diye bir yapı var. Bu daha çok solcu, sosyalist, demokrat, ilerici olarak bilinen, Kürtlerden sadece PYD’nin yer aldığı bir yapı. Yani Suriye’de Muhalefet denen şey tek yapılı değil. Suriye’de bazı çevreler de NCB’yi muhalefetin gerçek temsilcisi olarak görüyor. Onlara göre SMDGUK Suriye’deki halkların değil, dış güçlerin temsilcisi. SMDGUK ise NCB’yi rejim yanlısı olmakla itham ediyor.

Böylesi bir durumda kim temsil edecek Suriye’yi? Tüm muhalif grupların temsilcilerinin yer alacağı bir heyet mi ya da SMDGUK’un belirleyeceği isimler mi? Bu tam belli değil. Bir yanda da silahlı gruplar var.

Evet, bir sürü silahlı grup var. Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe, el Kaide’ye bağlı gruplar… Onlar da zaten kabul etmiyor SMDGUK’yi.

Ne olacak peki bu durumda?
Muhalefeti kimin temsil edeceği belli değil. Kaldı ki NCB Çarşamba günü yaptığı açıklamada konferans düzenleyicilerini ve SMDGUK’yi eleştirerek Cenevre’ye katılmayacağını duyurdu. Bu durumda Kürtler için tek seçenek muhalefetin bir parçası olarak Cenevre’ye katılmak. PYD’nin de içinde yer aldığı NCB, izlenen yöntemden dolayı konferansı boykot edeceği için MGRK Cenevre’de temsil edilmeyecek. Geriye kalan seçenek ise SMDGUK içinde yer alacak ENKS üyeleri ve Abdulbasit Seyda gibilerin Kürtler adına orda olmaları ki PYD buna karşı olduğunu belirtiyor. Batı diyor ki; muhalefeti SMDGUK temsil edecek. Öbürleri de diyor ki; SMDGUK nasıl temsil edecek muhalefeti? Bir; NCB bu koalisyonun içinde değil. Yani Suriye içindeki muhalefet yer almıyor koalisyonun içinde İki; Savaşan güçler, yani el Kaide’den tutun İslami Cephe’ye kadar olan silahlı gruplar diyor ki; SMDGUK bizi temsil etmiyor. Yani SMDGUK’nin temsil gücü çok çok sınırlı. İç destekten yoksun, sadece dışardan destekle yaşayan bir yapı gibi. Eğer SMDGUK hafta sonu İstanbul’daki toplantısında Cenevre’ye katılma kararı alırsa ki bence istemeden de olsa Batı baskısından dolayı alacak. ENKS de onların bir parçası olarak konferansta yer alacak. (Röportaj bahsi geçen İstanbul toplantısından önce yapıldı. Toplantı sonuncunda SMDGUK, konferansa katılma kararı aldı)

Bu Cenevre’de adil bir temsiliyet olmayacağına işaret…
Bana göre olması gereken Suriye’deki en büyük etnik azınlık ve en örgütlü siyasal, toplumsal ve askeri muhalefet gücü olarak Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bağımsız olarak yer almalarıdır. Eğer Kürtlerin sorunları konferansın ana gündem maddelerinden biri değilse ve kendileri de konuşma hakkına sahip olmayacaklarsa katılmamaları daha doğru olur. Öte yandan, alternatif bir seçenek olarak ENKS ve MGRK acilen bir araya gelip, konferans ile ilgili ortak bir karar almalı. Kürt halkının kendi yönetimine sahip olması, ayrı bir dil, ayrı bir halk olarak Anayasa’da kabul edilmesi gibi konularda ortak bir tutum oluşturulmalı. Ama konferansın ilan edilen tarihte yani 22 Ocak’ta yapılamama olasılığı da göz önünde bulundurulmalı. Böylesi bir erteleme Kürtler için de kendilerini daha iyi hazırlamaları açısından daha fazla olanak sağlayabilir.

Cenevre’ye kimin katılacağına ilişkin tartışma Suriye içindeki güçlerle de sınırlı değil. Örneğin Amerika, İran’ın katılımına ilişkin tereddütlerini açıklıyor…
Evet, orada da bir belirsizlik var. Rusya ve Esad İran’ın katılmasını istiyor. İran’ın bir bölge gücü olduğunu ve bu nedenle katılmasını istiyor. İran da ön şart kabul etmeyeceğini söylüyor. Tabi şu andaki görüş İran’ın katılmaması yönünde. Ama son dönemde Amerika’yla İran arasındaki ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda; Amerika’nın bu direnişinden vazgeçmesi muhtemel. Ama bölgeyi yakından tanıyan birçok insan İran olmadan bu işin olmayacağını düşünüyor. Öte taraftan İran’ın katılmasına Batı’dan ciddi bir muhalefet var.

