IŞİD Neden Sürekli Kobanê’ye Saldırıyor?

Kobane_Civilians
Irak ve Şam İslam Devleti’nin ele geçirmek istediği Kobanê’nin büyük bir önemi buluyor. Musul’da ele geçirdiği ağır ve gelişmiş silahları kullanan IŞİD’in bu kente girmesi demek hem doğu hem de batıdan geniş hareket alanı bulması anlamına gelecek.

Haber: MUTLU ÇİVİROĞLU / Arşivi

RADİKAL – Irak’ta Musul’u ve diğer birkaç bölgeyi ele geçiren Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) yeni ismi ile İslami Devlet (IS) 2 Temmuz’da Kobanê’ye büyük bir saldırı başlattı. 10 tank ve başka ağır araçlar tarafından desteklendiği bildirilen bu saldırılarını Kobanê’nin batısındaki bir kaç köy, özellikle de Cerablus için stratejik değeri olan Zormixar bölgesinin etrafında yoğunlaştırdı.

Son saldırıların önemli bir farkı ise IŞİD’in geçen haftalarda Musul ve çevresinde elde ettiği ağır ve gelişmiş silahları ve kullanmasıydı. Hatta yakın dönemde IŞİD’e dahil olan bazı Saddam dönemi Iraklı subayların da Kürtlere karşı saldırıları yönettikleri YPG kaynaklarınca dillendirilmekte. Durum böyle olunca Suriye ’yi yakından takip eden uzmanların merakla sordukları soru, YPG’nin böylesi gelişmiş silahlarla yapılan saldırıları püskürtüp bölgeyi elde tutacak imkânlarının olup olmamasıydı.

IŞİD gerçekleştirdiği 3.000 ‘den fazla havan saldırısından sonra, YPG güçleri Cuma günü Zormixar ve diğer köylerden çekildi. YPG’nin taktiksel bir hamle olarak duyurduğu bu geri çekilme, akıllara ‘bir yenilgi mi ?’ sorusunu getrdi. İki taraf arasındaki şiddetli çatışmaların ardından YPG güçleri Cumartesi günü Zormixar’ın yanı sıra Xirabato, Ziyaretê ve Cedide köylerini geri almayı başardı. Şu anda bazı küçük çaplı çatışmaların devam ettiği fakat bölgenin YPG’nin kontrolü altında olduğu ve oradaki halkın moralinin yüksek olduğu bilgisi geliyor.

YPG Basın Merkezi 6 Temmuzda yaptığı açıklamada IŞİD saldırılarının kırılmış olup 200’e yakın IŞİD savaşçısının öldürüldüğünü duyurdu. Yerel kaynaklar da bu sayıyı doğruluyor. Tarlalarda gömülmeden bırakılan IŞİD’e ait birçok cesedin içinde sarı saçlı ve beyaz tenli olanlarının da bulunduğu belirtiliyor. YPG’nin açıklamalarına göre son saldırılarda 20 civarında savaşçının hayatını kaybettiği görülüyor. Yine, IŞİD’e ait 2 tank ve birkaç ağır aracın YPG tarafından tahrip edildiği, birçok silah ve mühimmatın de ele geçirildiği YPG açıklamalarında dile getirilmekte.

 

IŞİD NEDEN SÜREKLİ KOBANÊ’YE SALDIRIYOR?

Bu saldırıların birçok nedeni var. Birincisi IŞİD Musul ve Irak’taki diğer şehirlerde elde ettiği başarılardan güven alarak Suriye toprakları üzerindeki kontrolünü de genişletmek istiyor. Bunun dışında Kobanê, şu an IŞİD’in kontrolünde bulunan Girespi (Til Abyad), Cerablus ve Rakka’nın ortasında bir ada gibi duruyor. Kobanê’yi bu kendi kontrolü altındaki bölgeleri birbirine bağlamak için ve de yeni ilan ettiği “İslam Devletinin” bir parçası yapmak istiyor. Böylesi önemli bir şehrin kontrolünü ele geçirmesi demek, hem doğu hem de batıdan geniş hareket alanı bulması anlamına gelecek, yeni topraklar ele geçirmesini kolaylaştıracak.

Bunun dışında, Kobanê’nin ele geçmesiyle beraber Urfa’nın Suruç ilçesindeki Mürşitpınar Sınır Kapısı’nın kontrolünü de ele geçirmiş olacak. IŞİD’in özellikle ticaret, eleman ve mühimmat geçişi, hastaların tedavisi vb. nedenlerden dolayı sınır kapılarına önem verdiği biliniyor. Bu bağlamda önümüzdeki dönemlerde Kürtlerin elinde bulunan Serekaniye ve Til Koçer ile diğer İslami grupların elinde bulunan Azaz’daki sınır kapılarına saldırılar düzenlemesi muhtemel.

Bu saldırılarla IŞİD, ayrıca Kobanê’yi Kürt Dağı Bölgesi yani Afrin Kantonu ve Cezire Kantonlardan da koparmak istiyor. Şu sıralar üç Kürt Kantonu arasında gidiş gelişler oldukça zor. Yerel yetkililere göre birçok sivil Cerablus ve Til Abyad’da IŞİD tarafından rehin tutuluyor.

Aynı şekilde IŞİD tarafından Minbiç yakınlarında kaçırılan yüzden fazla Kürt öğrenci bir ayı aşkın zamandır rehin tutuluyor. Gerek İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), gerek UNICEF ve de diğer kurumların tüm çağrılara rağmen bu çocuklar ve diğer siviller halen serbest bırakılmış değiller. Kobanê Kanton yetkilileri ve bölgedeki insan hakları savunucuları, IŞİD’in rehin tuttuğu çocukları ve diğer sivilleri YPG’ye karşı baskı oluşturmak ve arkasındaki halk desteğini yok etmek için kullandığını belirtmekteler. Bu kaynaklar IŞİD’in ayrıca YPG’nin elindeki üyelerini salıverilmesi konusunda bir pazarlık kozu olarak da sivilleri kaçırdığını iddia etmekteler.

Kobanê’nin IŞİD’in eline geçmesi, örgüte birçok avantaj getireceği için oradaki halka her türlü zulüm yapılmaktan kaçınmıyor. IŞİD siviller kaçırıyor, bazılarını alenen çarmıha gerip, işkenceyle öldürüyor. Birçok defa sivillerin evlerinin tahrip edildiği ve mal ve mülklerine de el konulduğunu yerel kaynaklar sıkça dile getiriyorlar. Hatta Kobanê’nin içme suyunun bile IŞİD tarafından birçok defa kesildiği de kamuoyu tarafından bilinen bir durum.

Devam eden bu saldırıların bir diğer önemli nedeni ise Kobanê’nin 19 Temmuz 2012’de Esad rejiminden kurtulan ilk şehir olması ve Rojavalı Kürtler için manevi bir öneme sahip olması. Kürtlerin bu şehri kaybetmesi büyük bir moral kırıklığı yaratacak ve elde ettikleri kazanımlara büyük bir darbe olacak. Yani Kobanê’ye yapılan saldırılar Kürtlerin Suriye’de elde ettiği başarılara da bir saldırı anlamına da geliyor. YPG kaynaklarına ve yerel yetkililere göre IŞİD muhtemelen saldırılarını Kürtlerin Kobanê’yi alışının ikinci yıldönümünde artırarak devam edeceği.

Zaten hafta başından beri IŞİD’in hem güneyden, hem de doğudan yeni saldırılara başladığı haberleri de gelmekte. YPG, Kobanê’nin 35 kilometre güneyinde bulunan Kunheftar yakınlarındaki çatışmalarda 40’a yakın IŞİD üyesinin öldürüldüğünü, kendilerinin de 2 kayıp verdiklerini belirtmekte.

IŞİD’in, Kobanê’nin batısıyla birlikte eşzamanlı olarak doğudan yani Akçale’nin karşısındaki Til Abyad’dan yapmaya çalıştığı ilk saldırılar ise YPG, Kürt Cephesi ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’ya bağlı bazı grupların da desteğiyle püskürtüldü. IŞİD bu saldırıyla YPG’yi her iki yönden kıstırmayı amaçlıyordu ki bunda başarılı olamadı. 7 Temmuz Pazartesi günü başlayan ve bugün Salı da yoğunlaşarak devam eden çatışmalarda ise, yine Til Abyad’dan saldırıya geçen IŞİD güçleriyle YPG arasında sert çarpışmaların yaşandığı haberleri gelmekte.

Şu an itibariyle görünen, IŞİD’in Irakta ele geçirdiği gelişmiş silahlara rağmen yüksek askeri kabiliyeti ve disiplini ile bilinen ve geniş halk tabanı olan YPG karşısında üstünlük sağlayamadığı. Fakat yukarda da belirttiğimiz gibi IŞİD’in önümüzdeki günlerde saldırılarına devam etmesi de oldukça güçlü bir ihtimal. Bu nedenle de hem Kobanê Kantonu yönetimi ve Salih Müslim, hem de KCK adına Murat Karayılan’ın açıklamaları dikkat çekici. Hiç şüphe yok ki Kobanê’nin geleceği hem Rojava’daki kazanımlar, hem de Kürtlerin tamamı için önemli bir role sahip olacak.

http://www.radikal.com.tr/dunya/isid_neden_surekli_kobanye_saldiriyor-1201038

Cenevre’de Kürtler Neden Yok?

9mutluciviroglu-Alitopuz
Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulma amacıyla toplanan Cenevre-2 Konferansı’nda İran kadar Kürtlerin de yer almaması tepkilere yol açtı. Cenevre masasında Kürtlerin yer almamasını gazeteci Mutlu Çiviroğlu, RS FM için değerlendirdi.

“Ali Topuz’la Dünya Hali”ne konuk olan Mutlu Çiviroğlu, “Biz, bölgeyi ziyaret eden gazeteciler sürekli yazdık ama artık birçok Batılı gazetecinin de dile getirdiği bir durum var: Rojava, Suriye’nin en istikrarlı, yıkımdan en az mağdur olmuş, azınlıkların en iyi korunduğu, çok kültürlülüğün ve toleransın en güçlü olduğu bölge. Yani bir bakıma ilerleyen tarihler düşünüldüğünde, Suriye için model” dedi.

“ROJAVA’NIN DIŞLANMASI AZINLIKLARI HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATTI”

Rojava’nın Cenevre-2’den bu şekilde dışlanmasının elbette ki Kürtleri, Hristiyanları ve bölgedeki diğer azınlıkları büyük bir hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Çiviroğlu, “Kürtlere biçilen misyon şu: ‘Esad öncesi ya da Esad sonrası sizin için pek bir şey değişmeyecek.’ Kürtlerin toplantıya davet edilmemesi bu hissi uyandırıyor” dedi.

“RESMİ BELGELERDE KÜRT İBARESİ YOK”

Özellikle Washington, sadece Suriye Ulusal Koalisyonu’nu (SUK) öne alarak, Ulusal Koordinasyon Komitesi’ni SUK çatısı altında katılmaya zorlayınca, Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin bunu protesto ettiğini ve toplantıya katılmadığını söyleyen Çiviroğlu, “Böyle olunca PYD, Cenevre’de bağımsız heyet olarak zaten kabul edilmedi” dedi. Ulusal Koordinasyon Komitesi yer almayınca PYD’nin de Cenevre’de temsil edilme şansının ortadan kalktığını ifade etti. PYD lideri Salih Müslim ile yaptığı görüşmede, Müslim’in resmi belgelerde herhangi bir Kürt ibaresine rastlamadığına dikkat çektiğini söyleyen Çiviroğlu, “‘Bu şahıslar Suriye muhalefeti adı altında yer alıyorlar, yani Kürt olarak değil’ diye dikkat çekmişti. Hatta rejim delegasyonunda da Suriye’nin eski İspanya büyükelçisinin de Kürt olduğunu, sonuçta Kürt olmasının bir şeyi değiştirmeyeceği ama Kürt kimliğini temsil eden insanların orada yer almadığını vurgulamak için söylemişti” dedi.

Ses dosyasını indirin
https://mutluwdc.files.wordpress.com/2014/01/dunya_hali_29_ocak.mp3

http://www.rsfmradio.com/radio_broadcast/76365508/128017602.html

Cenevre Gündemi ve Rojava’nın Geleceği

Mutlu Çiviroğlu ile Rojava Üzerine

Suriye’deki Kürt meselesini yakından takip eden ve uluslarası saygın basın kuruluşları tarafından Türkiye ve Suriye’deki Kürt sorunu üzerine görüşlerine sıkça başvurulan Washinton DC yaşayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’yla Rojava gündemini konuştuk. Çiviroğlu’nun yazıları Radikal, İlke Haber, ve Rudaw’ın İngilizce baskısında yayınlanıyor. Kendisini Twitter’da @mutludc’den de takip edebilirsiniz.

Oldukça uzun olan röportajımızın ilk bölümünde yakıcı Cenevre 2 gündemini enine boyuna tartıştık. İkinci bölüm yarına ve Rojava’daki özerklik ilanı, otonomideki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullar üzerine…

1. Bölüm – Cenevre’ye Kürtlerin katılımında son durum

Kürtler hem meydanlarda hem de Twitter’dan #KurdsmustbeinGeneva2 hashtag’i ile yürüttükleri Rojava eylemleri ile gündemde. Bildiğimiz kadarıyla geçtiğimiz hafta içerisinde sosyal medya ağında geçici bir süre için en fazla trend eden hashtag konumu kazandı. Bu konudaki duyarlılığa bakarak sormak istiyorum, Cenevre’ye üçüncü, bağımsız bir taraf olara katılmak Kürtler için neden önemli?

Şu açıdan önemli: Şu ana kadar Kürtlerin tarihi hep başkaları tarafından yazıldı. 2. Lozan vurgusu da buradan kaynaklanıyor. Yani Kürtlerde büyük bir kaygı var, Lozan’ın tekrar etmesi kaygısı. Ülkelerinin bölünmesi, gelecekleri ile ilgili kararların başkaları tarafından alınması kaygısı çok fazla. O yüzden de Cenevre gibi Suriye’nin geleceğinin tartışılacağı bir platformda Kürtler de söz sahibi olmak istiyor. Şu ana kadar Kürtlerin meselelerini hep başkaları tartıştı ve karara bağladı. Kürtlerin iradesi hiçe sayıldı. Bir kere daha böyle bir durum yaşanmaması için Kürtler hem sokak eylemleriyle hem diplomasiyle hem de Twitter gibi yaygın bir sosyal medya ağı kullanarak kamuoyu yaratmaya çalışıyorlar.

Birleşmiş Milletler ve ve ABD ‘nin Kürtleri SMDGUK (Suriye Devrimci ve Muhalif Ulusal Konseyi) şemsiyesi altında Cenevre’ye katılmaya teşvik ettigini biliyoruz. ABD’nin hesabı ne, Kürtleri bu Arap eksenli koalisyonuna ekleyerek ne sonuç almayı umuyor?

Bir kere Washington’un resmi politikası o, yani statükoyu korumak. Bölgeyi merkezi hükümetler ekseninde yönetmek. Mesela bunun Irak’taki yansıması ‘herşey Bağdat üzerinden olsun’ şeklinde. Suriye’de bu merkezi rolü Suriye Ulusal Konseyine vermeye çalışıyorlar. Bu mantığa göre Suriye’yi SMDGUK temsil ettiğine göre bütün muhalefet SMDGUK çatısı altında yer almalı. Bu birinci sebep. İkincisi, Türkiye başta olmak üzere bir takım bölge ülkeleri, mesela Suudi Arabistan ve Katar, Suriye’de taraflar. Bunları ve diğer Arap ülkelerini karşısına almak istemiyor. Örneğin Türkiye, her ne kadar ‘barış’ görüşmeleri yürütüyoruz dese de, Suriye özelinde sürekli olarak Kürtleri dışlayan – ki önce Kürtler yokmuş gibi davrandı, sonra Kürtler tamam ama PYD olmaz dedi, daha sonra ise PYD ile konuşurken bile bir yandan da PYD’nin tabanını zayıflatacak girişimlerde bulunmayı sürdürdü, Kürtlere karşı radikal İslamcı grupları destekledi. Türkiye’nin bu Kürt karşıtı politikası ABD’yi etkileyen bir faktör. Kürtlerin sahneye çıkmasına olan direncin bir sebebi de bu.

Peki Kürtler tek ses mi? Bildiğim kadarıyla KDP çizgisindeki El Parti ve belki bir grup daha SMDGUK altında Cenevre’ye katılmaya hevesli gibi gözüküyorlar

Doğru. Rojava’nın yapısı çok parçalı, ben her zaman vurguluyorum. Kürtlerin şu anda 20’ye yakın partisi var ama bu partilerin çoğu tabela partisi, yani ismi var kendi yok partiler. Yani gerçek anlamda partiden bahsettiğinizde, ki artık bunu hem iç hem de dış kamuoyu biliyor, hem toplumsal, hem siyasal ve askeri açıdan, PYD’nin büyük ağırlığı var. Tabii Abdülhakim Beşar’ın liderliğini yaptığı KDP’nin Suriye kolu olan PDK-S de var, ancak onun gücü de daha çok manevi. Aslında KDP çizgisi bile dört ayrı partiye bölünmüş durumda ancak Beşar’ın sekreteri olduğu parti Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Barzani’nin desteğini alıyor. Bir de Azadi partisi var ki onlar da iki kola ayrılmış durumdalar. Bunlar genelde Erbil merkezli, yani liderler kadroları Erbil’de yaşıyor ve oradan destek alıyorlar. Yani politik partiler arasında bir birlikten, bütünlükten söz edemeyiz, çokbaşlılık var. Ancak halk düzeyinde böyle bir bütünleşmenin PYD etrafında oluştuğundan söz edebiliriz. Yani o siyasi bölünmüşlük halkın PYD etrafında toplanmasıyla bir ölçüde aşılmış durumda ama pratikte 20’ye yakın parti varlığını sürdürüyor. İşte ENKS dediğimiz Kürt Uulusal Konseyi’de bu partiler, gençlik örgütleri ve çok sayıda şahsiyetten oluşuyor. Ancak ENKS içinde de bir çiftbaşlılık var. Bir tarafta El Parti’nin başını çektiği PYD’ye ters bir siyaset izleyen grup var. Öte yandan PYD içinde yer almayıp geçici yönetimi destekleyen, YPG’yi ulusal güç olarak gören, yakın duran gruplar da var. Cenevre konusunda 3 hafta önce Erbil’de yapılan toplantılarda her iki tarafın bir araya gelmesi, Suriye muhalefetin bağımsız bir heyetle katılma istemini ortaya atması aralarında çelişkiler olsa da uluslarası platformlarda Kürtlerin biraraya gelebileceğini gösterdi. Ama gelinen noktada Rojava Kürtlerinin tek sesli olduğunu söylemek de gerçekçi değil.

Suriye bir çok irili ufaklı gücün proxy savaş alanı durumunda. Ne yazik ki bu Kürtler için de bir süredir gecerliydi. Ancak geçtiğimiz yıl sonunda PKK ve KDP bir uzlaşmaya vardıklarını söylediler. En azından yapılan açıklamalardan kamuoyunda böyle bir intiba oluştu. PKK ve KDP arasında bir Rojava mutabakatından söz edilebilir mi?

Ben iki tarafla da yaptığım görüşmelerde sizin belirttiğiniz gibi bir izlenim edindim, yani bir anlaşma olduğu yönünde. Ancak bu mutabakatın nasıl pratikleşeceğini görmenin zamanı da henüz şimdi geliyor. Bunu gerçekten görmek için pratiğe bakmak gerekecek. ENKS Cenevre’ye nasıl katılacak? ENKS adına kim gidecek? O ismin seçiminde PYD’ye danışılacak mı? Örneğin benim aldığım bilgi, ki bu şu an için kesin değil, SMDGUK adına toplantılara 9 kişinin katılacağı söyleniyor. Koskoca SMDGUK’ndan 9 kişi katılacaksa bu şu anlama geliyor: Kürtlere bir ya da iki kişi verilecek. Bu bir-iki kişi kim olacak? Eğer PYD’nin benimsemediği isimler olursa ve ENKS kendi başına hareket ederse bu söz konusu mutabakatın kağıt üzerinde kaldığını göstericek.

Bir de işin şu boyutu var: ABD SMDGUK’nu muhatap kabul ediyor. SMDGUK’nun ise kökleri dışarıda. Yani merkezi Katar’da ve Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın, Batı’nın desteklediği bir organizasyon. Ülke içinde savaşan gruplar, mesela Özgür Suriye Ordusu, radikal İslamcılar hepsinin SMDGUK bizi temsil etmiyor diye açıklamaları var ve Cenevre’ye katılmayacaklar. Bir de daha çok solcu, ilerici Suriyeli örgütlerin üyesi olduğu, PYD’nin dahil olduğu National Coordination Body (Ulusal Koordinasyon Komisyonu) isminde bir grup var. Mesela onlar da geçtiğimiz Çarşamba yaptıkları toplantıda katılmayacaklarını bildirdiler. Bunlar ülke içinde olan muhalefet ve SMDGUK’nu Batı’nın kuklası olmakla suçluyor. SMDGUK da bunları Esad yönetimine yakın olmakla itham ediyor. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim aynı zamanda NCB’nin genel başkan yardımcısı. NCB’nin katılmama kararı almasından sonra PYD’nin önü tamamen kapanmış oldu. Böyle de bir durum var.

Peki PYD ile SMDGUK arasındaki anlaşmazlığın sebebi ne?