‘Tamam, Kürtler Cenevre’ye ayrı bir güç olarak katılsın’ dendiğini varsayalım. Kürtler tek bir grup olarak katılabilecek olgunluğa eriştirdi mi aralarındaki tartışmayı sizce?

Bence evet. Zaten son toplantı bunu gösteriyor. Kürtler 2. Lozan tehlikesini ciddi biçimde gördüler. Özellikle Türkiye’deki Kürt hareketinin ve özellikle de BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın bu durumu dillendirmesi birçok Kürt çevresi tarafından dikkatle izlendi. Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) başkanı Tahir Sifuk da söyledi; ‘Biz 2. Lozan tehlikesini görüyoruz ve bunu kabul etmeyeceğiz’ dedi. Önce PKK ve KDP’nin daha sonra da MGRK ve ENKS’nin bir araya gelmesi, her ne kadar aralarında ciddi sorunlar da olsa böylesi önemli platformlarda ortak bir tutum geliştirmeleri gerektiğinin bilincine eriştikleri kanaatindeyim.

Peki, Cenevre 2 tüm bunlara rağmen toplanabilirse bir çözüm sunacak mı Suriye için?
Konferansın yapılması durumunda en iyi ihtimalle sadece çözüme yönelik bir adım olacak. Çözüm daha çok uzun zaman gerektirecek. Çok zahmetli bir yolun başlangıcı olabilir ancak Cenevre. Suriye’de aşılacak daha çok yol var.

Sizinle geçtiğimiz aylarda yaptığımız görüşmede, ‘Büyük güçler Suriye’de çözüm istemiyor. Çatışmalı durumun devamından rahatsız değiller’ demiştiniz. Hâlâ aynı noktada mısınız?
Evet, aslında büyük oranda hâlâ o noktadayım. Ama tabi Ortadoğu malumunuz yarını bile kestirmenin çok güç olduğu bir bölge. O görüşmemiz eylülde gerçekleşmişti ve o günden bu yana bölgede çok ciddi gelişmeler de oldu. Örneğin Amerika’yla İran arasındaki ilişkiler, Amerika’nın istediği şekilde değişti. İran nükleer programında tavizler verdi. Benim görüşüm; Amerika, Suriye’de asıl olarak İran’ı yıpratmak için uğraşıyor hem siyaseten hem de ekonomik olarak. İran’ın bu manevrası da Suriye’de düştüğü güç durumla ilgili bence. İran’la ilişkiler farklı bir zemine oturdu. İkinci olarak, el Kaide merkezli radikal İslam’ın gücü çok çok arttı Suriye’de. Irak’a da yansıdı bu güçlenme. Irak’ta merkezi hükümetle el Kaide çatışıyor. Suriye’de Til Abyad, Afrin taraflarında da radikallerin gücü arttı. Artık bu durumu da bir ayar verme gerekliliği ortaya çıktı. Bunlar düşünüldüğünde durum Eylülden biraz farklı. Ama bu farklılıklara rağmen, büyük güçlerin ‘tamam bu iş çözülsün, artık bitsin’ dediğini düşünmüyorum. Cenevre’ye ilişkin tutumları da büyük güçler açısından ‘bu işin çözülme zamanının henüz gelmediğini gösteriyor. Bakın işte Kürtler gibi, on yıllardır rejimin her türlü baskısına maruz kalmış, Suriye’nin en büyük etnik azınlığının kongrede kendisini ifade etmesine bile izin verilmemesi gösteriyor ki Amerika ve Batı, Suriye’de çözüme hazır değil.

El Kaide’ye bağlı grupların bir birine girmesi, yeni ittifaklar, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Nusra, İslami Cephe arasında çatışmalar… Suriye’yi aşıp, Irak’a sıçrayan çatışmalar… İşler çok karışmış gibi görünüyor. O cenahın bir fotoğrafını çekmenizi istesek neler söylersiniz?

Valla o fotoğrafı çekmek çok zor. Dediğiniz gibi her şey o kadar karıştı ki. Bakın Suriye İnsan Hakları Örgütü’nün geçtiği rapora göre son günlerde hem ÖSO’dan hem radikal gruplardan 700 insan öldürüldü. Bu bile durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Şu anda Nusra ve IŞİD’in varlığı var. Özellikle IŞİD gücünü çok arttırdı. El Kaide’nin ‘Nusra bizim temsilcimiz’ diye bir açıklaması oldu. Nusra daha çok Suriyelilerin oluşturduğu, IŞİD ise yabancı kökenlilerin oluşturduğu bir yapı. Bunlar Rojava’ya yönelik en çok tehdit oluşturan yapılar. Irak’ta da yine bunlar var. Ambar’da, Musul bölgesinde de var olmaya çalışıyorlar. Öte yandan İslami Cephe diye Özgür Suriye Ordusu’ndan kopan bir yapı var. Yani ÖSO şu anda ismen kalmış durumda. Diğerleri de birçok yapıya bölünmüş halde. Bir çok grup, Nusra, IŞİD ve İslami Cephe’ye dahil oldu. Ama şu anda en güçlü yapı IŞİD. Bunların hem maddi sorunu yok hem de sürekli militan akını var bunlara. Bu yapıların varlığı artık öyle tehlikeli boyutlara ulaştı ki batı kamuoyunu da rahatsız ediyor. Yakın zamanda bu radikallere yönelik bir operasyon gündeme gelebilir.