PYD SMDGUK’nu Vahabilerin, Selefilerin, Kürt düşmanı unsurların bölgedeki acendasını yürüten bir kurum olarak görüyor. Bunlar da PYD’nin Suriye’yi bölmek istediklerini iddia ediyorlar. Mesela Demokratik Özerklik ilanına yönelik açıklamaları çok sertti. Rejimin bile ses çıkarmadığı bir oluşuma karşı ‘Suriye’nin topraklarını bölüyorsunuz’ şeklinde saldırgan bir üslup kullandılar. O yüzden SMDGUK ile PYD’nin de üyesi olduğu Batı Kürdistan Halk Meclisi arasında çok ciddi sorunlar var. PYD’ye göre Rojava’ya saldıran Irak-Şam İslam Devleti, El Nusra, Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe… adı her ne olursa olsun bu saldırgan silahlı grupların arkasında SMDGUK. Bu koşullarda PYD’nin SMDGUK altında Cenevre’ye katılmasını beklemek zaten gerçekçi değildi. Ancak NCB altında girebilirdi ki NCB’de Cenevre’yi boykot ettiği için bunun zemini de artık kalmadı.

Bu tabloda belki de dağ fare doğuracak ve Cenevre hiçbir yere varmayan bir girişim olarak kalıcak. Bu gelişmeler ışığında Cenevre’nin Suriye iç savaşının çözümü yolunda hala kritik önemini koruduğu söylenebilir mi?

En iyi ihtimalle sancılı bir yolun başlangıcı olabilir.

Yani diyorsunuz ki gene de Cenevre’de temsil edilmekte fayda var?

Ben kısa vadede önemli bir sonuç beklemiyorum. Örneğin Esad olmayacak deniliyor, Esad yakın zamanda tam tersine güç kazanmış durumda, hem askeri hem de moral yönden. Muhalefet ise tam aksine paramparça oldu. Tamamen radikalleşti, El Kaide’nin kontrolüne girdi. İşte bakın ABD’nin Suriye büyükelçisi Robert Ford İstanbul’da. Cenevre’ye katılım biraz da ABD’nin çabaları ve ‘eğer katılmazsanız sizden tüm desteğimi çekerim’ uyarıylarıyla sağlanıyor. SMDGUK bu koşullarda nasıl, hangi güçle Suriye muhalefetini temsil edecek? Savaşan güçler SMDGUK’nu benimsemiyor. SMDGUK’nun Suriye içinde tabanı yok. Kürtler, Aleviler, Hristiyanlar, Dürzüler dışlanmış. O yüzden çok büyük bir ihtimalle dağ fare doğuracak. Burada yapılmak istenen ‘bakın işte diplomasi işliyor, uluslarası toplum savaşı durdurmak için çaba gösteriyor’ diyebilmek, ABD’nin biraz da amacı bu. Zaten Kerry’nin de bugün (Ocak 17) bir kaç saat önce bir açıklaması vardı, orada da şunu söylüyor ‘Kanın durdurulması için bir başlangıçtır. Ben de orada olacağım ve bundan sonra günlük olarak muhalefetle görüşeceğim’.

Suriye’deki Kürt meselesini yakından takip eden ve uluslarası saygın basın kuruluşları tarafından görüşlerine sıkça başvurulan Washinton DC’de yaşayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu ‘yla Rojava gündemini konuştuk. Röportajın dün yayınlanan 1. Bölümüne buradan ulaşabilirsiniz .

İkinci bölümde Rojava’daki özerklik ilanını, yeni oluşumun siyasi, ekonomik ve sosyal koşullarını irdeledik… Üçüncü ve son bölüm Çarşamba’ya.

2. Bölüm

Bütün bunlar olup biterken, Rojava’daki Kürt yönetimi İsviçre’deki kantonlar model alınarak örgütlenmiş bir özyönetim modeli ve bunun hukuksal temelini oluşturan bir anayasa açıkladı. Etnik ve mezhepsel savaşlara boğulmuş Ortadoğu için bu hukuksal ve idari çerçeve yeni bir model oluşturabilir mi? Eğer öyleyse, hak ettiği ilgiyi görüyor mu?

Bence gayet güzel bir model oluşturuyor. Çünkü Kürtlerin oluşturduğu model diğer etnik, mezhepsel, dinsel kimlikleri ve azınlıkları da kucaklayan bir yapı. Ancak sorun, Ortadoğu’nun demokratik olmayan yapısında. Ortadoğu’yu yöneten devletler demokratik olmadığı için böyle bir sistem çok lüks gibi geliyor. Örneğin, Türkiye Batı’da İsrail ile birlikte bölgedeki en demokratik ülke olarak kabul ediliyor. Türkiye’de de ise olup bitenler ortada. O yüzden Rojava’nın Demokratik Özerklik modeline hak ettiği değer kesinlikle verilmediği gibi, bir de tehlike olarak da algılanıyor.

Bakın bugün Arap köyleri Halk Savunma Birlikleri (YPG)’ye sığınıyor, ‘Gelin bizi kurtarın’ diye. Siz de vivaHiba’da yayınladınız ‘Köyüne ihanet eden çocuk’ diye. O güzel özetliyordu durumu. Ben de gittim, yerinde gördüm. Gidiyorsunuz Serekaniye’ye, oradaki Hristiyan toplumu ‘Burası ancak YPG’nin kontrolüne girdikten sonra yeniden ibadet etmeye başlayabildik’ diyor. Yani insanlar kendi kimliklerini rahatlıkla ifade edebiliyorlar. Böyle dinsel ve etnik kimlikleri kucaklayan, ilerici, demokratik, kadının ön planda olduğu, laik ve Batı’ya dönük bir model var ancak Batı böyle bir durum yokmuş gibi davranıyor. Batı ülkeleri, maddi, manevi, diplomatik değer vermiyor, desteklemiyor. Bu da işin garip yanı! Örneğin Kürtlerin silahlı gücü olmasaydı oradaki El Kaide ile ilintili güçler 910 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının tamamını ele geçirecekti. Kürtlerin orada verdiği bir mücadele var, radikal İslam’ın önüne set çekmiş durumdalar. Buna rağmen Batı’nın bunu görmemezlikten gelmesi biraz da sürekli dile getirdikleri ‘demokrasi, insan hakları vb. kavramlarda pek de samimi olmadıkları izlenimini yaratıyor.

Yani kısacası Kürtler orada güzel bir model kurguladılar, bunu da pratikleştirip samimi olduklarını da gösteriyorlar. Ama ne yazık ki bu model 1) bölge güçlerinin anti demokratik yapısından dolayı, (2) bölgede etki olan uluslararası güçlerin kısa vadeli planlarına uygun düşmediği için hak ettiği değeri görmüyor.

Siz Rojava’ya gittiniz çeşitli defalar. Oradan çok sayıda yetkili, savaşçı ve sivil vatandaş ile de sık sık görüşüyorsunuz. Bazı izlenimlerimizi almak istiyorum. Örneğin, güvenlikten başlayalım. Rojava olarak isimlendirilen bölgede tümden bir YPG kontrolü var mı? Radikal İslamcıların ve Esad güçlerinin etkinliği nedir?

Rojava bölgesi Efrin’den başlıyor, Hatay’da Kırıkhan, Reyhanlı’dan başlıyor, Şırnak’a kadar uzanan bir bölge, 910 kilometrelik çok uzun bir alan. Mesela Cizre bölgesi dediğimiz bölge ile Kobani arasında Türkiye’de Akçakale’nin karşısına denk düşen bölgede hala radikal İslamcı grupların kontrolü var. Bu bölgeden geçişler hala çok riskli. Gene Urfa’nın Suruç’un karşısına denk düşen Kobani ile Efrin arasında, Türkiye’nin Kilis-Antep sınırına denk düşen Cerablus, Azaz bölgesinde, yine İslamcı grupların bir denetimi var. Kürt köy ve kasabalarının kontrolü tamamen YPG’nin elinde ama iki bölge arasındaki geçiş yolları bu silahlı gruplar tarafından kontrol ediyor.

Qamişlo’da ise özellikle havaalanı çevresinde rejimin sembolik varlığı var. Benim de bunu orada gözlemleme imkanım oldu. Ama şehirde rejimin varlığı çok sınırlı, YPG kontrolü söz konusu.

Bu ilginç bir husus! Havaalanı etrafında rejimin kontrolü olması ne anlama geliyor? Bu sürdürülebilir bir durum mu?

Rejim havaalanını kaybettiği anda orayı tamamen kaybedecek. Kendi üst kadrolarının nakli konusunda, silah nakli konusunda o havaalanı kritik önem taşıyor, elinden çıkarmak istemiyor. Kürtler için orayı almak aslında hiç sorun değil, ancak havaalanını alacağım diye Kürtler kendilerini rejime hedef haline getirmek de istemiyorlar. Kürtlerin uçakları yok, seyahat edecekleri müttefik ülkeleri yok, o yüzden havaalanının Kürtlere çok fazla bir getirisi yok ancak götürüsü var; rejimin çok fazla yönelimine maruz kalabilirler. Örneğin rejimin güçlü bir hava kuvvetleri var. Kürtlerin böyle bir saldırıya karşı kendilerini savunacak, pek güçlü silahları yok. O yüzden Kürtlerin tutumu şu: ‘Rejim havaalanında kalsın, şehire karışmadıkları sürece sorun yok’. İşte havaalanının özel durumu bu şekilde özetlenebilir.

Bir de şunu da hatırlatmak isterim. Biliyorsunuz Rojava bölgesi Mayıs ayından beri radikal İslamcıların ablukası altında. Ayrıca, Irak Kürdistan Bölgesi ile olan Sêmelka Sınır Kapısı da kapalı. Bu nedenle de temel ihtiyaçların bile karşılanmasında ciddi zorluklar var. Birleşmiş Milletlerin işte bu koşullarda yaptığı yardımlar Rojava’ya Qamişlo havaalanı yoluyla ulaştı. Havaalanının böyle pratik bir faydası da oldu.

Rojava şu anda birbirinden coğrafi olarak kopuk 3 ayrı merkezden oluşuyor. Bu uzun vadede sürdürebilirliği olan bir coğrafi model mi? YPG’nin, kontrolünde olmayan ara bölgeleri ele geçirip kesintisiz bir coğrafya yaratmak gibi bir amacı var mı?

Var. YPG de, bütün Rojava’lı Kürt siyasetleri de bu görüşü dile getirdiler. YPG Sözcüsü Rêdûr Xelîl kendisiyle yaptığım bir röportajda Azaz, Tel Abyad (ki Salih Müslim’in oğlu orada vuruldu) ve Cerablus gibi bölgelerin Rojava’nın bir parçası olduklarını olduğunu söylemişti. Yine, PYD muhalif olan Azadi’nin Sekreteri Mustafa Cuma da katıldığı bir programda Akçakale’nin karşısı olan Tel Abyad için Kürdistan toprağıdır, Rojava’nın parçasıdır dedi. Zaten YPG sözcüsünün de yaklaşık bir ay önce Radikal’de yayınlanan röportajımda söylediği şey ‘Buraları da alacağız’ idi. Sanırım YPG biraz uygun zamanı bekliyor. Biliyorsun bu bölgelerden Rojava’ya yönelik sürekli saldırılar düzenleniyor. Bu bölgedeki cihatçı grupların birbirine girdiğinden bahsettiniz. Bu doğru. Ancak Rojava söz konusu olduğunda birbirleriyle olan itilaflarını kenara bırakıp bir araya gelebiliyorlar. Örneğin son birkaç haftadır Qamişlo etrafında artan çatışmalarda bu gruplar beraber hareket etmişler. Bu da şunu gösteriyor, kendi içlerinde iktidar savaşına girseler bile Kürtler söz konusu olduğunda bir araya gelebiliyorlar. Tekrar sorunuza dönecek olursak, evet, YPG’nin orta ve uzun vadede böyle bir planlaması olduğunu düşünüyorum.

Bütün bu karmaşa içerisinde bir yandan da Rojava yönetiminin sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel hizmetleri de geliştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Bunlar nasıl gidiyor? Kişisel gözlemlerinizi aktarabilir misiniz, bir devlet altyapısı oluşuyor mu?

Evet, altyapı oluşuyor. Mahkemeler kuruluyor. Okullar açılıyor. Ben oradayken mesela Qamişlo’da bir Kürtçe dil okulu açılıyordu. Trafik düzenlemesi yapılıyor. Sağlık altyapısı hazırlanıyor. Asayiş denilen YPG’den ayrı bir polis gücü var. Bütün bu çalışmalar sürüyor ancak koşullar çok ağır çünkü bölge dünyadan izole edilmeye çalışılıyor. Bölge aslında Suriye’nin en zengin bölgelerinden biri, tarım ambarı. Petrolü var. Ancak bir tane bile fabrika bile yok. Baas bölgeyi cezalandırmış, geri bırakmış. Altyapıyı oluşturacak araçlar çok yetersiz. Hepsi sıfırdan üretilmeye çalışılıyor. Bir de abluka var bahsettiğimiz. Buna karşın insanlar büyük bir çaba içerisindeler. Mesela bugün gelen bir haber tarım kooperatiflerinin oluşturulduğu yönünde. Yani insanlar abluka var deyip oturmuyorlar, ellerinden geldiğince altyapıyı geliştirmeye çalışıyorlar.

Gayrimüslim, Arap ve diğer dinsel ve etnik azınlıkların Özerk Yönetim ile ilişkileri nasıl?

Üç türlü Arap’tan bahsedebiliriz. Bir, Rojava’nın yerlisi olan Araplar. Bunların Kürtlerle ilişkileri çok iyi. YPG ve Geçici Hükümet içerisinde yer alıyorlar, yönetimi destekliyorlar ve yönetim tarafından da destekleniyorlar. İkinci grup, Baas rejiminin bölgenin demografik yapısını değiştirmeyi hedefleyen ‘Arap Kemeri’ politikaları ile Rojava’ya yerleştirilmiş Araplar. Kürtler bu insanların da mağdur olduğuna inanıyor. Bu insanlara tazminat ödenerek geldikleri yerlere gönderilmesine, Kürtlerden zorla alınan toprakların da geri verilmesini talep ediyor. Bu sonradan gelen Araplar daha çok rejime yakın duruyor çünkü rejim onlara mal, mülk, arazi vermiş. Üçüncü olarak da çeşitli Arap ülkelerinden gelen cihatçı Araplar var. Kürt liderler ‘Bunların Rojava’da yeri yok’ diyorlar.

Diğer azınlıklara gelirsek… Mesela ben Serekaniye’den örnek vermek istiyorum. Biliyorsunuz tam Ceylanpınar’ın karşısına denk düşüyor ki iki kasabanın adı da Kürtçe Serekaniye. Ben orada Ermeni Kilisesine de gittim, Süryani kilisesine de gittim. Oradaki değişik cemaatlerle görüştüm. Serekaniye’yi oradaki Arap, Ermeni, Kürt, Çeçen, Süryani, vb. kesimlerden oluşan Barış Meclisi yönetiyor. YPG onlara bağlı. Böylesi bir uyum var. Bu Qamişlo’da da böyle, diğer bölgelerde de. Bu kesimler Kürtleri kendilerine koruyucu olarak görüyorlar. Örneğin Suriye’nin diğer bölgelerine gidin, kilise kalmamış, yakılmış yıkılmış. Ama Rojava’da kiliseler sapasağlam, ibadete açık. Bu Kürtlerin bakış açısından kaynaklı. Kürtler bunu tehdit değil zenginlik olarak görüyor. Ayrıca şunu da hatırlamak lazım, Kürtler de kendi aralarında bir çeşitliliğe sahipler. Ezidisi var, Alevisi var, Sünnisi var, Musevisi var… Suriye’nin geri kalanında muhalefetin radikalleştiği bir ortamda azınlıklar Rojava’da bu açık, toleranslı ortamı kendileri için bir şans olarak görüyorlar. Demokratik Özerklik’i destekliyorlar, YPG ve Asayiş içerisinde her seviyede yer alıyorlar. Hatta geçen hafta Süryani Birliği resmi olarak YPG’ye katıldığını açıkladı. Bu büyük bir askeri birlik. Daha önce de Arap birlikleri katılmıştı. Bu da şunu gösteriyor, YPG birçok çevre tarafından sadece Kürtlerin deği, Rojavadaki diğer halkların da askeri gücü olarak görülüyor..

3. Bölüm

Suriye’deki Kürt meselesini yakından takip eden ve uluslarası saygın basın kuruluşları tarafından görüşlerine sıkça başvurulan gazeteci Mutlu Çiviroğlu ‘yla Rojava gündemini konuştuk. Röportajın birinci ve ikinci bölümlerinde Cenevre gündemi ve gelişen Demokratik Özerklik sistemini değerlendirmiştik. çüncü ve son bölüm Rojava’daki Kürt muhalefeti ile ilişkiler, PKK ve Öcalan’ın Rojava’daki etkisi, ve Kürt Hareketi ile ABD’nin ilişkileri üzerine konuştuk.

Rojava yönetimiyle etnik ve dinsel azınlıkların memnun olduğunda ve uyum içinde çalıştığından söz ettik. Fakat bir yandan da KDP çizgisindeki partilerden Rojava yönetimine yönelik çok sayıda suçlama geliyor. PYD’nin diğer Kürt yapılarına tahammülsüzlüğünden söz edilebilir mi gelinen noktada?

PYD şunu söylüyor: ‘Burada bir sistem kurmuşuz ve kanunlara göre halkın ihtiyacı olan hizmetleri sunmaya çalışıyoruz. Suça bulaşan insanlar kim olursa olsunlar mevcut kanunlara göre cezalarını çekecekler. Ama bu partiler kendi elemanlarının görüşlerinden dolayı baskılara maruz kaldığını söylüyorlar.’

PYD yetkilileri şöyle bir örnek de sunmuşlardı kendilerine bu tür iddiaları sorduğumda. ‘Adam eroin, esrar kaçakçılığı yapıyor ve yakalanıyor. Yaptığı kameralarda görüntülenmiş. Hemen işi siyasete döküyor. Ben Azadi Partisi üyesiyim, PYD beni siyasi görüşümden ötürü yargılıyor’ diyor. Bundan 4-5 hafta önce benim sunduğum canlı bir tartışma programında Azadi lideri Mustafa Cuma, PYD’den Dr. Nasır Hacimansur ve ENKS içinde yer alıp El Parti ve Azadi’den farklı bir çizgide olan üç konuğum, Sol Parti’den Muhamed Musa vardı. Cuma ‘PYD bizim arkadaşlarımızı yakalıyor, tutukluyor, kimseye izin vermiyor’ diye aynı eleştiriyi getirdi. PYD temsilcisi bu iddiaların asılsız olduğunu söyledi. Musa da ‘Bana bu siyasi görüşleri yüzünden içeri alındığını söylediğiniz kişi veya kişilerin adını verin, canlı yayında sizlerin huzurunda söz veriyorum. Bizzat kendim Asayiş ile görüşüp bu kişilerin salıverilmesini sağlayacağım. Ancak bu kişiler kriminal sebeplerden ötürü tutuklanmışsa da, bunu siyaset malzemesi yapmayın’ şeklinde konuştu. Hatta benimle birlikte programı sunan meslektaşım ‘Sayın Cuma, isim verebilir misiniz?’ dedi. Mustafa Cuma tutuklandığını iddia ettiği kişilerin isimlerini veremedi. Şunu söylemek istiyorum: İnsanlar gerçekten siyasi görüşleri nedeniyle mi baskı görüyorlar kesin bilemiyorum ama benim gözlemlerim öyle olmadığı yönünde.

Yani diyorsunuz ki adi suçlara içeri alınmış bir takım insanlar siyasi gerilimi istismar ederek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar?

Evet, PYD’nin söylediği şey tam olarak bu. Açıkçası ben de orada bütün partileri yerinde ziyaret ettim, yönetici ve kadrolarıyla görüştüm, öyle bir baskı ortamı gözlemlemedim. Gayet demokratik bir hava esiyor, insanlar konuşuyor, istediklerini yapıyorlar. Florida’da bir panele katılmıştım, orada BBC’den gelen ve bölgeyi ziyaret etmiş bir gazeteci vardı o da aynı şeyi söyledi. Bu açıdan bu tür ithamlar bana açıkçası çok gerçekçi gelmiyor.

Rojava’dan gelen resimlerde okullarda, askeri törenlerde, savaşçıların cenazelerde Abdullah Öcalan posterlerinin çokluğu dikkatimi çekiyor. Orada Abdullah Öcalan’ın manevi liderliğinde mi oluşuyor bu yeni devlet?

Abdullah Öcalan’ın Rojava’daki etkisini öteden beri biliyordum ancak işin bu boyutta olduğunu açıkçası ben de bilmiyordum. Her ne kadar PKK Lice’de doğsa da, Ankara’da öğrenci hareketi olarak gelişse de, PKK’yi PKK yapan biraz da Rojava. Oradaki sempati Türkiye’deki Kürtlerden belki de daha fazla. İnsanlar Öcalan’ı sayıyor, seviyor, değer veriyor. Öcalan’ın ulusal bir önder olarak manevi değeri azımsanmayacak bir noktada. Çünkü birçok ev Öcalan’ı misafir etmiş, onun konuşmalarına katılmış, evlerde resimleri var, arada güçlü bir bağ oluşmuş. PKK gerillalarının önemli bir bölümü de Rojava kökenli. Şimdi bir kısmı dönmüşler, kendi insanları içerisindeler. Yani arada çok güçlü bağlar mevcut. Bir de Türkiye Kürtleri ile Rojava Kürtleri arasında akrabalık ilişkileri çok fazla. Mesela bizim de Efrin taraflarında akrabalarımız var. Böyle binlerce aile var. Cizre ve Derik akraba, Nusaybin’le Qamişlo akraba. Ceylanpınar ile Serekaniye akraba. Dolayısıyla, bütün bu tarihsel, sosyolojik, toplumsal sebepler göz önüne alındığında Abdullah Öcalan’ın Rojava’daki nüfuzu şaşılacak bir şey değil. Bunu PKK’nin dışarıdan bir etkisi ya da müdahalesi gibi görmemek lazım. Öcalan adeta oradan birisi gibi. Bunu geçen ay Belçika’da görüştüğümde Salih Müslim’den de duydum: Bizler Öcalan’ın kitaplarıyla, felsefesiyle düşünsel olarak geliştik diyor. İşte böylesi bir bağ var, bunun çok iyi okunması lazım.