Bu gruplar dışarıdan hâlâ ciddi destek de görüyorlar tabi…

Tabi bunlar Körfez sermayesinden destek alıyorlar. Türkiye de bu gruplara destek oluyor. En son Türkiye’de gündeme gelen TIR olayı da biliniyor.

http://www.evrensel.net/haber/76705/kurtler-cenevreye-bagimsiz-katilmali.html

Rojava’da MGRK ile ENKS Arasında Önemli Anlaşma

Rojava’da MGRK ile ENKS Arasında Önemli Anlaşma

Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesini fiilen kontrol eden ve Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) en büyük bileşeni olduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi (MRKG) ile Suriye Ulusal Koalisyonu’na (SUK) dahil olan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) arasında 5 gündür Erbil’de devam eden görüşmeler sonuçlandı.

MGRK Başkanı Abdülselam Ahmed ve ENKS Başkanı Tahir Sefuk ortak basın açıklaması yaparken

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in arabuluculuğunda başlayan görüşmelerden çıkan karara göre Kürtler, Cenevre-2 Konferansı’na tek bir heyetle gidecek, Semelka Sınır Kapısı açılacak ve ilişkilerin sağlıklı yürütülmesi için 11 kişilik bir komite oluşturulacak.

Dün Erbil’de düzenlenen basın toplantısında Batı Kürdistan Halk Meclisi Başkanı Abdülselam Ahmed “Cenevre-2’de Kürt meselesi konuşulmazsa eksik bir konferans olacaktır” mesajı verdi. Kürt, Arap ve Süryanilerin birlikte hareket etmeleri halinde başarılı olabileceklerini belirten Ahmed, sınır kapısının da siyasete alet edilmeden hep açık kalması gerektiğini vurguladı. Ahmed, ENKS’nin, PYD’nin tutukladığı kişilerin bırakılması şartıyla ilgili de “Batı Kürdistan Halk Meclisi olarak bunların serbest bırakılmaları girişimde bulunma kararı aldık” dedi.

Önce SUK’un Mutabakatı

Ahmed kurulacak 11 kişilik bağımsız komite ile ilgili de şu bilgiyi verdi: “Komite sınır kapısı, sağlık, insani yardım ve eğitim gibi birçok konuda gözlem yapabilecek. Bu gözlemlerini tarafsız bir şekilde dile getirme yetkisine sahip olacaklar.”

ENSK Başkanı Tahir Sefuk ise “Konferansa Suriye muhalefetiyle birlikte katılma kararı aldık. Suriye muhalefeti, onlarla birlikte toplantıya katılmamızı istemezse Kürtler olarak katılacağız. Kürtlerin tek heyet olarak katılması çok önemlidir” dedi.

Konferansı Boykot İhtimali

PYD’yi Kürt Yüksek Konseyi’nde temsil eden İlham Ahmed ise Radikal’e yaptığı açıklamada Cenevre-2 Konferansı’na ortak bir heyetle katılma kararının kabul edilmesi için konferansı organize edenler nezdinde çaba göstereceklerini söyledi. Bu taleplerin kabul edilmemesi durumunda konferansı boykot edeceklerini belirten Ahmed, Cenevre-2’nin ikinci Lozan’a dönüşmesine izin vermeyeceklerinin altını çizdi.

Ahmed, Sêmalka Sınır Kapısı’nın önceden olduğu gibi her iki meclisin içinde yer alacağı ortak bir heyet tarafından yönetileceği bilgisini verdi. Kapının önce insani yardımlar, acil durumlar ve aile birleşimleri gibi konular için açılacağını belirten Ahmed, daha sonra ticari amaçlı kullanıma da izin verileceğini kaydetti.

Rojava’da YPG’nin konumunun ne olacağı sorusuna Ahmed şu yanıtı verdi: “YPG, Rojava’daki grupların tamamının ortak gücü ve bugüne kadar 400’e yakın şehidi var. YPG hem Rojava’da hem de uluslararası alanda kabul gören, saygı gösterilen bir güçtür. Bu nedenle başka bir askeri güce ihtiyaç yok. İsteyen herkes YPG’ye katılıp, Rojava’yı savunabilir.”