Manevi, düşünsel bağı açıkladınız. Peki, orada PKK’nin fiziksel bir varlığı söz konusu mu? Özellikle de Türkiye’deki ‘Barış Süreci’ ile birlikte PKK Kandil’den Rojava’ya doğru kadrolarını kaydırdı mı?

PKK içindeki Rojava’lı insanların geri döndüğü bilinen bir durum. Bu insanların YPG’nin içinde üst kademelerde olduğu ve siyaset içinde oldukları da biliniyor. Ancak Kandil’den gelen başka insanların orada olup olmadıklarını konusunu bilmiyorum. Benim öyle bir gözlemim olmadı.

ABD’de yaşıyorsunuz ve ABD’nin Suriye politikasını Kürtleri de kapsayacak tarzda değiştirmesini öneren bir yazınız geçtiğimiz hafta vivaHiba’da yayınlandı. Yine Türkiyeli gazeteci Amberin Zaman’ın Batı’ya yönelik benzer çağrıları oldu. Sesinizin duyulduğunu düşünüyor musun? Yakın zamanda ABD’nin politikasında bir revizyona gitmesini bekliyor musunuz? Ve bu soruyla bağlantılı olarak bir de şunu gözlemimi paylaşmak istiyorum: Özellikle Ortadoğu ülkelerinde ABD’nin dünyada olup biten her şeyden haberdar olduğu, bütün politikalarını çok ince hesaplarla en üst düzeyde bilgiye dayalı olarak yaptığı ve her şeyi ve herkesi kontrol edebildiği, gelişmelere yön verebildiği yolunda yaygın bir inanış var. Gerçekte ise Amerikan’ın bazen çok sınırlı ve yanlış bilgi ve varsayımlara dayalı hareket ettiğini ve özellikle Ortadoğu’da önemli dış politika hataları yaptığını biliyoruz. Dolayısıyla Rojava hakkında da ABD’nin sağlıklı bilgilerle hareket ettiği ve stratejisini geliştirdiği son derece şüpheli. Sizin gibi hem bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden hem de ABD’yi iyi tanıyan insanların bilgilendirici çalışmalarıyla ABD’nin politikasında zaman içerisinde bir değişiklik olabilir mi? Böyle bir beklentiniz var mı?

Öncelikle bu tespitinize tamamen katılıyorum. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında her taşın altında Amerika’yı arama, Amerika’nın her şeyden haberdar olduğunu düşünme gibi bir yanlış algılama var. Gerçekte durum böyle değil. Ben Washington’da yaşadığım için ve mesleğimden ötürü çok rahatlıkla görebiliyorum: Karar mekanizmasında olan ve karar mekanizmasındakileri etkileyen insanlar birçok açıdan son derece yetersiz. Ezbere konuşuyorlar. Örneğin birkaç ay öncesinde bir skandal oldu: Dr. Elizabeth O’Bagy adlı bir kadın Suriye hakkında bir rapor yazıyor, ‘Suriye’de muhalefet radikal değil, Esad karşıtı güçlü bir seküler yapı var’ şeklinde. Hem Cumhuriyetçilerin dış politikasında etkili olan John McCain, hem de Dışişleri Bakanı John Kerry bu raporu referans alarak konuşuyorlar. O’Bagy’nin ise daha sonradan ‘Syrian Emergency Task Force (SETF)’ adlı Suriyeli muhalifleri destekleyen bir lobi grubunda siyasi direktör olarak çalıştığı ortaya çıktı. Yani bilinçli olarak çalıştığı grubu öne çıkarmak için bu tür raporlar yazıyor. Şunu söylemek istiyorum: Hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar böylesi bir insanı kaynak olarak kullanabiliyorlar. Daha sonradan bu kadının doktor olmadığı yani PhD’sinin olmadığı ortaya çıktı ve büyük bir skandal oluştu. Şunu söylemek istiyorum: Buradaki Suriyelilerle görüşüyorlar, onların ne gibi çıkarları olduğunu, ne kadar bilgili olabileceklerini düşünmeksizin, bir bakıma onların verdiği bilgilere dayalı siyasetler geliştiriyorlar. O yüzden ABD’nin bilgi kaynaklarının eksiz ve yetersiz olduğu fikrine katılıyorum.

İkinci olarak, Washington’daki bir takım etkili düşünce kuruluşlarının finansal kaynakları çoğu zaman bölgedeki petrol ülkelerinden, Suudi Arabistan’dan, Katar’dan, Kuveyt’ten geliyor. Böyle olunca bu ülkelerin menfaatleri doğrultusunda bazı konuları görmezden gelebiliyorlar. Kürt sorunu da böyle bir sorun yani Türkiye’nin ve Arap ülkelerinin açılmasını istemedikleri bir konu. İşin bir de bu boyutu var.

Üçüncü olarak, Kürtlerin yazı yazacak, lobi yapacak elemanları yetersiz, daha yeni yeni oluşuyor böyle kadrolar. Böyle olunca kamuoyunu etkileme şansları az. Kürt sorunu ve Türkiye ilerici toplumu burada çok çok yeni. Gelenler ise ya öğrenci, ya da kaçak olarak gelmişler, ayakları üzerinde yeni yeni durmaya çalışıyorlar. Ekonomik bir güç de değil buradaki toplum. O yüzden seslerini duyurmaları çok zor, zaman alıyor. Ama BDP’nin geçtiğimiz aylarda organize ettiği Kürt Konferansı (ki BDP bu konferansı ‘artık Kürt sorununu Kürtlerden dinlensin’ düşüncesiyle bunu organize etti) gösterdi ki bu konuya büyük bir ilgi var. Konferans salonu bütün gün sürmesine rağmen tıklım tıklımdı, insanlar ayakta izlediler, hem dışişleri bakanlığından, yabancı misyon temsilcileri, gazeteciler büyük ilgi gösterdiler. BDP bu tür konferansların mümkünse yılda iki defa tekrarlanmasından yana. Benim BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’la Radikal için yaptığım röportajda o da ilginin beklediğinin çok üzerinde olduğundan bahsetmişti. Ben de orada Rojava panelini yönettim, bizzat o ilgiye, Kürt sorununu Kürtlerden duyma talebine şahit oldum. Bu tür konferansların önemli bir etkisi olacağına inanıyorum.

Bizlerin de CNN’de ve diğer yerlerde çıkan yazı ve röportajların mütevazi bir etkisi oluyorsa ne mutlu bize. Umut ediyorum ki ileride Kürtlerin kendilerini ifade edecekleri araçlar çoğalır, Amerika’daki karar vericilere ulaşmada yeni araçlar, imkanlar yaratırlar. Bu da Kürt Hareketinin ABD’ye yaklaşımda klasik düşünce kalıplarından ziyade biraz daha gerçekçi bir bakış açısı geliştirmesiyle daha da mümkün kılınabilir. ‘Her türlü kötülüğün arkasında ABD var’ düşüncesi ABD toplumunun yapısını, gerçeğini pek de yansıtmıyor. Sonuçta ABD’de de toplumun yapısı belli. Federatif sistem, yerel yönetimler, özgürlükler belli. Dolasıyla klasik yaklaşımdan ziyade daha gerçekçi, Amerika’yı daha iyi tahlil eden yaklaşımlar geliştirilerek bu ilişkinin gelişmesine daha önem vermeleri kendileri açısından daha iyi sonuçlar yaratabilecektir ki Kürtler hükümete, kongreye, sivil toplum kuruluşları ve düşünce kuruluşlarına daha fazla etkide bulunabilirler.

ABD ve Türkiye’deki Kürt Hareketi arasında çeşitli sebeplerle uzun zaman içerisinde çok fazla önyargı oluştu. Bu önyargıların kırılması halinde ABD Ortadoğu’daki çok sayıda otokratik, fundamentalist, yani antidemokratik seçenek içerisinde kendine daha yakın olan sivil topluma dayalı, gerçek laik, çoğulcu bir modeli Rojava’da bulabilir diye düşünüyorum. Bu önyargıların daha çok karşılıklı bilgi eksiğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Ne diyorsunuz bu konuda?

Kesinlikle katılıyorum. Her iki toplum yapı olarak birbirlerine yakınlar, birbirlerinden alacakları çok şey var. Rojava’daki model Amerikan toplumunun bizzat burada yaşadığı sistem, Kürtlerin mücadelesine sempatik bakmaları için çok sebep var. İş biraz Kürtlerin kendilerini anlatabilmelerine kalıyor ki bu konuda Kürtlerin araçları şu an için çok az. Maddi güçleri ve insan kaynakları az. Bir de üzerine Amerika’ya klasik bakış açısı eklenince durum iyice güçleşiyor. Ama eminim ki insanlar tanıdıkça bakış açıları değişecek. Mesela Amerika’nın Sesi’nin muhabiri Jamie Dettmer Qamişlo’ya gimişti geçen ay, oradan çok etkilenmiş olarak döndü. İnsanlar Rojava’yı görüp, olanları yerinde görünce bakış açıları olumlu yönde değişiyor.

Amerika’da Kürt Sorunu genelde Türkiye’nin bakış açısı ile yani ‘terör sorunu’ olarak görüldü ve Washington’un siyaseti ağırlıklı olarak bu temelde şekillendi. Yine, yakın zaman kadar burada Kürtler adına yapılan faaliyetler Türkiye tarafından terör bağlamında sunuldu. Var olan algının değiştirilmesi de tabii ki Kürtlere düşüyor. Kürtler, kendi sorunlarını Amerikan siyasetçilerine ve toplumuna anlatmak için etkin araç ve yöntemler bulmak zorundalar ki bu da elbette kendilerinin görevi.

Sizin hakkında konuşmak istediğiniz ama benim gündeme getirmediğim bir konu var mı?