KCK Dış İlişkiler Sorumlusu Zagros Hiwa da Kürtlerin birden fazla heyetle Cenevre 2’ye gitmelerinin Kürtler adına bir kazanım sağlayamayacağını vurguladı. Radikal’e konuşan Hiwa, Rojava’da ENKS ve MRKG’yi Kürt Yüksek Konseyi çatısı altında birleştiren Erbil Anlaşması çerçevesinde birliğin yeniden sağlanması için PKK ile KDP’nin görüşmeler yaptığını ve Cenevre’ye tek heyetle katılım konusunda ortak bir yaklaşım çıktığını belirtti. Hiwa “Cenevre 2 çok önemli. Çünkü tüm Ortadoğu yeniden şekillendiriliyor. Bu yüzden Kürt Yüksek Konseyi’nin tüm Rojava Kürdistanı’nı temsil etmesi için ortak bir tutum ortaya çıktı. Bu yaklaşım PKK ve KDP’de de var” dedi.

‘İkinci Lozan Olmasın’

Hiwa Kürtlerin farklı heyetler halinde Cenevre’ye gitmelerinin riskli olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yaptı: “Ayrı ayrı gittiklerinde Kürtler adına bir kazanım sağlayamayacaklar. Her bir güç Kürt bölgesinin bir parçasının talibi olacak. Kendi ideoloji ve argümanlarına göre Kürtlerin haklarını savunacaklar. Kürtler bunu daha önce çok yaşadı. Kürtlerin en büyük tecrübesi bu konuda örnek olabilecek Lozan’dır. Lozan öncesi ‘Kürtler kardeşimizdir, haklarını vereceğiz’ dediler. Fakat Lozan yapıldıktan sonra Kürtlerin adını ağızlarına almadılar ve Kürtlerin hakları üzerine hiçbir sonuç çıkmadı. Ondan sonra da tüm Kürdistan parçalarında Kürtler üzerine inkâr siyaseti yürütüldü. Neden böyle oldu? Çünkü Kürtler kendi adlarına Lozan’a katılmadılar.

Şimdi de Kürtlerin tek ses ile katılmaları istenmiyor. Ulusal ve bölgesel güçler Kürtleri, Cenevre 2’de kullanarak buradan kazanım elde etmek istiyorlar. Bu nedenle Kürtlerin tek bir heyet ile katılmaları onlara kazandıracaktır. Kürtlerin kazanımlarının olması halinde uzun vadede tüm Ortadoğu’nun yararına da olacaktır.”

http://www.radikal.com.tr/dunya/kurtlerden_ortak_katilim_icin_rest-1167908

Barzani Daveti Dış Politikada Revizyonun Parçası mı?

  Mahmut Hamsici  BBC Türkçe

Türkiye, son dönemde özellikle Orta Doğu’da yaşadığı sorunlar ile yeni bölgesel ve uluslararası gelişmeler karşısında bölge politikasında revizyona mı gidiyor?

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) lideri Mesut Barzani’nin Diyarbakır ziyareti de, Türkiye’nin Suriye, İran ve Irak’la ilgili politikalarını gözden geçirmeye yöneldiği dikkate alındığında, bu değişim sürecinin bir parçası olarak görülebilir mi?

Bu sorulara ‘evet’ yanıtı veren gözlemcilerin sayısı fazla.

İddia edilen ‘revizyonun’ nedeni ise, Türkiye’nin Orta Doğu politikasında karşılaştığı zorluklar kadar bölgesel ve uluslararası gelişmeler olarak görülüyor.

Revizyon iddiasını güçlendiren gelişmeler

Türkiye’nin, Suriye’de Beşar Esad yönetimini silahlı mücadeleyle devirmek isteyen güçlere olan desteğine karşın Suriye’deki krizin uluslararası alandaki çözümünde diplomasi öne çıktı.

Bu dönemde muhalif gruplar arasındaki sorunlar derinleşirken Suriye ordusu ülke içinde yeni kazanımlar elde etti.

Radikal İslamcı grupların ülkedeki artan etkinliği Batı’da kaygı yaratırken uluslararası alanda Türkiye’ye bu radikal grupları desteklediği iddiasıyla yöneltilen eleştiriler arttı.

Ayrıca Rojava’da KCK üyesi PYD’nin güç kazanması, Türkiye’yi PKK’ya yakın bir örgütle ‘sınır komşusu’ yaptı ve PKK ile yürütülen barış görüşmelerinin zora girdiği bir dönemde KCK’yı siyasal olarak güçlendirdi.

Bu gelişmeler Türkiye’yi Suriye politikası konusunda sıkıntıya soktu.

Türkiye’nin Irak ve İran yönetimiyle gerilen ilişkileri ile Suudi Arabistan ve Katar’la kurduğu ittifak, Türkiye’yi uluslararası kamuoyunda ‘mezhepçi’ ve ‘agresif’ bir dış politika izlediği eleştirilerinin hedefi haline getirdi.

Bunlara ek olarak İsrail’le yaşanan sorunlar, AB’ye üyelik sürecindeki yavaşlama, Gezi Parkı protestolarına yönelik hükümetin tavrı, Çin füzesi tartışmaları ve Ankara’nın Erbil’le arasındaki petrol anlaşmasını Bağdat’ı dışlayarak yaptığı iddiaları, Batı’da Türkiye konusunda kaşların kalkmasına neden oldu.

Suriye’deki gelişmeler dışında ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri ile İran arasındaki son dönem ılımlılaşan hava da Türkiye’nin bölge politikalarının elden geçirilmesi gereğini ortaya koydu.

Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetiminin bir darbe ile devrilmesi de hükümetin bölgedeki en önemli müttefiklerinden birini kaybetmesine yol açtı.

Revizyona gidildiğinin işaretleri

Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin Orta Doğu politikasında son haftalarda yaşanan ‘yeni ayar arayışlarının’ neden olarak görülüyor.

Bu çerçevede, Ankara-Bağdat arasında görüşme trafiği arttı, Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari Türkiye’ye geldi, ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Irak’a gitti.

Önümüzdeki aylarda Irak lideri Nuri Maliki’nin Türkiye’ye gelmesi bunu takiben Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak’ı ziyareti bekleniyor.

Benzer bir durum Tahran’la trafikte de gözleniyor. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Kasım ayı başında Türkiye’yi ziyareti de iki ülke arasındaki ilişkilerde yumuşamanın işareti olarak yorumlanıyor.

Önümüzdeki aylarda Bakan Davutoğlu ve Başbakan Erdoğan’ın İran’ı ziyaret etmeleri bekleniyor.

Türkiye’nin Suriyeli radikal gruplara destek verdiği iddialarıyla ilgili çeşitli gelişmeler yaşanıyor.

Ayrıca Erdoğan ve Davutoğlu’nun son dönemde vurguladıkları ‘El Kaide’yi desteklemiyoruz’ açıklamalarıyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Akdeniz’deki bir Afganistan’ uyarısı eş zamanlı oldu.

PYD lideri Salih Müslim de Türkiye’nin son dönemde kendilerine karşı savaşan radikal İslamcıları desteği kestiği yönünde açıklama yapmıştı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınırdan Irak Şam İslam Devleti örgütünün mevzilerini bombaladığını açıklaması ve Adana’da Suriyeli muhaliflere gittiği iddia edilen 1200 füze başlığının ele geçirildiği operasyon da göz önüne alındığında ‘Türkiye radikal gruplarla ilişkisini gözden geçiriyor’ yorumları yapılıyor.

Çoğu gözlemciye göre, Barzani’nin ziyaretinin zamanlaması ve kamuoyuna yansıtılış tarzı bu ziyaretin başka nedenler kadar bu revizyonla da ilgili olabileceği görüşünü doğuruyor.

tıklayın ERDOĞAN VE BARZANİ’NİN DİYARBAKIR BULUŞMASIYLA İLGİLİ CANLI ANLATIM

‘Rojava’yla ilgili’ iddiası

ABD NASIL BAKIYOR?

Ziyaret ABD’de de yakından takip ediliyor. ABD’nin Kürt siyasi gruplarının Suriye Ulusal Koalisyonu’na katılımını desteklediği ve Rojava’daki KDP çizgisinde daha yakın durduğu biliniyor.

Washigton’dan BBC Türkçe’ye konuşan gazeteci İlhan Tanır, ABD’in Ankara-Erbil-Bağdat hattındaki ilişki beklentisini şöyle yorumluyor:

“ABD için Irak’ın bölünmeyeceği ve Maliki hükümetinin marjinalize edilmeyeceği bir Ankara-Erbil ilişkisi arzu edildiği biliniyor. Son gelişmelerle ilgili yine bu prensibin zedelenmeyeceği bir ilişkinin sürmesinin istendiği görülüyor.”

ABD’nin PYD’nin bazı adımlarından rahatsız olduğu iddia ediliyor.

Mutlu Çiviroğlu bu nedenle PYD’nin de bu yüzden Rusya’yla yakınlaştığını söylüyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki son açıklamasında PYD’nin Rojava’daki özerklik adımından rahatsız olduklarını duyurdu.

Psaki, Suriye’deki Kürtlerin başka bir kolu olan Kürt Ulusal Konseyi’nin de Suriye Ulusal Konseyi’ne katılımını takdir ettiğini belirtti.

Tanır, “ABD bu yönden de Ankara ve Erbil’in pozisyonunu desteklediğini göstermiş oldu” yorumunu yapıyor.