Şunu eklemenin önemli olacağını düşünüyorum: YPG binlerce kilometrekarelik bir alanı kontrol ediyor. YPG Cenevre’ye davet edilmedi. Yarın öbür gün bir karar aldıklarında bunu YPG’ye nasıl uygulatacaklar? Bu kadar alan kontrol eden, El Kaide’ye set çekmiş, Rojava’da bu kadar başarılar elde etmiş, Kürtlerin dışındaki kesimlere de ümit olmuş bir yapıya konferansın kararlarını nasıl dikte edecekler? Bomba mı yağdıracaklar? Cenevre’yi organize edenlerin Kürtlerin temsiliyetini mutlaka sağlamaları lazım. Özellikle de YPG’nin. YPG, rejimden sonra Suriye’deki en örgütlü askeri yapı. Aynı zamanda şunu da görmek lazım: Sadece Suriye’de değil, Türkiye’de de Kürtler istikrarın anahtarı olabilir. Aynı zamanda istikrarsızlığın da sebebi olabilir. O bakımdan Kürtleri hesaba katmadan atılan hiçbir adım başarılı olamayacaktır. Bunun görülmesi lazım.

http://vivahiba.com/article/show/cenevre-guendemi-ve-rojavanin-gelecegi/

http://vivahiba.com/article/show/rojavada-gelisen-demokratik-oezerklik/

http://vivahiba.com/article/show/kuertlerin-de-abdye-bakis-acisinin-degismesi-lazim/

Kürtler Cenevre’ye Bağımsız Katılmalı

Erdal İMREK İstanbul

Suriye’de çatışmalar da yola nasıl devam edileceğine dair belirsizlik de sürüyor. İçeride savaş, göç, ölüm… Dışarıda Suriye’nin geleceğini şekillendirme planları… Bir tarafta uzun süredir rejime karşı savaşan cihatçı güçlerin birbirine girmesi, öte yandan tüm olup bitenler arasında demokratik bir düzen inşa etmeye çalışan Rojava Kürtleri. Suriye’de işler hâlâ oldukça karışık. Şimdi gündem Cenevre’de toplanması planlanan konferans. Büyük oranda Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin inisiyatifinde gelişen ve Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair önemli bir durak olacağı varsayılan Cenevre-2 Konferansı’ndan nasıl bir sonuç çıkacağı da kimin nasıl temsil edileceği de muamma. Dahası 22 Ocak’ta gerçekleşmesi planlanan konferansın yapılıp yapılamayacağı bile belirsiz.

Bölgenin nabzını en iyi tutan isimlerden biri olan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’ya göre Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin muhalefetin temsilcisi olarak Cenevre’de görmek istediği Ahmed Jarba’nın Suriye’deki parçalı muhalefeti temsil edebilmesi mümkün değil. Suriye’deki en örgütlü siyasal, toplumsal ve askeri muhalefet gücü olan Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bağımsız olarak yer alması gerektiğini söyleyen Çiviroğlu, “Kürtlerin sorunları ana gündem maddelerinden biri değilse ve kendileri de konuşma hakkına sahip olmayacaklarsa konferansa katılmamaları daha doğru olur” diyor. BBC ve CNN’in de aralarında bulunduğu uluslararası basın kuruluşlarında da bölgeye ilişkin analizleri yayınlanan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’yla Suriye’de olan biteni, Cenevre’de kimin nasıl temsil edileceğini ve Kürtlerin durumunu detaylarıyla konuştuk.

İlk olarak Qamişlo’da meydana gelen son patlamayı sormak istiyorum. Nasıl yorumladınız bu saldırıyı?

Bu patlamanın Qamişlo’yu hedef alması ilginç. Çünkü Qamişlo bölgenin siyasi merkezi. Zaten belli bir süredir bu radikal gruplar Qamişlo ve etrafına yoğunlaştı. Saldırının halka korku salmak, oradaki istikrarı zedelemek ve orada Demokratik Özerk Yönetimin ilan edilmesiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zaten son dönemde Qamişlo etrafında şiddetli çatışmalar da devam ediyor.

Yani Geçici Yönetime ‘bu işler o kadar kolay değil’ mesajı mı verildi?
Evet, bir bakıma Kürtlerin statü sahibi olmasına karşı bir direniş bu. Çünkü Kürtlerin hayata geçirmek istediği, önerdiği model bu radikal gruplara ters. Kürtler bunu pratiğe de yansıttı. Bu federatif yönetim çok dilli, çok kültürlü, azınlıklara hem siyasi hem politik hem de yönetim anlamında ne kadar yer verdikleri ortada zaten.

Son ‘Toplumsal Sözleşme’de de Kürtlerin bu tutumu açığa çıkmış oldu…
Doğru. E tabi sonuçta bu adımlar, el Kaide bağlantılı gruplarla bağdaşmayan şeyler. Sadece bu radikal gruplara bağlamak da yetersiz kalır. Bazı bölge güçlerinin de Kürtlerin statü sahibi olmasından rahatsız olduğu sır değil.

Türkiye’nin de dahil olduğu bölge güçleri…
Tabi. Türkiye açık açık söylüyor karşı olduğunu zaten. Sayın Davutoğlu, Kürtlerin bu girişimlerini bir tehdit olarak algıladıklarını, statü sahibi olmalarından rahatsız olduklarını sürekli dile getiriyor. Tabi bu saldırı rejimin de işi olabilir. Benim aldığım bilgiye göre saldırı havan topuyla yapılmış. Rejim de bunu yapabilir. Yani rejim Kürtleri sevdiğinden, haklara layık olduğunu düşündüğünden değil, mecburiyetten sessiz kalıyor Kürtlerin bu girişimlerine. Bu bakımdan bunu da ihtimal dışı bırakmamak lazım. Her ne kadar şartlar gereği Kürtlere saldırmıyorsa da, karşısına almak istemiyorsa da bulduğu fırsatta Kürtlerin böyle bir statü sahibi olmasını engellemek için bu tür girişimlerde bulunabilir. Ama şu andaki güçlü görüş, bu saldırıyı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi güçlerin yapmış olduğu. Ama kimden gelirse gelsin Qamişlo’nun siyasi başkent oluşu, özerkliğin merkezi oluşu, Kürtler için sembol bir şehir olması nedeniyle hedef alındığı göz ardı edilmemeli.

Yeri gelmişken sorayım; Kürtlerin Geçici Yönetimi kurmasının, Toplumsal Sözleşme’de kabul edilen maddelere ilişkin Esad yönetiminden bir açıklama gelmedi. Ne oldu bu gelişmelerin rejimdeki yansıması? Buna ilişkin bir izleniminiz var mı?

Rejimin resmi bir açıklaması yok. Dolaylı olarak bakıldığında bu mesajları anlayabiliyoruz. Ben bundan birkaç hafta önce Esad’a yakınlığıyla bilinen, Suriye Kürt Konseyi başkanı, parlamenter Omer Osê ile görüşmüştüm. Osê hükümetin ve Esad yönetiminin Kürtlere borçlu olduğunu, Kürtlerin bu zor günlerde kendilerini arkadan bıçaklamadığını ve bu yüzden kendi deyimiyle ‘bu kargaşa durumu’ bittiği zaman Şam hükümetinin Kürtlere bir takım haklar vermeye hazırlandığını söylemişti. Osê sıradan bir isim değil. Beşar Esad’a çok yakın bir insan.  Sonuçta Esad yönetiminin sessizliği, doğrudan karşı açıklamada bulunmayışı Kürtlerin bu hamlelerine ses çıkarmadığı anlamına gelebilir.

Bu sessizlikte savaşta yeni bir cephe açmak istememesinin de etkisi olmalı…
Evet. Buna ses çıkarmaması gerçekten de Kürtleri desteklediği için değil. Malum Esad rejimi Kürtleri en temel haklarından mahrum bıraktı ve vatandaşlık haklarını ellerinden alarak birçok Kürdü adeta yaşayan ölüye çevirdi. ‘Rejim gerçekten de bu yaptıklarından pişmanlık duydu, şimdi bu haksızlıkları telafi etmeye çalışıyor’ demek pek de mümkün değil. Bana göre sessizliği daha çok, mevcut durumda Kürtler gibi siyasi ve askeri alanda örgütlü bir yapıyı karşısına almak istememesinden dolayı. Ayrıca, rejimin Rojava bölgesini kontrol etme şansı yok mevcut şartlarda. Orası ya Kürtlerin kontrolünde olacak ya da el Kaide destekli radikal grupların. Bu nedenle de Kürtlerin laik, ılımlı ve toleranslı yapısının rejim için Kürtleri daha iyi bir seçenek haline getirdiğini düşünüyorum. Ama tekrar söyleyeyim ki bu durum Esad rejiminin Kürtlerin kendi haklarına gerçekten de sahip olması gerektiğine inandığı anlamına kesinlikle gelmiyor.

Rojava Anayasası’na yeniden dönelim. Çok dilli, yönetimde Kürtler dışındaki halkların da yer aldığı oldukça demokratik bir sistem ön görülüyor. Türkiye’nin de dahil olduğu bu bölge için düşünüldüğünde oldukça ileri bir Toplumsal Sözleşmeden söz ediyoruz. Bölgede nasıl bir etki yarattı bu?

Bölgeyi pek memnun ettiği söylenemez. Çünkü bölge ülkelerinin çoğu demokrasiden yoksun. Çok dilliliği, çok kültürlülüğü tehlike olarak gören yönetimler. Bu nedenle Kürtlerin bu adımları olumlu karşılanmıyor.  Sorun sadece bu Toplumsal Sözleşme’nin demokratik oluşu değil, Kürtlerin statü sahibi olmasını dahi istemiyor bölge güçlerinin çoğu. Bakın İran, Suriye rejimini destekliyor. Türkiye de dahil bir çok ülkeyle çelişki halinde. Ama Kürt sorununda Tahran, Ankara’dan da geri bir noktada. Irak’ta Maliki de konjonktürel olarak ne kadar Suriye’deki Kürtleri destekliyor görünse de kendi Kürtleriyle sorun yaşar halde. Türkiye de bir yandan ‘barış süreci’ diyor ama öte yandan da PYD’nin öncülüğünde Rojava Kürtlerinin bu kadar toleranslı, demokratik, bu kadar gelişmiş, bölgenin çok ilerisinde bir yapı oluşturmasını tehdit olarak görebiliyor. Sonuçta bu bölgenin yapısıyla ilgili. Bahsettiğimiz bölgede demokrasi kavramı çok oturmamış. Suriye’de taraf olan bölgesel güçlere baktığınızda; Suriye hükümeti, İran, Suudi Arabistan, Katar… Bu ülkelerde demokrasi zaten oturmamış. Bu nedenle bu ülkeler böyle eşitlikçi bir sistemi kendileri için tehdit olarak görüyor. Bu nedenle iyi karşılamaları beklenemez.  Bölgede bu saydığım ülkelere göre demokrasisi en ilerde olan Türkiye bile 900 km’lik güney sınırında, kendisine dost elini birçok kez uzatan Rojava Kürtleri yerine silahlı, radikal grupları tercih edebiliyor!

Peki demokrasiden çokça söz eden Batı’nın tutumuna ne diyorsunuz?