KYB Peşmerge Bakanı Cebbar Yaver, Brüksel’de düzenlenecek olan NATO Uluslararası toplantısına davet edilmesi de bu görüşü destekler nitelikte.

Peki Rojava’ya ilişkin Barzani ile Türkiye’nin ortak olduğu anlaşılan kaygıları bu ziyaretin neresinde?

Bazı yorumculara göre, Rojava’da PYD’den rahatsız olan Türkiye, zaten iyi ekonomik ve siyasal ilişkilere sahip olduğu IKBY’yle PKK-PYD’nin bölgede etkisini zayıflatmak için Rojava’ya yönelik ortak bir siyasi proje geliştiriyor.

Washington’dan bulunan gazeteci Mutlu Çiviroğlu, BBC Türkçe’ye konuşurken Rojava’da PYD’nin her geçen gün daha fazla siyasi ve askeri güç kazanırken KDP çizgisinin azaldığını söylüyor.

Çiviroğlu, “Ziyarette PYD’nin gücünün nasıl kontrol edilmesi konusunun gündeme gelmesi hiç şaşırtıcı olmaz” yorumunu yapıyor.

Ziyaretin hemen öncesi Rojava’da KDP çizgisindeki partilerin önemli oranda dışında kalarak bir Kurucu Meclis’in kurulması ve Barzani’nin bu adımı sert dille eleştirmesi de dikkat çekiyor.

Rojava’nın ötesinde genel olarak Suriye siyasetinde de hem Ankara’nın hem Erbil’in Rojava’daki Kürt grupların Suriye muhalefetinin parçası olarak hareket etmelerini destekledikleri de biliniyor.

Dolayısıyla ziyaretin Türkiye’nin Suriye politikası açısından önem taşıdığı da düşünülüyor.

BBC Türkçe’ye konuşan, Londra’daki Open University’den Cengiz Güneş şu yorumu yapıyor: “Türkiye, IKBY’nin stratejik bir ortağı olursa Suriye’deki gelişmeleri daha fazla kontrol edebileceğini ve PKK’yi daha fazla baskı yapabileceğini düşünüyor.”

Ankara-Bağdat yakınlaşmasında nereye düşüyor?

Bu ziyaretin Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkilerin normalleşmesi süreciyle bağı olduğu yönünde görüşler de var.

Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın ziyaretle ilgili Star gazetesindeki yazısında buna değinmişti.

Akdoğan şunları yazmıştı: “Türkiye, Irak merkezi yönetimiyle hızlı bir normalleşme sürecine girerken Kuzey Irak’la da ilişkilerini geriletmeme kararlılığında. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Bağdat’ı ziyaret ederek normalleşme yolunda ilk adımı atmış oldu. Davutoğlu, yaklaşmakta olan Irak seçimlerinde tüm kesimlere eşit mesafede olacağımızı ve bu yakınlaşmadan ABD ve İran’ın aynı anda memnuniyet duyduğunu belirtti. TBMM Irak Dostluk Grubu başkanı olarak Meclis Başbakanımızla birlikte bu ay içinde Irak ziyaretinde bulunacağız. Bu da normalleşmenin diğer bir adımı oluşturacak.”

BBC Türkçe’ye konuşan Radikal gazetesinden Fehim Taştekin bu ziyaretin nedenlerinden birinin ‘Bağdat’la kurulan yeni diyalogun Erbil’le de eşgüdümlü hale getirilmesi olduğunu’ söylüyor.

Taştekin şunları belirtiyor:

“Kanaatimce Mesut Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesi de, Kürtlerle barış süreci ve Rojava’daki gelişmelere taalluk eden tarafları bir yana Bağdat’la kurulan yeni diyalogun Erbil’le de eşgüdümlü hale getirilmesi amacı taşıyor.”

“Türkiye Bağdat’ı Erbil’e, Erbil’i Bağdat’a feda etmeden ilişkilerine format atmak durumunda. Burada Kuzey Irak’tan petrol ve doğalgaz taşıyacak boru hatları konusundaki yaşanan belirsizlik öne çıkıyor. Ayrıca elektrik satışı ile ilgili projeler de var. Bağdat yönetimini de işin içine sokacak formüllerin Diyarbakır’da Barzani ile yapılacak toplantılarda müzakere edileceğini sanıyorum.”

Revizyon iddiaları ışığında ziyaretin anlamı, asıl olarak ziyaret gerçekleştirildikten sonra anlaşılacak.

Etkilerini görmek için de muhtemelen dikkatlerin en azından kısa vadede, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelere ve Erbil-Bağdat hakkında olup bitenlere yönelmesi gerekecek.