Evet, tabii ki demokrasiyi ve insan haklarını savunan Batı’dan, Amerika’dan Rojava’ya destek gelmesi beklenirdi. Ama onlar da Kürtlerin güç olmasını istemiyor ve olaylara kendi çıkarları temelinde bakıyorlar. Ayrıca Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve diğer Arap ülkelerini rahatsız etmek istemiyorlar. Bu yüzden de kendileriyle iyi ilişki kurmak isteyen, laik ve radikal gruplara karşı iyi bir alternatif sunan Kürtlere destek sunmuyorlar. Amerika’nın başını çektiği Batı, Kürtleri etkili bir muhalif güç olarak değil de, en fazla Suriye Ulusal Koalisyonu içinde etkisiz bir yapı olarak görmek istiyor. Bu nedenle de şu an için Kürtlerin Rojava’da oluşturduğu yapıyı desteklemiyorlar ama bu durum ilerde elbette ki değişebilir.

Sonuçta Kürtler demokratik bir sistemin adımını attılar Rojava’da. Peki ‘bu yeni durum baskıdan bunalmış Ortadoğu halkları için bir umut olabilir’ dersek çok mu iddialı olur sizce?
Aslında olmaz. Sonuçta bir emek harcanıyor, insanlar bedel ödüyor. İnandıkları şeyi pratiğe dönüştürüyorlar. Her ne kadar bu demokratik sistemin uygulanmasının önüne engeller konuluyorsa da bunun hayata geçeceğini düşünmek hayalcilik olmaz.  Sonuçta Kürtlerin bu ideallerinde samimi oldukları ortaya çıktı. Halkın bu kadar iç içe yaşadığı bu coğrafyada bir umut olmaması için bir neden yok. Ama bunun bölge halklarına umut olabilmesi için sağlam temellere inşa edilmesi lazım. Bu da tabi demokrasi isteyen, ilerici güçlerin sahiplenmesiyle mümkün. Buradaki yapıya destek olmak, buradaki yapıyı tehditlerden koruma çabasına girmek mümkün. Eğer Rojava’daki yapı yaşayabilirse, bütün çevre ülkelerde yaşayan halklar için bir umut, bir model olması hiç de ütopik değil. Ama dediğim gibi bunun için de Rojava’ya dönük saldırıların engellenmesi, buraya dönük ablukanın kırılması, yaşam şartlarının normale dönmesi de gerekli. Bu konularda çevre ülkelerdeki demokrasi isteyen, ilerici güçler, barışı, insan haklarını savunan güçler mutlaka etkin rol almalı.

Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ve Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) arasında gerçekleşen görüşmeleri yakından izlediniz. Taraflarla da birçok kere görüştünüz. Nasıl bir tablo çıktı ortaya bu görüşmelerden? Cenevre’ye birlikte katılma konusunda varılan mutabakatın yansımaları neler olacak?
Ortaya çıkan tablo şu; Bu görüşmeler PKK ve KDP’nin girişimleriyle oldu. Kürtlerin en güçlü bu iki yapısı arasındaki üst düzey görüşmeler neticesinde gerçekleşti. Özellikle Cenevre Konferansı öncesinde, Kürtlerin taleplerinin uluslararası arenada daha güçlü dillendirilmesi için bir güç birliğinin, bir tek sesliliğin gerekliliği konusunda mutabakat sağlandı. Bunun bir yansıması olarak MGRK ve ENKS, Erbil’de Federal Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Barzani’nin ev sahipliğinde. Leyla Zana ve Osman Baydemir’in de arabuluculuğuyla gerçekleşen bu görüşmeler 6-7 gün sürdü. Bu görüşmeden sizin bahsettiğiniz karar çıktı. Kürtlerin Cenevre’ye ortak bir komisyonla gitmesi konusunda mutabakat sağlandı. Fakat bu kararın bir de ‘eğer’ kısmı var. ‘Eğer Cenevre Toplantısı’nı düzenleyen güçler bunu kabul ederse.’ Şimdi bu böyle olduğu zaman bu biraz zayıf bir ifade oluyor.

Nasıl bir Cenevre istiyor bu güçler?
Cenevre toplantısını düzenleyen güçler şu fikirde; Toplantıda Suriye’den sadece iki taraf olacak. Hükümet ve Muhalefet. Muhalefet dedikleri; Amerika’nın başını çektiği Batı’nın, Türkiye’nin, Katar’ın, Körfez sermayesinin desteklediği Ahmed Jarba’nın başkanı olduğu Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDGUK). Bu yapılanma zaten başlı başına hastalıklı, kendi iç çatışmalarıyla boğuşan bir yapılanma. Ama Suriye’de muhalefet bu değil. Mesela, PYD’nin de yer aldığı ve Salih Müslim’in genel başkan yardımcısı olduğu, Suriye Ulusal Koordinasyon Komitesi (NCB) diye bir yapı var. Bu daha çok solcu, sosyalist, demokrat, ilerici olarak bilinen, Kürtlerden sadece PYD’nin yer aldığı bir yapı. Yani Suriye’de Muhalefet denen şey tek yapılı değil. Suriye’de bazı çevreler de NCB’yi muhalefetin gerçek temsilcisi olarak görüyor. Onlara göre SMDGUK Suriye’deki halkların değil, dış güçlerin temsilcisi. SMDGUK ise NCB’yi rejim yanlısı olmakla itham ediyor.

Böylesi bir durumda kim temsil edecek Suriye’yi? Tüm muhalif grupların temsilcilerinin yer alacağı bir heyet mi ya da SMDGUK’un belirleyeceği isimler mi? Bu tam belli değil. Bir yanda da silahlı gruplar var.

Evet, bir sürü silahlı grup var. Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe, el Kaide’ye bağlı gruplar… Onlar da zaten kabul etmiyor SMDGUK’yi.

Ne olacak peki bu durumda?
Muhalefeti kimin temsil edeceği belli değil. Kaldı ki NCB Çarşamba günü yaptığı açıklamada konferans düzenleyicilerini ve SMDGUK’yi eleştirerek Cenevre’ye katılmayacağını duyurdu. Bu durumda Kürtler için tek seçenek muhalefetin bir parçası olarak Cenevre’ye katılmak. PYD’nin de içinde yer aldığı NCB, izlenen yöntemden dolayı konferansı boykot edeceği için MGRK Cenevre’de temsil edilmeyecek. Geriye kalan seçenek ise SMDGUK içinde yer alacak ENKS üyeleri ve Abdulbasit Seyda gibilerin Kürtler adına orda olmaları ki PYD buna karşı olduğunu belirtiyor. Batı diyor ki; muhalefeti SMDGUK temsil edecek. Öbürleri de diyor ki; SMDGUK nasıl temsil edecek muhalefeti? Bir; NCB bu koalisyonun içinde değil. Yani Suriye içindeki muhalefet yer almıyor koalisyonun içinde İki; Savaşan güçler, yani el Kaide’den tutun İslami Cephe’ye kadar olan silahlı gruplar diyor ki; SMDGUK bizi temsil etmiyor. Yani SMDGUK’nin temsil gücü çok çok sınırlı. İç destekten yoksun, sadece dışardan destekle yaşayan bir yapı gibi. Eğer SMDGUK hafta sonu İstanbul’daki toplantısında Cenevre’ye katılma kararı alırsa ki bence istemeden de olsa Batı baskısından dolayı alacak. ENKS de onların bir parçası olarak konferansta yer alacak. (Röportaj bahsi geçen İstanbul toplantısından önce yapıldı. Toplantı sonuncunda SMDGUK, konferansa katılma kararı aldı)

Bu Cenevre’de adil bir temsiliyet olmayacağına işaret…
Bana göre olması gereken Suriye’deki en büyük etnik azınlık ve en örgütlü siyasal, toplumsal ve askeri muhalefet gücü olarak Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bağımsız olarak yer almalarıdır. Eğer Kürtlerin sorunları konferansın ana gündem maddelerinden biri değilse ve kendileri de konuşma hakkına sahip olmayacaklarsa katılmamaları daha doğru olur. Öte yandan, alternatif bir seçenek olarak ENKS ve MGRK acilen bir araya gelip, konferans ile ilgili ortak bir karar almalı. Kürt halkının kendi yönetimine sahip olması, ayrı bir dil, ayrı bir halk olarak Anayasa’da kabul edilmesi gibi konularda ortak bir tutum oluşturulmalı. Ama konferansın ilan edilen tarihte yani 22 Ocak’ta yapılamama olasılığı da göz önünde bulundurulmalı. Böylesi bir erteleme Kürtler için de kendilerini daha iyi hazırlamaları açısından daha fazla olanak sağlayabilir.

Cenevre’ye kimin katılacağına ilişkin tartışma Suriye içindeki güçlerle de sınırlı değil. Örneğin Amerika, İran’ın katılımına ilişkin tereddütlerini açıklıyor…
Evet, orada da bir belirsizlik var. Rusya ve Esad İran’ın katılmasını istiyor. İran’ın bir bölge gücü olduğunu ve bu nedenle katılmasını istiyor. İran da ön şart kabul etmeyeceğini söylüyor. Tabi şu andaki görüş İran’ın katılmaması yönünde. Ama son dönemde Amerika’yla İran arasındaki ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda; Amerika’nın bu direnişinden vazgeçmesi muhtemel. Ama bölgeyi yakından tanıyan birçok insan İran olmadan bu işin olmayacağını düşünüyor. Öte taraftan İran’ın katılmasına Batı’dan ciddi bir muhalefet var.

‘Tamam, Kürtler Cenevre’ye ayrı bir güç olarak katılsın’ dendiğini varsayalım. Kürtler tek bir grup olarak katılabilecek olgunluğa eriştirdi mi aralarındaki tartışmayı sizce?

Bence evet. Zaten son toplantı bunu gösteriyor. Kürtler 2. Lozan tehlikesini ciddi biçimde gördüler. Özellikle Türkiye’deki Kürt hareketinin ve özellikle de BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın bu durumu dillendirmesi birçok Kürt çevresi tarafından dikkatle izlendi. Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) başkanı Tahir Sifuk da söyledi; ‘Biz 2. Lozan tehlikesini görüyoruz ve bunu kabul etmeyeceğiz’ dedi. Önce PKK ve KDP’nin daha sonra da MGRK ve ENKS’nin bir araya gelmesi, her ne kadar aralarında ciddi sorunlar da olsa böylesi önemli platformlarda ortak bir tutum geliştirmeleri gerektiğinin bilincine eriştikleri kanaatindeyim.

Peki, Cenevre 2 tüm bunlara rağmen toplanabilirse bir çözüm sunacak mı Suriye için?
Konferansın yapılması durumunda en iyi ihtimalle sadece çözüme yönelik bir adım olacak. Çözüm daha çok uzun zaman gerektirecek. Çok zahmetli bir yolun başlangıcı olabilir ancak Cenevre. Suriye’de aşılacak daha çok yol var.