YPG Sözcüsü Xelîl: Kaide Rojava’da Tutunamaz

MUTLU ÇİVİROĞLU

Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) Sözcüsü Rêdûr Xelîl, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerle Kaide arasında yaşanan çatışmalarda gelinen noktayı Radikal’e anlattı. Xelîl, Irak sınırındaki Til Koçer’in YPG’nin eline geçmesinin ardından Kaide’nin birçok yerden çekilmek zorunda kaldığını söyledi.

YPG_Redur

YPG’nin başlattığı kapsamlı operasyonlardan sonra şu an durum nasıl, hangi yerler kontrolünüzde?

Evet, Serêkaniyê’de Devrim Şehitlerine Vefa Operasyonu’nu başlatmıştık. 2. aşaması dün gece (salı) sona erdi. Bu hamlemizden sonra radikal silahlı grupların elindeki 23 ilçe, köy ve ve merkez tamamen temizlendi. Yani Til Temir ve Serêkaniyê hattının kuzeyi arasındaki 23 yer tamamen kurtarıldı. Mişrafa, Til Halef, Esfer Nacar ve son olarak Til Temir yakınındaki Benacir kurtarıldı.

Neden böylesine büyük bir operasyon başlattınız?

Öncelikle hatırlatmak isterim: Bu bölgelerin tamamı Rojava Kurdistanı’na bağlı Kürt yerleşimleridir. YPG’nin bu hamleyi başlatmasındaki en önemli neden buydu. Bir de yaklaşık 3 aydır Kürt bölgeleri bu silahlı grupların saldırılarına maruz kalıyordu. Her ne kadar biz sorunları barışçıl yöntemlerle çözmek istediysek de onlar saldırı ile karşılık verdiler. Bu yüzden bu saldırılara dur deme zorunluluğu hissettik. YPG olarak askeri planlamalarımızı yaptık ve operasyon başlattık. Çok şiddetli çatışmalar yaşandı. Sonuçta bu gruplar YPG’ye direnemediler.

Kendi cephanelerini bırakıp kaçtıkları söyleniyor. Bu doğru mu?

Evet, doğru. Özellikle Til Koçer’in kurtarılmasından sonra… Ki burası Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ve El Nusra Cephesi’nin en önemli merkeziydi. Burasını ana üs olarak kullanıyorlardı. Buranın YPG’nin eline geçmesi ile birlikte manevi ve moral olarak dağıldılar. YPG’ye karşı koyamaz hale geldiler ve çoğu Rakka ve Til Ebyad’a doğru geri çekildi.

Til Koçer’den söz ettiniz. Irak sınırında Sünnilerin yoğun olduğu bölgeler de var. Buranın tekrar kontrolünüzden çıkma ihtimali var mı?

Şu anda Til Koçer, YPG tarafından korunuyor. Sınır kapısı IŞİD ve El Nusra’dan dolayı Irak tarafından kapatılmıştı. Her türlü saldırıya karşılık verebilecek şekilde tüm önlemleri aldık. Silahlı grupların varlığı o bölgede çok zayıfladı. Bu yüzden tekrar saldıracaklarına ve Til Koçer’i alabileceklerine ihtimal vermiyoruz.

‘Tüm Rojava’yı alacağız’

Til Ebyad’ı alma planınız var mı?

Til Ebyad Kürt yerleşimidir ve Rojava Kürdistanı içinde yer alıyor. Radikal İslamcı grupların buradaki varlığını işgalci güçler olarak görüyoruz. Orada yaşayan tüm halklar o grupların varlığından rahatsız. Kuşkusuz oranın da kurtarılması YPG’nin planları dahilindedir. Şartlar oluştuğunda orası da kurtarılacaktır.

Peki Azaz ve Carablus?

Azaz ve Carablus’u da Rojava’nın parçası olarak görüyoruz. Çünkü oralar da Serêkaniyê, Kobani ve Afrin arasında yer alıyor. Gidiş gelişlerde zorluk yaşamaması için bunların hepsi YPG’nin planları arasındadır.

Özellikle Til Koçer’i alınca dünya medyası sizden çok bahsetti. Medyadaki bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz?

El Kaide’ye bağlı grupların gücü dünya kamuoyunda çok abartıldı. Fakat YPG şunu ispatladı: Bu güçlerin ellerinde güçlü silahlar olsa da YPG kendi toprağı üzerinde, halkının içinde savaştığı için -ki bu da en büyük silahtır- bu grupların kaybetmelerini sağladı. Birçok kesim Kürtlerin oldukça tecrübeli ve güçlü gruplara karşı başarı elde edeceğine inanmıyordu. Ancak YPG bunu ispatladı ki biz onlara karşı durabiliyoruz. Çünkü onların bölgedeki varlığının hiçbir meşru nedeni yok. Onların varlığı çetecilik ve talan içindi, bölgede yaşayanların çıkarına değildi.

‘Tüm halkların gücüyüz’

Bölgedeki diğer etnik ve dinsel azınlıkların sizin gelişinizi kutladığı söyleniyor. Bu haberler gerçek mi?