Sizinle geçtiğimiz aylarda yaptığımız görüşmede, ‘Büyük güçler Suriye’de çözüm istemiyor. Çatışmalı durumun devamından rahatsız değiller’ demiştiniz. Hâlâ aynı noktada mısınız?
Evet, aslında büyük oranda hâlâ o noktadayım. Ama tabi Ortadoğu malumunuz yarını bile kestirmenin çok güç olduğu bir bölge. O görüşmemiz eylülde gerçekleşmişti ve o günden bu yana bölgede çok ciddi gelişmeler de oldu. Örneğin Amerika’yla İran arasındaki ilişkiler, Amerika’nın istediği şekilde değişti. İran nükleer programında tavizler verdi. Benim görüşüm; Amerika, Suriye’de asıl olarak İran’ı yıpratmak için uğraşıyor hem siyaseten hem de ekonomik olarak. İran’ın bu manevrası da Suriye’de düştüğü güç durumla ilgili bence. İran’la ilişkiler farklı bir zemine oturdu. İkinci olarak, el Kaide merkezli radikal İslam’ın gücü çok çok arttı Suriye’de. Irak’a da yansıdı bu güçlenme. Irak’ta merkezi hükümetle el Kaide çatışıyor. Suriye’de Til Abyad, Afrin taraflarında da radikallerin gücü arttı. Artık bu durumu da bir ayar verme gerekliliği ortaya çıktı. Bunlar düşünüldüğünde durum Eylülden biraz farklı. Ama bu farklılıklara rağmen, büyük güçlerin ‘tamam bu iş çözülsün, artık bitsin’ dediğini düşünmüyorum. Cenevre’ye ilişkin tutumları da büyük güçler açısından ‘bu işin çözülme zamanının henüz gelmediğini gösteriyor. Bakın işte Kürtler gibi, on yıllardır rejimin her türlü baskısına maruz kalmış, Suriye’nin en büyük etnik azınlığının kongrede kendisini ifade etmesine bile izin verilmemesi gösteriyor ki Amerika ve Batı, Suriye’de çözüme hazır değil.

El Kaide’ye bağlı grupların bir birine girmesi, yeni ittifaklar, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Nusra, İslami Cephe arasında çatışmalar… Suriye’yi aşıp, Irak’a sıçrayan çatışmalar… İşler çok karışmış gibi görünüyor. O cenahın bir fotoğrafını çekmenizi istesek neler söylersiniz?

Valla o fotoğrafı çekmek çok zor. Dediğiniz gibi her şey o kadar karıştı ki. Bakın Suriye İnsan Hakları Örgütü’nün geçtiği rapora göre son günlerde hem ÖSO’dan hem radikal gruplardan 700 insan öldürüldü. Bu bile durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Şu anda Nusra ve IŞİD’in varlığı var. Özellikle IŞİD gücünü çok arttırdı. El Kaide’nin ‘Nusra bizim temsilcimiz’ diye bir açıklaması oldu. Nusra daha çok Suriyelilerin oluşturduğu, IŞİD ise yabancı kökenlilerin oluşturduğu bir yapı. Bunlar Rojava’ya yönelik en çok tehdit oluşturan yapılar. Irak’ta da yine bunlar var. Ambar’da, Musul bölgesinde de var olmaya çalışıyorlar. Öte yandan İslami Cephe diye Özgür Suriye Ordusu’ndan kopan bir yapı var. Yani ÖSO şu anda ismen kalmış durumda. Diğerleri de birçok yapıya bölünmüş halde. Bir çok grup, Nusra, IŞİD ve İslami Cephe’ye dahil oldu. Ama şu anda en güçlü yapı IŞİD. Bunların hem maddi sorunu yok hem de sürekli militan akını var bunlara. Bu yapıların varlığı artık öyle tehlikeli boyutlara ulaştı ki batı kamuoyunu da rahatsız ediyor. Yakın zamanda bu radikallere yönelik bir operasyon gündeme gelebilir.

Bu gruplar dışarıdan hâlâ ciddi destek de görüyorlar tabi…

Tabi bunlar Körfez sermayesinden destek alıyorlar. Türkiye de bu gruplara destek oluyor. En son Türkiye’de gündeme gelen TIR olayı da biliniyor.

http://www.evrensel.net/haber/76705/kurtler-cenevreye-bagimsiz-katilmali.html

ABD’nin Suriye Kürtlerini Kucaklama Vakti Geldi

ABD’nin Suriye Kürtlerini Kucaklama Vakti Geldi

Mutlu Çiviroğlu https://twitter.com/mutludc

ABD, 2011 Mart’ında isyan patlak verdiğinden beridir Suriye’de kendine uygun bir müttefik arıyor. Sürgündeki muhalif gruplar kendi aralarında çekişme halindeler ve Suriye içinde gerçek bir tabana sahip değiller. Ülke içerisindeki silahlı muhalefet ise radikal unsurlarla dolu. Bu karmaşada ABD kendisi için uygun ve potansiyel olarak değerli bir müttefiki gözden kaçırıyor: Kürtler.

Kürtler Suriye’nin en istikrarlı ve huzurlu bölgesini yönetiyorlar ve Batı’yla daha iyi ilişkiler geliştirmeye de açıklar. Buna rağmen şu ana kadar herhangi bir ilişkiden söz etmek mümkün değil. Washington’un, huzurlu ve çoğulcu bir Suriye tesis etmek istiyorsa Kürtlerin kendisine en iyi müttefik olacağını anlama zamanı artık gelmiş durumda.

Muhalefeti oluşturan ana koalisyondan farklı olarak Kürtler kendi içerisinde birliklerini oluşturmayı başardılar. İki ana Kürt çatı organizasyonu Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) daha yakın zamanda 2. Cenevre konferansına ortak katılım da dahil temel meselelerde uzlaşmaya vardıklarını açıkladılar.

Ne yazık ki Washington, Kürtlerin katılımı konusunda isteksiz gözüküyor. Birçok ENKS liderinin bildirdiğine göre ABD’nin Suriye elçisi Robert Ford, Kürtlere Cenevre konferansına bağımsız katılmak yerine Suriye Ulusal Konseyi altında katılmaları yönünde baskı yapıyor. ENKS yetkilisi Ahmed Süleyman, Amerika’nın Sesi Kürtçe Servisi’ne yaptığı açıklamada ‘Kürt partileri konusunda Ford’un neden bu kadar negatif bir tutum içerisinde olduğunu anlayamıyoruz’ diyor.

Fakat bu yaklaşımın başarısı şansı, özellikle de Suriye Ulusal Konseyi Kürtlerin taleplerini tanımak konusunda pek istekli görünmediği için son derece zayıf. Dahası, SUK daha da ileri gidip Kürtlerin yakın zamandaki otonomi ilanlarını da ayrılıkçılıkla itham etmiş durumda. Grup, Kürt otonomisiyle ilgili açıklamasında ‘Kürtlerin özyönetim ilanı, tiranlıktan kurtulmuş ve toprakları üzerinde tam egemenlik kurmuş özgür, birleşik ve bağımsız bir Suriye için savaşan, Suriye halkıyla olan bağları parçalayıp atan ayrılıkçı bir girişimden başka bir şey değildir’ diyor.

Kürtlerin taleplerine karşı bu duyarsızlık, Kürtlerin Arap muhalefetine dair çekincelerinin de en temel nedenini oluşturuyor. Doğru; sofistike silahlar ve hava üstünlüğüne sahip bir konvansiyonel ordu ile savaşmaktansa, Kürtler kendi yurtlarını koruyup tabandan bir özyönetim oluşturmayı tercih ettiler. Ancak Esad rejimine karşı başkasının adına savaşmak istememeleri onların rejimle işbirliği içinde oldukları anlamına da gelmiyor.

Bu tabloyu daha da karmaşıklaştıran bir başka etmen Washington’un yakın müttefiki Türkiye’nin Kürtlerin herhangi bir statü elde etmesine kesin olarak karşı olması ve Cenevre’ye Kürtlerin katılımının önüne geçmek istemesi. Washington ve Türkiye’nin bu gittikçe birbirinden uzaklaşan çıkarları artık uluslararası toplumu özgün bir Kürt stratejisi oluşturmaya teşvik etmeli.

Kürt Halk Savunma Güçleri (YPG)’nin radikal gruplarla mücadelesinin takdir edilmesi gerekiyor. Çok sayıda kadın savaşçıyı da içinde barındıran YPG, El Nusra ve IŞİD gibi köktenci gruplara bağlı 3000’in üzerinde savaşçıyı etkisiz hale getirdiğini iddia ediyor.

Aynı zamanda Suriye Kürdistanı ülkenin en huzurlu ve istikrarlı bölgesi olarak şiddetten kaçan çok sayıda insana da güvenli bir liman oluşturuyor. Kürtlerin iç savaşta merkezi bir rol almak yerine kendi bölgelerini rejim vahşetinden ve radikal unsurların saldırılarından korumaya konsantre olması Arap, Çeçen ve Süryanilerin de Kürdistan’da görece bir huzur ortamında yaşamalarını sağlıyor.

İşte bu koşullarda, Kürtler geçtiğimiz ay içerisinde geçici yönetimlerini ilan edip 2012 yılında rejimin Kürdistan’dan çekilmesiyle oluşan iktidar boşluğunu doldurdular. Yönetim El Kaide ile bağlantılı grupların baskılarından kaynaklanan zor koşullara rağmen sosyal, ekonomik, eğitim ve sağlık hizmetleri vermeyi hedefliyor. Mevcut durumda, örneğin ekmek, süt, bebek maması ve tıbbi malzeme gibi en temel ihtiyaçlar bile zorlukla karşılanıyor. Elektrik ve yakıt kısıntıları özellikle kış aylarında halka büyük sıkıntı yaşatıyor. Batı başkentleri kendilerine değerli bir müttefik olabilecek bir nüfusla ilişkilerini geliştirmeye, bu temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik yardımlarla başlayabilirler.

ABD ve müttefikleri Kürtleri göz ardı etmekten vazgeçip, Cenevre’ye katılımlarını teşvik etmenin kendi çıkarlarına daha uygun olduğunu fark etmeliler. Suriye’nin en büyük etnik azınlığının taleplerini göz ardı eden bir konferansın zaten uzun vadeli çözüm üretme şansı olmayacaktır.

Dünya çapında Kürtler, Suriye Kürdistanı’nı desteklediklerini gösterdiler. Washington’un da onlara katılma zamanı geldi de geçiyor bile.

Bu yazı Washington DC’den gazeteci ve Kürt Sorunu Uzmanı Mutlu Çiviroğlu tarafından yazıldı ve İngilizce orijinali CNN’de Ocak 13 tarihinde yayınlandı.  Yazı Türkçeye VivaHiba tarafından çevrildi.

http://vivahiba.com/article/show/abdnin-suriye-kuertlerini-benimseme-vakti-geldi/