Gerçek. Çünkü bölgedeki halkların tümü bu çetelerin yaptıklarından çaresiz kalmışlardı. Kendileriyle birlikte bölgenin kültürüne çok uzak bir kültür getirmişlerdi. İşkence, zorbalık ve talan üzerine kurulu bir sistem getirmişlerdi. Bölgedeki halklar yıllardır birlik, barış içinde yaşıyorlar. Bu yüzden silahlı grupların varlığından rahatsız oldular. Bu da YPG’nin o bölgeleri kurtarmasının büyük bir sevinçle karşılanmasına neden oldu. Yine bu halklardan birçok kişi YPG saflarına katıldı ve bu çete gruplarına karşı iyi bir mücadele sergiledi.

Arap, Çerkes, diğer halklardan savaşçılarınız var mı?

Rojava Kürdistanı’nda yaşayan tüm halklardan savaşçılar YPG saflarında yer alıyor. Arap, Süryani, Ermeni, Asuriler var. Yani bölgede yaşayan tüm halklardan insanlar YPG içinde yerini almış durumda.

Kamışlı’daki gözlemlerim sırasında PYD dışındaki partilerin de YPG’yi kendi özgücü olarak gördüğüne şahit oldum. Hatta tanınmış bir siyasi parti lideri “YPG bu çetelere karşı başımızın dik kalmasını sağladı” dedi. Yine de azı kesimler de “YPG, PYD’nin askeri gücüdür” diyor.

Bu tür propagandayı YPG’yi zayıf göstermek için yapıyorlar. Onlara göre YPG dar bir siyasi çerçevede hareket ediyor. YPG başından beri tüm grupların çıkarlarına hizmet ediyor, asla sadece bir partinin askeri gücü değil. Tüm Kürt halkının gücüyüz. Bugün düşüncesi ve partisi ne olursa olsun tüm kesimler YPG’de rahatlıkla yer alabilir. Rojava’yı savunan ilk ve tek meşru gücü YPG’dir.

CNN’de cihatçı militanların Türkiye’den nasıl serbestçe Suriye’ye geçtiklerini gösteren bir haber yayımlandı. Ne düşüyorsunuz?
Suriye’de olayların başladığı ilk günden itibaren Türkiye’nin rolünün ne olduğunu biliyoruz. Onlarca kez “Türkiye silahlı radikal İslami gruplara yardım ediyor” dedik. Sınırdan geçirildikleri açıkladık. Hatta belgeler elimize geçti. MİT kimlikleri ve Türk pasaportları çıktı bu silahlı grup üyelerinin üzerinden. Ama açıklamalarımıza itibar edilmiyordu. Eğer bugün CNN gibi bir yayın bunu paylaşıyorsa bu bizim dile getirdiklerimizin doğruluğunu ispatlıyor. Umut ediyoruz ki bu gerçekler tüm dünya kamuoyuna açıklansın. Dileğimiz Türkiye’nin  Suriye’deki devrim içinde oynadığı olumsuz rolün açık bir şekilde ortaya çıkarılması ve herkesin bu gerçekleri görmesidir.

Türkiye demişken, sınırda duvar örme girişimi söz konusu ve Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan da bir haftadır açlık grevinde bu durumu protesto etmek için. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?

Kuşkusuz Ayşe Hanımın bu eylemini onurlu bir eylem olarak görüyoruz. Sonuna kadar kendisini destekliyoruz. Kuşkusuz Türkiye devletinin bu girişimi doğru değildir. Yaşadığımız 21. Yüzyılda artık uluslar arasındaki sınırlar kalkıyor. Artık herkes demokratik bir şekilde ilişki geliştiriyor. Bugün Türkiye’nin böyle bir duvar örmesinin çok kötü bir anlamı vardır. İnanıyorum ki Kürt halkı Rojava ile Kuzey Kürdistan arasında böyle bir duvarın örülmesine izin vermeyecektir. Çünkü doğru bir şey değildir, şoven bir siyasetin ürünüdür ve bu girişim kabul edilmeyecektir.

Şu anda savaşçılarınızın moral durumu nasıl?

Genellikle Rojava Kürdistanı’nın şehir ve ilçelerinde YPG’nin başarılarından dolayı, yani birçok stratejik yeri bu grupların elinden kurtardıkları için Kürt halkı kutlamalar yapıyor. YPG savaşçılarının da moral düzeyi çok yüksek ve güçlüdür. Kendi işlerini yapıyorlar. Yine bölgede planlanacak olan devrimci hamleler henüz durmuş değil. Önümüzde daha çok iş var. YPG de yeni başarılar elde etmek için hazırdır.

http://www.radikal.com.tr/dunya/kaide_rojavada_tutunamaz-1159637